Hürriyet

30 Aralık 2011 Cuma

CÜMLE ( CİK)

Giden gitti.. Ben kendime kaldım...

OLDUĞU KADAR

Yeni yıldan bir dileğim bir isteğim yok gayrı.

Yıllardır her giden yılı günah keçisi ilan ettik, astık , yargıladık, kışkışladık, hadi bitsin de kurtulalım dedik, bütün günahlarımızı, gözyaşlarımızı, savaşları, açlıkları, adaletsizlikleri ona yükledik. Aşk acısını bile yeni yıl gelince geçer sandık. Eski yılı bir kalemde sildik çöpe attık.

Yeni gelen yılı bin türlü şaşaayla karşıladık, adaklar adadık uğruna, dilekle tuttuk, istek listeleri yaptık, manalar yükledik taşıyabileceğinden fazla.

Ne oldu? O da eskimedi mi? Eski yılların yanında çöpte ve pişmanlıkların yanında yerini almadı mı?
Listelerimiz aynen en yeni yıla devretmedi mi?
Kafa aynı kafa, dünya aynı dünya kalmadı mı?

Dünyanın devr-i alemi tamamlanmıyor ki hiç, eskisi yenisi olsun..
Dönüp duruyor o bitmek bilmez bir şekilde.
Niye dönüyor, ne kovalıyor, ne zaman yorulup da duracak bilemiyoruz.
Dünya ve güneşin kaçıp kovalamaca oyunu yıl dediğimiz.
Yaşadığımız hayat da payımıza düşenimiz.

Ne demiş Şems-i Tebirizi

Olduğu kadar, olmadığı kader..

Yeni yıl falan anlamam ben, bana yeni bir ben lazım..

28 Aralık 2011 Çarşamba

MUTLUSUN SEN MUTLU KAL

Yeniyıla girerken oldukça hoş bir mim oldu bu. Öncelikle deeptone sevgiler, selamlar diyorum ve konumuza geçiyorum..

Konumuz çok hoş. Eminnim hiçbirimizin oturup uzun uzun üzerinde kafa yormadığı bir konu..

Kendi dışımızdaki insanları nasıl mutlu ederiz? Karşımızdakini mutlu etmenin 10 yolu.

10 tane madde yazıp, 10 kişiyi mimleyeceğiz. Böylece empati yapmış ve bir mutluluk zinciri yaratmış olacağız  ve umuyorum ki etrafımızdakiler de bundan faydalanacak..

- Gülümsemek! Gülümsmek basit gibi görünsed ciddi bir iş ve sorumluluktur. Gülümsemenin önemine varmış kişiler karşısındakini mutlu etmenin ilk adımını atmış demektir. Gülümseyin arkadaşlar..Bayanlar kırışcaksınız diye , erkekler madara olacaksınız diye korkmayın...Gülümseyin!

- Dokunmak, tensel temas..Yeni doğan bir bebek için bile en önemli şeylerden biridir tensel temas. Büyüdükçe bu ihtiyacımız artar çünkü tensel temas gittikçe kesilir. O yüzden dokunun sevdiğinize.
Sevgilinizi öpün, evladınız yanağından makas alın, arkadaşınıza sarılın. Korkmayın veba bulaşmaz.

- Hatırlamak! Size söylenen ayrıntıları hatırlamak karşınızdaki kişiyi önemsediğinizin bir göstergesidir ve önemsendiğini hisseden kişi mutlu olur.

- Ayrıntılara dikkat etmek..Üniversitede işletme öğretmenimiz uygarlık nedir diye tek bir soru sormuştu vizede. Cevabı da tekti " Uygarlık ayrıntıda gizlidir" Değiştirip " mutluluk ayrıntıda gizlidir" yapmak istiyorum bu cümleyi. Detaylara dikkat etmek zor değil, hele mutlu etmek istediğiniz birileri varsa.

- Şevkat! Sadece kadınların ihtiyacı var sanılır ama bütün ademoğlu özünde şevkat arar. Şevkatli ve şehvetli olun.

- Hislerinizi söylemekten kaçınmayın. Annenize, çocuğunuza, kocanıza, sevgilinize, arkadaşınıza onların sizin hayatınızdaki önemini sıklıkla ve farklı şekillerde hatırlatın. Derdiniz varsa çözüm yollarını birlikte arayın. Hayatınızda emekleri olduğunu bilmek onları özel hissettirecektir.

- Eğlenceli ve şaşırtıcı olmak..Karşınızdakini eğlendirin. Siz de kendinizi bu eğlencenin içine katın. Sevdikleriniz mutlu oldukça daha çok eğlenecek, eğlendikçe daha çok mutlu edeceksiniz.

- Mutlu etmeyi gerçekten isteyin. Çünkü tüm bunları istemeden yapmanız bir felakete neden olabilir.
Mutlu olmayı isteyin çünkü etrafınızda ne kadar çok mutlu insan varsa hayat o kadar güzelleşecektir.

Hesapsız kitapsız olamak, karşılık beklemeden mutluluk vermeye çalışmak, kendini sevmek, karşınızdaki insanın kendisini sevmesini sağlamak, dinlemek, anlatmak kısacası hayatı paylaşmak.

Mutlu etmenin bir çok yolu var. İlk adımı mutlu olmak.!

Mimlediklerim,
Öykü
Hayal Meyal
Begonvilli ev
Derkenar
Bedardem
Dayatılanla Yaşamak
Domatessuyu
Biricitconsungunlugu
Jetlagis
Yüreğimdeki yağmurlar

27 Aralık 2011 Salı

BANA ÖYLE BAKMA

Lise yıllarındaydı..Arkadaşları biriyle tanıştırmak istediler onu.
Hepsinin sevgilisi vardı , onun da olmalıydı. Grupta eksiklik kabul edilemezdi.
Bir hafta sonu tanıştırıldılar. Aralarındakinin ne olduğunun kendileri bile farkında değildi ama gün bittiğinde ikisi de birbirini düşünmeden yapamıyordu.

Liseli sakin sessiz kızın yüreği kuş olmuş kanatlanıp çoktan başka diyarlara göç etmişti bile. Bir telefon bekliyordu, bir işaret. Gelmedikçe kahroluyordu.

Sonunda beklenen telefon geldi. " Haftaya görüşelim mi" diyordu karşıdaki ses.

Her buluşma ayrı bir heyecan, her karşılaşma farklı bir zaman olarak devam etti aylarca. Gün geçti daha da çok sevdi kız. Aylar geçti daha da aşık oldu oğlan.  Zaman zamanı kovaladı Ne gelecek telaşı, ne girilecek sınavlar, ne yapılacak dereceler umurlarında değildi. Ta ki içlerinden biri şehir dışında başka bir üniversiteyi kazanana kadar.

Sıkıntılıydı çocuk, bu işin bu kadar mesafeyi kaldırmayacağını biliyordu. Bitirmeye karar verdi. Ne kendi canını ne de sevgilisinin canını daha fazla yakmayacak kimseyi böyle bir mesafeye mecbur etmeyecekti. Bitti...

Günlerce içi acıdı kızın. Günlerce ağladı. Her sabah uyandığında içinden aynı ismi sayıkladı.
Günbegün zaman herşeyi götürdüğü gibi kızın acılarını da külledi. Ama düşündükçe sevgilisini, hep içi titredi. İçini yakan kırk mumdan otuzdokuzu söndü belki zamanla ama bir tanesinin ateşi hep ince ince yaktı yüreğini.

Yıllar yılları kovaladı, başka hayatlar, başka aşklar başka acılar gördü iki eski ve deli aşık. Birbirinden habersiz aynı şehrin havasını soludu, aynı güneşe bakarak başka başka hayaller kurdu. Yeniden aşık oldu, yeniden terk etti.

Ve birgün hayat onların yollarını tekrar kesiştirdi..Sanki onca zaman geçmemiş , bu aşk hiç bitmemişti. Bıraktıkları yerde duruyordu herşey..Birbirlerine her baktıklarında hala içleri titriyor, birbirlerinin gözlerinde sözlerinde eriyip gidiyorlardı. Ama yıllar girmişti birkez aralarına, başka hayatlar, sevda sandıkları başka sevdalar, dönülemez yollar.

Öyle bakıyordu ki adam kadına, kadın adamın bakışlarında kayboluyordu. Öyle seviyordu ki kadın adamı bu sevginin ateşi ikisini de yakıyordu.

Ama yıllar girmişti birkez aralarına, başka hayatlar, sevda sandıkları başka sevdalar, dönülemez yollar.

Bu aşk bir kez daha yarım kalmaya mahkumdu...

BU BU NEDİR BU?

Daha önce bu konuyla ilgili yazdım mı hiç bir fikrim yok. Muhtemelen yazmışımdır ve muhtemelen biryerlerde gördükçe okudukça daha da yazacağımdır.

Biri bana anlatsın ki Baby Shower nedir?

Diş buğdayı var, bebek mevlüdü var, hayırlı olsun ziyaretleri var, allah bir avazda kurtarsın dilekleri var..
Bunlar bildiklerim. Muhakkak bilmediğim , duymadığım daha bir sürü nadide ve güzel töremiz geleneğimiz göreneğimiz de vardır. Bilenler beni de bilgilendirsin minnettar kalırım.

Peki Baby Shower ne? Yukarıda bahsettiklerim gibi birşey muhtemelen. O zaman adı niye baby shower?

Yahu bu kadar mı kopyacı, kendimize uygun, özgün bir isim bulamaz milletiz biz? Ya da bu kadar mı özenti.!

26 Aralık 2011 Pazartesi

GÜNEŞ

Ne kadar hızlı koşsam yakalabilirim rüzgarı?
Yağmurdan daha çok ağlayabilir miyim?
Ne kadar yükselmem lazım bulutlara değmek için?
Ve hangi güneş ısıtır senden fazla?

25 Aralık 2011 Pazar

KARŞI KOMŞUM TEYZE

Karşı komşum bir teyze var. Pek tatlı , pek şirin..

Geçenlerde şakır şakır yağmur yağıyordu. Ben de bizim kızları dışarı çıkardım. Yağmurda oynasınlar, üstlerini ıslatsınlar,  ben de onların arkasına sığınıp eğleneyim diye.

Ben bunu sıklıkla yaparım. Yağmur yağar kızları çıkartırım, kar serpiştirir yine çıkartırım, onlar da dillerini çıkartır kar taneleri yapışsın dillerine diye.

Karşı komşu teyze de bana pis pis, kızlara acıyan gözlerle bakar.

Teyzemm niye kızıyorsun?

Alt tarafı grip nezle olurlar. Ama bir daha çocuk olamayacaklar ki...

23 Aralık 2011 Cuma

BAŞKA HAYATLAR DA VAR!

Takılıp kaldığı bir hayat oluyor insanın bazen.

At gözlüğü takıp, etrafındaki çemberden çıkmaya bile yeltenmeden, hatta etrafında başka hayatlar olduğunu farketmeden yaşadığı bir takılma dönemi.

Dönüp dururken bir gün yerdeki bir taşa vurunca ayağı, oynayıverince yerinden insanın gözlüğü,

" O da ne!"

Başka bir hayat, başka bir dünya var çevrede. Gülen yüzler, ağlayan suretler, başka başka insanlar, başka başka hikayeler, başarılar, başarısızlıklar.

O güne değin senden ve kendi hayatından ve o hayata dahil olanlardan başka hiçbirşeyin var olmadığını düşünürken, dışarıda akıp giden gerçek ve birbirinden farklı hayatların varlığını farketmek..

Kıyaslamaya başlamak. Kerteriz defterini çıkarmak..Terazi kefesine bir tutam kendi hayatından, bir de diğer hayatlardan koymak.

Kimi zaman şanslı olduğuna sevinirken kimi zaman kaderine lanet etmek.

O gözlüğü tekrar takmayı istesen de , artık çok geç kaldığını, ayağının vurduğu taşın kaderin olduğunu ve bundan sonraki hayatının o taşa vurduktan sonra başladığını bilmek.

Mutluluk mu verir? Heyecan mı? Korku mu? Pişmanlık mı?

21 Aralık 2011 Çarşamba

BİR KİTAP -GELMESEM DE BEKLE BENİ-

Boş vakitlerimde kitapçılara gidip, kitap sayfaları karıştırmayı severim ben. Best seller olmamış, arada kıyıda kalmış kitaplar da favorimdir bu gibi anlarda.
Hatta bazen az sayfalı kitapları ayaküstü okuyup bitirmişliğim bile vardır.
Genelde genç ve yeni nesil yazarların güzel yazılmış ama çok satılamamış kitapları çıkar karşıma.
Destek olmak gerekir diye hemen alırım bir tane. Arşivimde yerini alır.

İşte böyle keşfettim bu kitabı.

Adem Özbay - Gelmesem de Bekle Beni.
Küçük bir cep kitapçığı, 139 sayfa. İçinde denemeler, denemelerin arasına serpiştirilmiş şiirler var.

Öyle yürekten kopup gelen cümlelerle bezeli ki , insan eline aldı mı bırakamıyor. Her satırda yeni bir düşünceye, her kelimede eski bir anıya dalıyor ve illa ki kendinden hayattan birşeyler buluyor.

Kimi cümlelerinde sehpanın üstündeki bardak yerine, bardağın altındaki sehpayı anlatmış ve öyle de başarılı olmuş ki tebrik etmemek mümkün değil..

"Söyleyecek yalan bulamayanların başvurduğu son çare gerçeğin ta kendisidir sevdiğim...

Yoluma çıktın , öyle ise kaderimsin...

Tut beni, başka adaların, başka masalların elvan mevsimi çağırsa da tut...

Bir hayata kaç parantez açılabilir?...

Sen gülmenin ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunu bilenlerdensin..

Bir masaldır ömür...Gerçeğe dönüşsün diye kurduğmuz tüm hayallerin, dinsin diye beklediğimiz hasretlerin, kavuşsun diye belediğimiz ellerin aralarındaki uçurumlarda uyanınca anlarız bunu..."

Yazmış da yazmış..Belli ki tüm kelimeler yüreğinden akmış

20 Aralık 2011 Salı

KÖR VE MUTSUZ

"Mutsuz insan kördür..Ne annesini ne babasını ne arkadaşlarını ne de etrafını görür " dedi.

Bizim kızlar bir tuhaf oldu, boylarından büyük laflar ediyorlar..

Korkuyorum :)

19 Aralık 2011 Pazartesi

Nesine? Hem Büyüğüne, Hem Garantisine!

Biliyorsunuz Yılbaşı Özel Çekilişi Türk Milleti için geleneksel bir heyecandır. Çekiliş yapılırken herkes ekran başına kilitlenir, sizin numaralarınızı taşıyan topların çekilmesi için dualar edilir. Biletinize sonuna kadar güvenirsiniz çünkü onu, uğurlu olduğuna inandığınız bayiden almışsınızdır. Lakin gelin görün ki hep amorti!

Biz de sevgili bloğunuz olarak araştırdık ve son 10 çekilişin 2 tanesinin büyük ikramiyesi Nesine.com’da satılan Milli Piyango biletlerine çıktığını gördük. Bu nedenle biz de dedik ki, neden bu blogda da Nesine.com biletlerinden satmıyoruz? Şanslı okurlarımızın ayağına kadar getirmiyoruz? Hatta bir de üzerine neden bomba gibi bir kampanya yapmıyoruz; 5‘er adet biletten oluşan Amorti garanti paketi alana 1 Amorti Garanti demiyoruz?

Sizce de buradan daha şanslı başka bir yer var mı? TIKLA, HEMEN BİLETİNİ AL!






Şansımız dönecek diye saatlerce kuyrukta beklerken aslında farkında olmadan şansımızı kaçırıyoruz. İnanın hiçbir şey sizi o kadar beklemez! Demem o ki; yılbaşında biletlerinizi benim bloğumdaki link üzerinden alın, siz kazanın biz de mutlu olalım!

Bir bumads advertorial içeriğidir.

16 Aralık 2011 Cuma

BIRAK YAĞMUR ISLATSIN YANAKLARINI

Başım ağrısada, içim kasvetle dolsada anladım ki ben böyle havaları seviyorum arkadaş!

Güneşli günlerin tadı ayrı ama ince ince çiseleyen bir yağmurda, arabanın müzik sesini biraz açıp , sahilde turlamanın tadı apayrı.

Toprak kokusunu içine çekip, yağmurun rengini hissedip, titreyerek ve çırılçıplak kalmış ağaçları seyrederek üstü kapalı bir mekanda ama açık havada yemek yemek üstüne sıcak bir çay ya da okkalı bir türk kahvesi içmek gibisi var mı?

Soğuktan üşümüş parmaklarını cebinin sıcak kıvrımlarına ya da sevdiceğinin avuçlarına bırakmak ısınması için, ıslanmasın diye paçalarını kıvırmak, anorağının kocaman şapkasını kafana geçirirken nasıl göründüğünden çok yağmurdan korunmayı düşünmen ya da gerekirse donuna kadar ıslanmandan daha güzel ne olabilir ki?

Şemsiye-yağmur ve rüzgar üçlüsüne karşı verdiğin savaştan daha masum bir savaş var mı bu dünyada?

Yanaklarını en nezaketli ıslatan yağmurun ta kendisi değil mi ?

Bırak yağmur yağsın ıslatsın yanaklarını, bırak yağmur yağsın birbirine yakınlaştırsın iki sevdalıyı, bırak yağmur yağsın toprak suya doysun, bırak yağmur yağsın toprak leylasına kavuşsun..

15 Aralık 2011 Perşembe

YÜREK BÖYLE YANAR MI?

Birden değişir mi insanın hayatı? Altı üstüne, üstü altına gelir mi?

Yok saydığı herşeyi birer birer yüzüne vurur mu hayat?

Kör gözü bir anda açılır, duymayan kulakları duyar olur mu?

Aynı hatayı kaç kere yaptığını sayar durur da , kendine okkalı küfürler savurur mu?

Boşluğa bakıp ne düşündüğünü bilmeden saatlerce durur mu?

Düşündüklerinden utanıp savuşturur mu?

Aklından savuşturduklarının arkasından ağıtlar yakar mı?

Ne istediğini bile bile istemediğine kanar mı?

Bir yürek hiç böyle yanar mı?

8 Aralık 2011 Perşembe

NOSTALJİ 2

NE ZAMAN GELDİN


Ne zamandır yanımdasın bilmiyorum. Yine ne zaman geldin? Kaç gün oldu? Hiç hesaplamadım. Yağmurlu bir günde yatağıma yatmış camımın önündeki çiçekleri seyrederken anlamıştım geldiğini. Yağmur zamanı geldin yine, toprak kokusuyla geldin.

Sen geldiğinden bu yana içimde var olan sızıyı hissediyorum sadece. Sen geldin ruhum firar etti.

Sen geldin daha bir ben oldum sanki. Yüksek sesle ve büyük harfler ile itiraf ediyorum kendimi kendime. Aynada her gün gördüğüm yüz yok artık.

Sen geldin daha bir kadın oldum sanki. Sen geldin sevgili oldum, dost oldum, aşk oldum , nefret oldum. Ağzımdan kaçıveren kelimeler, cümlelere yer verdi. Cümlelerim var artık ben ile başlayan ve sonunu istediğim gibi getirdiğim. Pişmanlıklarım var, keşkelerim var beni gülümseten.

Tek dudağım havada zaman zaman, kahkahalarım içten haykırırcasına. Dibine kadar mutlu, dibine kadar üzgün, dibine kadar benim artık.

Ne zaman gideceksin bilmiyorum. Biraz daha kalsan?

NOSTALJİ

Yıllar önce yazmışım. Okudum, kendi yazdığıma kendim ağladım...

SENİ SEYRETTİM ANNE

Dün akşam uyurken seni seyretim anne. Gece kalkıp üstünü örttüm. Uyurken başını okşadım. Yüzündeki kırışıklıkları sevdim tek tek. Saçının beyazlarını kokladım, pamuk ellerini öptüm.

Yılların izi nasılda sinmiş yüzüne. Her kırışıklığında bir acı, her beyazında bir umut gizli sanki. Sen bizim tarihimizsin anne. Savaşlarımız, zaferlerimiz, acılarımız, umutlarımızsın. Çocukluğumuz sensin anne. Delişmen duygularımızsın sen, küsmeyen, incinsede incitmeyensin. Olmayı istediğimsin hep anne, bir türlü beceremesemde.

Sıcacıktın dün akşam, yumuk gözlerinin kenarında yaş vardı. İçini çekiyordun . Kimbilir ne görüyordun rüyanda . Son zamanlarda ağzından düşürmediğin anacığını çok özlediğin ablacığını görüyordun belki de..Bende seni rüyamda gördüğümde ağlayacakmıyım böyle?

"Annemi kırdığım zamanlar geliyor aklıma" dedin geçenlerde bana. " Keşke olsaydı da telafi edebilseydim" dedin için yanarcasına. Ben şimdiden telafi etmeliyim. Beni herşey için affeder misin anne?

Ne yıllar bıraktın ardında Ne insanlar, ne kahkahalar, ne anılar. Çay kokulu ne sabahlar, ne endişeli geceler. Ne dostlar biriktirdin, hiç düşmanın yok mu senin anne?

Ayağımda ki yara izine takıldı gözüm. Bir tahta parçası batmıştı. Sırtında taşımıştın hastaneye kadar. Dertleri taşıdığın gibi beni de sırtında taşıdın bir ömür. Sırtın ağrımaz mı senin hiç anne?

Cüzdanıma baktım. Senin verdiğin uğur parası. Sonra aklıma geldi, sen üç kuruş paranı bile biriktirip bana verirdin moda olan o ayakkabıyı almam için. " Benim ayakkabım çok" derdin. Oysa ıslanırdı ayağın yağmurda anne. Hiç şikayet etmezdin. Hiç üşümez miydi ayağın?

Geçenlerde etrafı toplarken bir bilet çarptı gözüme. Çok eski yıllardan kalma bir konser bileti. Gitmeyi çok istiyorum diye yüzüğünü bozdurmuştun . Sahi ben senin parmağında hiç altın yüzük , hiç bilezik görmedim. Sevmem ben diyordun. Gerçekten sevmez miydin? Yoksa bizden mi fırsat kalmadı anne?

Dün akşam seni seyrettim anne. Yüzünün kıvrımlarında kayboldu ruhum. Koynunda ısıttım ellerimi. Sen benim umudumsun anne. Sen benim annemsin. Ben de senin hiç büyümeyen bebeğin.

Büyütme beni anne!

6 Aralık 2011 Salı

DAMAK&HAYAT TADI

Bazı insanların damak tadı vardır hani. Gurme dedikleri cinsten. Tost bile yeseler şölene çevirirler o yemeği. Bir anlatırlar, bir keyif alırlar ki dünyanın en hoş yerinde en denenmedik yemekten bahsediliyor sanırsın.

Sofra kurmak, o sofraya oturmak, yemeği çiğnemek bir ayin gibidir sanki. Her dakikasından keyif alırlar ve etraflarındakine de o keyfi verirler. Bayılırım öyle insanlarla aynı sofrada buluşmaya. Her yemek bir hayat dersi, bir roman, eskilere bir dokunuş, yeniyle bir buluşma olur.

Havada uçuşur lezzetler, kahkahalar, çatal bıçak sesleri armoni gibi gelir. İçtiğin suyun tadı bile bir başkadır. Damak tadı olan insanlar bir başkadır.

Bir de hayat tadı olan insanlar vardır ki onlardan birini buldu mu ölmez hiç insan. Hayat tadı olan insan trafikte kaldığında açar müziğini keyfini çıkarır, ya da İstiklal'de gezerken insan çokluğundan gam yüklenmez de , kalabalıklar içinde yanlız olmanın zaman zaman ne denli hoş olabileceğinin farkına varır.

Soğuk havada sahilde yürüyüş yaparken donduğu için şöylenmek yerine, bulduğu ilk barınakta sıcacık bir çayla içini ısıtır. Sabahın köründe suratsız suratsız kalkacağına, çıkar dışarı sabahın ilk havasını içine çeker ve gülümser, sıçan gibi ıslak saçlarıyla 50 metre ötedeki kuaföre koşarak gitmeye çalışırken yakalandığı 10 komşusuna sadece gülümser ve kendiyle dalga geçer.

Hayat tadı olan insan işe giderken geçirdiği vakitte, takar mp3 ünü müzikle doldurur ruhunu, yolda harcadığı saatlere üzülmek yerine şarkı söyler..Yaşadığı şehre sövmek yerine , onu keşfetmeye çalışır. Parası yoksa alır sandöviçini kahvesini bulur kendine bir bank kitabının içine dalar, parası olduğunda krallar gibi yaşar. Ama her durumda tadı kaçmaz, kaçsa da ipin ucunu kaçırmaz.

Herkese lazım insanlardır ON'lar. Damak ve hayat tadı olanlar...

2 Aralık 2011 Cuma

TEK KELİME

Tek kelime..

Yoruldum...

Yazdığım sildiğim onlarca yazı var son birkaç saatir.

Ama hiçbiri bu kadar anlamlı değil

Yoruldum hayat senden...

28 Kasım 2011 Pazartesi

DEVEYE SORMUŞLAR ?

Deveye sormuşlar neren eğri? diye.. Nerem doğru ki demiş..

Bizim eğitim sistemi de o hesap. 4. sınıf Matematik kitabına bir göz atayım dedim.

Yanlış anlaşılmasın hepsine değil, sadece 1 konusuna.

SORU : Çikolata üretimi yapılan bir fabrikada çikolatalar 94'lü paketleniyor. Satış yerinde 4 haftada 5 koli çikolata satılıyor. Satış yerinde önceden 2.340 adet çikolata olduğuna göre , 4 hafta sonra satış yerinde kaç kg çikolata kalır.

ÇÖZÜM : 4x5=20  20x94=1880  2340-1880 = 460

4 ile 5 'i niye çarptın şimdi? Ya anlatım bozukluğu var ya işte çözümü diye yazdıkları çözüm külliyen yanlış. Bunu kontrol eden bir allahın kulu yok mu bunca devlet memuru arasında??

SORU : Ali'nin nabzı dakikada 71 kez atıyor. Buna göre Ali'nin nabzı 15 sn'de kaç kez atar?

71'i çok mu aradınız? Çözersek eğer Ali'nin nabzı 15 sn!de 17.75 kere atıyor!!

Bir de kolay çarpma yapabilmek için bir açıklama var ki ben anlamak için sanırım 4 kez okudum.

Bir doğal sayıyı 10'un en çok 9 katı olan bir do olan doğal sayıyla kısa yoldan çarparken 10'un katı olan doğal sayının onlar basamağındaki rakam verilen doğal sayı ile çarpılır. Çarpımın sonucuna 1 tane 0 eklenir.

Yahu bunu daha az karmaşık, çocuğun bir kere de okuyup anlayabileceği cümleler ile yazmanın bir yolu bulunamaz mı? Milli Eğitim'de görev yapan onca uzman bir araya gelip çıkara çıkara bunu mu çıkarmışlar?

24 Kasım 2011 Perşembe

Yeniçarşım.com ile Evden Çıkmadan Çarşıya Çıkıyoruz!





Ekim ayından bu yana yayında olan Yeniçarşım.com, alışkın olduğumuz e-ticaret sitelerinden oldukça farklı. Site şimdiden sloganı olan “Evden çıkmadan çarşıya çık” mottosunu fazlasıyla yerine getiriyor. Çünkü şimdiden Yeniçarşım.com’da yüzlerce mağaza var ve siz dilediğiniz ürünü bu mağazalar arasından seçerek kolaylıkla satın alabiliyorsunuz. Üstelik, internetten alışveriş yaparken en çok çekindiğimiz “güvenlik” engelini Hürriyet Güvenli Alışveriş Sistemi ile çözmüşler. Sistemi açıklayan video:

Yeniçarşım.com’un diğer alışveriş sitelerinden önemli farkları var. Platformun en belirgin karakteristiği olan alıcı ile satıcıyı bir araya getirme stratejisi, satıcıların (mağazaların) ticari kuruluş olması gibi akıllıca bir taktikle desteklenerek, son derece başarılı bir sistem getirilmiş durumda. Yeniçarşım.com’da satış yapan her mağaza, ticari unvana sahip, fatura kesen ve dolayısıyla garantili ürün satan mağazalar. Bu sayede aynı ürünü birden fazla mağaza arasından güvenle seçerek satın alabiliyorsunuz. Herhangi bir problemde “Hürriyet Güvenli Alışveriş Sistemi” ve Yeniçarşım’ın başarılı müşteri hizmetleri departmanı hizmetinizde.

www.yenicarsim.com'da 24 farklı kategoride onbinlerce ürün bulunuyor. Giyimden aksesuara, elektronikten beyaz eşyaya kadar aradığınız her şey Yeniçarşım.com’da.

Ayrıca, www.facebook.com/yenicarsim ve www.twitter.com/yenicarsim adreslerinden ise Yeniçarşım’ı takip edebilir, kampanya ve fırsatlardan haberdar olabilirsiniz.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

21 Kasım 2011 Pazartesi

2-3-4-5

Ufaklığa yemek yedirme çabaları içerisindeyken, kendisinden dahiyane bir fikir geliyor

-Annee! Şimdi sana yemekle ilgili bir çözmece söyleyeceğim ( bilmece demek istiyor)

Bozbek : Eee söyle bakalım dinliyorum

-1 diyince bana yediriceksin yemeği, 2-3-4-5 diyince yedirmeyeceksin , anladın mı?

Bozbek : Evet hadi başlayalım

Ve küçük meleğim saymaya başlar : 2-3-4-5

Bu yeni nesil çoook akıllı..


-

19 Kasım 2011 Cumartesi

17.30 VAPURU

Ben seninle vakitsiz buluşmaları sevdim,
Dizimde bıraktığın sıcaklığı,
Saçlarımı okşadığında yüzünde beliren o hınzır gülümsemeni
Avcunun içinde elimi hiç bırakmayacakmış gibi sıkı sıkı tutuşunu
Sabah 9.20 vapurunu

Kadıköy Meydanı'ndaki çiçekçileri,
Gitar çalan gençleri,
Moda'nın denize bakan tenha merdivenlerini sevdim sende

Denizi sevdim, martıları sevdim, kırlangıçları sevdim
Gelipte dönmemeleri sevdim
Sokaklarda aşktan kendimden geçmeyi,
Güven veren kolların beni sarışını sevdim.

Ben sende tüm İstanbul'u, gençliğimi, umutlarımı sevdim.
 Sana baktım kendimi sevdim
Kendime baktım seni sevdim
Denize baktım yine seni sevdim
Başka adamları da sevdim senden sonra,
Onlar için de ağladığım oldu, güldüğüm oldu
Ama hiç sana güldüğüm gibi gülemedim

En çok ellerimizin değil ruhlarımızın birbirlerine tutunmasını sevdim
Seninle ilgili herşeyi sevdim de
Bir tek seni benden ayıran o 17.30 vapurunu
Sevemedim...

16 Kasım 2011 Çarşamba

ŞAKA MISIN SEN BANA HAYAT

Ben ki aylardır offlaya pofflaya evde oturuyorum. Geçici bir iş arıyorum, biraz çalışayım biraz yatmaya devam edeyim diye ve buluyorum sonunda.

İşin yapısı gereği  bolca telefonla konuşmam gerekiyor, 3 haftanın sonunda da fena sayılmayacak bir para geceçek elime. Hayaller kuruyorum, hevesleniyorum, çocukların bakım işini organize ediyorum, bir heves, bir mutluluk, bir heyecan.

İşe gideceğim sabahtan bir önceki akşam neşe içinde sohbet ediyoruz ailecek ve hooop ben de yayın kesiliyor. Aaaa diyorum ama kendi sesimi bile zor duyuyorum. Zorluyorum, çığlık atmaya çalışıyorum tık yok.

Hemen ıhlamurlar kaynatılıyor, gargaralar yapılıyor ama yok olmuyor. Sesim geri gelmiyor.
Kendi konuştuğumu bile duyamıyorum şimdi. Şaka mısın sen bana hayat?

Offff Offf

12 Kasım 2011 Cumartesi

KIRLANGICIM OLUR MUSUN?

Ben bu havalarda en çok muşmulayı severim..

Bir de annemin ince belli bardaklarında içtiğim tarçınlı ıhlamuru.

Bu havalarda sokağa bakıp eski sonbaharlarımı anmayı severim ben,

 Hayallerimi severim, gençliğimi, çocukluğumu

Hep aynı yerde, aynı deli dolu sevgili kucaklar beni.

Kulaklarımda dalga sesleri, ellerim ellerinde , içim sıcacık

Tam soğuk burnumu öper,

 Bir ses uyandırır tatlı rüyamdan, kendime , gerçeğime dönerim..

Ama kulaklarımda hep aynı ses,

Fısıldar bana hep aynı nefes

" Kırlangıcım olur musun?"

RENKLER VE RUHLAR

Sevgili deeptone mimlemiş beni.. Konu " Ruhun Hangi Renk" Ayıca izlediğim bloggerların da ruhlarına bir renk yakıştırmam gerekiyor.

Düşündüm, taşındım ve  sonunda karar verdim ki, hepimizin ruhu rengarenk..

Bloğumun girişinde de yazdığı gibi " İnsan her durumda  bir başkasıdır"

Kimi zaman gridir ruhumuz, kimi zaman özgürlüklere kucak açmış bir mavi, kimi zaman asi bir mor, kimi zaman sevgi pıtırcığı bir pembe, kimi zaman ateşli tutkulu bir kırmızı, kimi zaman karanlıkların en karanlığı siyah.

Bazen umutarımızla birlikte ruhumuz da yeşerir, bazen sönen umutlarımızla birlikte kara sarıya çalar ruhumuz , ilk aşkın karşına çıkar birgün ve bir anda turkuaz oluverir dünya. Geçeklerin duvarına toslarsın ve gri toz bulutlarıyla kaplanır ruhun. Bir çocuk kahkasında mutluluğu keşfeder ve toz pembe bir elbise olur üzerine.

Ben bu aralar gri ve mavi arasında gidip geliyorum örneğin. Yarın ne renk olurum allah bilir.

Bu yazıyı okuyan tüm gökkuşaklarını mimledim..

Sevgiyle..

4 Kasım 2011 Cuma

BIÇAK

Karar vermek ne zordur bazen. Doğru olanı yapmaya çalışmak, vazgeçmek, red etmek, seçmek.

Her karar birşeyden vazgeçiştir aslında. Her seçim, seçmediğinin aklının bir köşesinde "Acaba?" diye yer etmesidir.

Ve vazgeçtiği şeyi şiddetle istemeye devam eder insan ruhu.

Ne seçtiğinden mutludur, ne vazgeçtiğinden üzgün.

İki ucu keskin bir bıçak yaşamak..

Hangi yana dönsen, diğer yanın kanayacak.

3 Kasım 2011 Perşembe

BU HAYAT ÇOK BAYAT

Hayat gerçekten çok bayat..

Hoppalaaa demeyin , evet acımasız bir giriş cümlesi oldu bu ama hayat bayat maalesef..

Günler birbirinin tekrarı. Birbirinin olmasa bile üç gün öncesinin ya da bir ay öncesinin tekrarı..

Aaa ben bu olayı yaşamıştım diye düşünüyoruz ve şaşırıyoruz ya bazen..Şaşırmayın!

Ben işin gizemini çözdüm. Biz o olayı yaşadık evet.. Elbet bir gün yaşadık bir yerde ve tekrar aynısı oluyor. Yani en nihayetinde düşündüğünde kaç farklı versiyonu olabilir ki hayatın ..

Hayatı güzel kılan o tekrarlar içindeki güzel anların tekrarı sanırım..

İnsan mutlu olmaya gülmeye doyar mı hiç? Güzel birşeyler olduğunda hep ilk sefermiş gibi şaşırır heyecanlanır. Ya da bende bir tuhaflık var bana öyle oluyor :)

Bazen böyle hayat üstüne üstüne gelir ya , sıkılır bunlaır yaşamaktan insan. Bilin ki filmin kötü sahneleri tekrara geçmiş .

Ama filmin bütününde güzel şeyler de oluyordur muhakkak ve tekrar sırası onlara da gelecektir.

Söylemesi kolay diyenler vardır elbet. Evet söylemesi kolay, yaşarken ağır oluyor bazı şeyler.

Bazen hiçbir teselli ve umut sözü kar etmiyor hatta küfür gibi geliyor adama.

Öyle zamanlarda en lazım olan şey sıcacık bir kucak. Ama konuşmayan sadece sarmalayan..

Bulup sarılın, hiç konuşmayın, konuşmasına da izin vermeyin..

İyi gelecektir. Bazen seni susarak dinleyen biri, hayattaki kötü tekrarların en iyi ilacıdır.

2 Kasım 2011 Çarşamba

İSKENDER'DEN...

"Kötü baba bir kılçığa benzer.. Boğazına takıldı mı ne çıkarabilirsin ne de yutabilirsin" demiş Elif Şafak...

BİR ŞARKI HERŞEYDİR, HİÇBİRŞEYDİR DE...

Bir mim gelmiş deeptone'dan..Hatırası olan şarkılar ve hatıraları hakkında. Hatta yazısında daha çok kızların olayları şarkılarla hatırladığından bahsetmiş.

İki gündür görev edindim kendime zihnimi zorluyorum zorluyorum aklıma şöyle afilli birşeyler gelsin diye tık yok :)) Yok aklıma bir şarkıdan ve o şarkıya ait iki hatıradan başka hiçbirşey gelmiyor.

Ben de isterdim şöyle havalı bir şarkıyla hatıram olsun, romantik falan olsun ama yok..

Meğer ben ne tekdüze, ne ruhsuz , ne duygusuz, hayatı ne renksiz kadınmışım diye içerleyip duruyorum kendime..

Şaka yapmıyorum hakikaten çok bozuldum ben bu duruma :(

Gelelim şarkıma ..Sezen Aksu " Unut"

Sezen Aksu 88 albümümünden nadide bir şarkıdır ki kankim ile ben çok sever alıp elimize saç fırçalarını evde bağıra bağıra söylerdik. Hatta ikimizin şarkısı olarak bile ilan etmiştik. ( Benim 10 yaşlarıma tekabül eder)

Yıllar geçti, biz büyüdük, başımızda kavak yelleri esmeye başladı.. Aşık olduk her genç gibi..Burnumuzun direği sızlaya sızlaya sevdik..

Ben de aşık olmuştum, herşey yolunda gidiyordu. Birgün heyecanlı heyecanlı buluşmaya gittim sevdiceğimle :) Kadıköy Deniz Otobüsleri'nin orda küçük masalar ve sandayeler vardı o zamanlar büfelerin önünde. ( Hala var mı bilmem) Oturduk, çay söyledik, benim elimde sevdiceğime aldığım hediye..Ama karşı tarafta bir durgunluk, sıkıntı ve kıvranma hali..

Meğer ayrılmak istermiş , başka şehire gidecekmiş. Bundanmış bu kıvranmalar, karşımda ter dökmeler ve buz gibi soğuk olmalar..

O ana dair hatırladığım tek şey , arka fonda çalan Sezen Aksu " Unut" şarkısı ve bana kapak olan aldığım hediye :)) Şimdi gülerek anlatıyorum ama o zaman dünya başıma yıkılmıştı desem yeridir.

Şarkının sözleri ise şöyle :

Kolay olmayacak
elbet üzeleceğiz
mutlaka bir iz bırakacak
belki de çocuk gibi sana küseceğim
seneler sonra utanarak

dokunup birer birer sevdiğin eşyalara
hatta belki ağlayacağım
acı çektiğim doğru ama sen bana bakma
ne olursa olsun seni unutacağım

seni sevdiğimi unut
sevişmelerimiz yalan
unut benide her yalan gibi unut
o sevgiler ki yoktular onlar ümitlerimizdi
ne ümitler yaşandi gel zaman git zaman
ayrıldığımızı unut yalnızlıklar zaten yalan
unut benide her yalan gibi unut
Bu yazıyı okuyan herkesi mimledim :)))
Sevgiyle

29 Ekim 2011 Cumartesi

KENDİNİ KURŞUNA SİPER EDENLER

Heryerde iptal edildi törenler. Ama kutlamalıydık.. Evet belki şenlikler konserler vs.ler iptal edilebilirdi.

Ama yürüyüşler, fener alayları, okullardaki etkinlikler iptal edilmemeliydi.

Deprem nedeniyle yasta isek eğer, televiyonlarda göbek atan kadınlar, halay çekenler, açık bütün eğlence yerleri niye?

Deprem nedeniye yastayız. Hayatını kaybedenlerin, yakınlarını kaybedenlerin, bu soğukta orada yaşama savaşı verenlerin acısını derdini derinden hissediyor ve üzülüyoruz.

Ama bu demek değil ki Cumhuriyetimizi, kurtuluşumuzu, bağımsızlığımızı desteklemeyeceğiz. Anmayacağız..Biraz daha hafifletilebilir fakat yine de anlı şanlı kutlanabilirdi.

Deprem yüzünden bir çok kardeşimizi kaybettik.. Üzüntümüz büyük.

Ya bu vatanın bağımsızlığı uğruna gözünü kırpmadan ölüme gidenler, ya bu Cumhuriyet için kendini kurşuna ve düşmana siper edenler? Onlar hak ediyor muydu törenlerin iptal edilmesini?

Onca şehidin ailesine kim hesap verecek şimdi?

28 Ekim 2011 Cuma

BAŞLIKSIZ

Bir yerde okudum..

Diyordu ki ; " Ne göze alabildim, ne gözümü alabildim"

Al sana bir araf daha !

27 Ekim 2011 Perşembe

ARAF HALİ

Mutlu değilim nicedir, şöyle ağız dolusu  kahkaha atmayalı çook uzun zaman oldu - bağıra bağıra ağlamayalı da...

Ne kahkahalarla çınlıyor evimin duvarları, ne de gözyaşıyla ıslanıyor yastıklarım.

Bazı geceler kendi sesime hasret yumuyorum da gözlerimi , isyan edip bağırdığım hiç olmuyor.

Yorgunum ama dinlenemeyecek kadar da sıkıntılı.

Ne bezginim, ne de girgin.

Ne siyahım ne beyaz.

Ne olduğum yerde olmak istiyorum ne de gitmek istiyorum.

Ne varım ne de yok.

Bir araf hali kavramış ki beni bırakmıyor..Ne bir adım ileri, ne de bir adım geri..

26 Ekim 2011 Çarşamba

MÜGE ANLI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Birileri bana, bu kadının niye bu kadar lanetlendiğini anlatsın lütfen..

Daha 2 hafta önce polise taş atanları lanetlemiyor muyduk? Küçücük çocukları polise- askere kalkan yapıyorlar, ellerine taş verip attırıyorlar diye kınamıyor muyduk?

Ben mi hayal görüyorum acaba? Yoksa bir deprem oldu ve herkes söylediklerini unuttu mu ?

Kadın ne dedi allah aşkına? Dedi de yalan mı söyledi? Aynen bu yapılmıyor muydu orada? Polise, askere taşla , sopayla, molotof kokteyllerle saldırılmıyor muydu?

Ve yine orda canla başla çalışan bizim askerimiz, bizim polisimiz , bizim ordumuz değil mi?

Yardım etmeyin mi onlara dedi? Tam da tersine birlik zamanıdır, yardım zamanıdır dedi. Herkesi yardıma çağırdı..Birilerine de Türk devletinin ne büyük olduğunu hatırlattı.

Birçoğumuzun içinden söyleyip, yükse sesle söylersek yanlış anlaşılırız korkusuyla dillendiremediklerimizi söyledi mertçe..

Gün birlik beraberlik zamanı,, gün birleşme zamanı. Her şerde bir hayır derler..

Bizim yardım etme, kucak açma, af etme zamanımızken- devleti, askeri, polisi taşlayanların da yanlarında zor günlerinde kimin olduğunu farkedip şapkalarını önlerine alıp düşünme zamanı.

Bu bu kadar basit ve insani bir mantık , ve ırkçılıkla ayrımcılıkla hiç ama hiç ilgisi yok.

Bir yerde okudum diyordu ki; Vatanı vatan yapan candır, canı can yapan ise vicdandır..

Ve vicdan tek taraflı olursa bir işe yaramaz...

Yüreğimin doğusu da batısı da göçük altında şimdi. Sadece Van değil tüm ülke enkaz..

24 Ekim 2011 Pazartesi

AHH BENİM YORGUN VE KAFASI KARIŞIK MEMLEKETİM!

Ahh benim yorgun ve kafası karşık memleketim..
Van Depremi'nde binlerce yaralı yüzlerce ölü var..
Bize yakışır mı ölenin ardından kötü söz sözlemek..
Bize yakışır mı kalana daha da beter olsun demek..
Bugün orada deprem oldu, yarın burada olabilir..

Evet hepimizin terör ve teröre destek verenler yüzünden acısı , öfkesi büyük..
Evet devlete , askere karşı terörü destekleyen belki de bazı kişiler şu anda devletten, askerden yardım bekliyor.
Evet hepimizin iç sesi , hadi gelsin de PKK kurtarsın sizi diyor. Hadi giden yardımları Türk Devleti gönderdi diye red edin, siz size yetersiniz diyor.
Bir çoğumuz yüksek sesle ya da iç sesiyle söylüyor bunları. Aklının bir köşesinden geçiriyor.

Ama gün intikam günü değil.
Bugün " ohh oldu , iyi oldu hepsine" diyenlerin, dün Mehmetçiğe kurşun sıkan vicdansız zihniyetten bir farkı yoktur.

Vicdan sahibi olmak duruma , şarta ve olaylara bağlı değildir. Vicdan sahibi olan insan her durumda iyiliğin sesini dinler.
Bizler Çanakkale Savaşı sırasında düşmanıyla yemeğini paylaşan bir millein evlatlarıyız.
Ne oldu da böyle vahşi olduk? Ne oldu da bu denli öfke ve kin dolduk? Bizi kimler bu hale getirdi?

Televizyonda yapılan bir ropörtajı izliyorum..
Bir Kürt kardeşimiz " Burada yanlı kurtarma yapılıyor, Türk ekipleri taraflı çalışıyor" diyor..
Kulaklarıma inanmak istemiyorum, duyduklarım doğru olamaz. Buna gerçekten inanıp söylüyor olamaz. Bu halde bile propoganda ve siyaset yapılamaz.

İnternette yapılan yorumları okuyorum...
Ohh oldu, devletin yapamadığını Allah yaptı diyorlar. Hepsi ölsün gebesin diyorlar..
Gözlerim yanlış okuyor olmalı..Ölene ohh olsun denemez, göcük altında can çekişene sevinilemez..

Ah benim yorgun ve kafası karışık memleketim.
Ah benim bölücülük propogandalarına yenik düşmek üzere olan memleketim.
Nöbet bekleyen askerin şehit oluşuna, depremde zarar görenlere sevinebilecek kadar vicdansız insanların da üzerinde yaşadığı memleketim.

İnanmak istiyorum ki bu vicdansızlar az bu ülkede. Günü geldiğinde rahatça ölebilmeyi ve çocuklarımı bu ülkede gözüm arkada kalmadan bırakmayı umud ediyorum.
ücadel
Rabbim ordumuza, polisimize zeval vermesin. Bir kısmı terör belasını kurutmaya çalışırken operasyonlarda , ateş altında bir kısmı ise deprem zedelerin malını ve canını korumak kurtarmak peşinde.
Yine devletimiz dimdik ayakta, yine yardıma ihtiyacı olanın yanında. Hiçbir koşul gözetmeksizin!
Bizler de dualarımız ve elimizden gelen yardımlar ile destek olalım aynı devletimiz gibi.
Üzerimize düşeni yapalım, hiç bir koşul gözetmeksizi.
Bir köşe yazısında okudum..Diyordu ki
Vatanı vatan yapan Can'dır. Canı can yapan Vicdandır..

21 Ekim 2011 Cuma

SAĞDUYUM NERDE?

Ben o günden beri bekliyorum belki içim soğur diye..

Kaybettiğim sağduyum belki geri gelir diye...

Bir şehitte bir bin şehitte bir bizim için..

Siz hiç teröre kurban verdiniz mi etrafınızdan bilemiyorum

Ben verdim..

Öyle umulmadık anda gelir ki bu başınıza önce şaşkınlıktan acının bile farkına varmazsınız.

Sonra anlam vermeye çalışırsınız olanlara.. Ama bir türlü mantıklı bir açıklama bulamassınız. Öyle ya, hiç tanımadığınız biri ya da birileri , tanıdığınız birini , tamamen sebepsizce, kendi amaçlarını kabul ettirmek uğruna öldürmüştür.

Katil katlettiğinin kim olduğunu bile bilmemektedir. Ortada kişisel bir husumet, alacak verecek davası, hastalık, herhangi bir kaza yoktur.

Sadece öldüren ve ölenin ilişiksizliği vardır. ( Bunlardan herhangi biri olsa bile öldürmek asla kabul edilemez bir davranıştır )

Kendinize bir türlü açıklayamaz ve kabul ettiremessiniz bu ölüm şeklini.

 Neden? Neden? Kafanızdan bu sorular geçer ..Tekrarı azalarak ama hergün..

Öfkeniz büyür, büyür. 

Menemen'de bir subay şehit edilince " Yakın oraları" diyen Başkumandan geliyor aklıma..

Bir yanım " Yakın, yıkın, taş üstünde taş, nefes bırakmayın" diyor..

Diğer yanım " Galeyana gelme, sakin ve sağlam dur. Tam da istenilen bu kaosun yaratılması" diyor...

Sokağımız gelin gibi , bayraklarla süslü..

Kürt kardeşlerimizin nüfusu da fazla bu civarlarda..Eskiden bilmezdik..Şimdi biliyor olmamız farkındalığımızın artmış olması ne acı..

Sokaklarda konuşulanlar, yorumlar duyulunası gibi değil. Bir kıvılcım daha bekler gibi herkes, çok ürkütücü.

Hangi evlerde bayrak yok diye bakarken yakaladım bugün kendimi..

Ve anladım ki, bir uçurumun eşiğindeğiz milletçe..

Sağlam durmak gerek, sağduyumuza sıkı sıkı sarılmak gerek, galeyana gelmemek gerek..

Ama nasıl???

14 Ekim 2011 Cuma

ÖĞRETMEN ATAMALARI

400.000 ...Yanlış okumadınız.. Yazıyla ( Dört yüz bin) ...Öğretmen açığı..

350.000... ( Üç yüz elli bin) ..Atanmayı bekleyen öğretmen..

Bir yerlerde öğretmen yok diye dersler yapılamıyor, çocuklar eğitim hakkından mahrum kalıyor..

Yanyana iki okuldan birinin öğrencileri İngilizce öğrenirken mesela, diğer okuldakiler o dersi boş geçiriyor.

Bir okulda geometri soruları son sürat çözülürken, başka bir okulda o derste öğrenciler öğretmen yokluğu yüzünden etüt yapıyor.

Sonra bu çocuklar aynı sınavlara sokuluyor. Eğitim -öğretim eşit değil ama girilen sınavlar aynı.

Haksız rekabetin, hak yemenin, fırsat eşitsizliğinin daniskası.

Sonra bir yerlerde 350.000 atanmayı bekleyen öğretmen...

Sınavla okul kazanmış, o okulu sınavlarla bitirmiş, yeterliliğini ispat etmiş ( aslında edememiş)

Ama önüne bir sınav engeli daha konulmuş 350.000 öğretmen.

O öğretmenlerin gelmesini bekleyen çocuklar..

İşsiz işsiz etrafta dolaşıp, en sonunda pes ederek güvenlik görevlisi olarak çalışmaya başlayan gencecik eğitimciler..

Ben bu hesaptan birşey anlamadım, ya siz ?

10 Ekim 2011 Pazartesi

EN FAZLA NE KADAR MUTLU OLABİLİRSİN? SÖYLE BANA!

Bir kitap okudum ve hayatım değişti derler ya, ben de bir dizi izledim ve bir hayat dersi çıkarttım.

Bir cümle , şimşek çaktırdı beynimde..

- "Kimin ve neyin öncelikli olduğunu seç" dedi avukat bir babaya.." Gururun ve şerefin mi yoksa ailen mi?

- " Ailem" dedi baba çaresizce..
-" O zaman yapacaksın bunu " dedi. Çünkü yapmazsan" EN MUTSUZ ÇOCUĞUN KADAR MUTLU OLABİLİRSİN ANCA" dedi.

En mutsuz çocuğun kadar mutlu olabilmek...Sanırım ebeveynin mutluluk tarifi tam da bu olsa gerek.
Aslında hiç akıl edilemez birşey değildi  bu duyduğum, her anne babanın içinin en derinlerinde hissettiği ama tarif edemediği bir duyguyu nasıl olup da böyle güzel bir şeklide ifade etmişlerdi.

İşte tam da buna yaratıcılık diyoruz galiba. İnsanı derinden etkileyen, bildiği , hissettiği ona çok tanıdık olan bir duygu üzerinde bile uzunca bir süre düşünmeye iten..Yaratıcılık...

4 Ekim 2011 Salı

Sevdiklerinize Doğum Günü Hürriyet'i Verin








Hürriyet Gazetesi'nden okurlarına doğum günü, sevgililer günü, yıl dönümü ve diğer tüm özel günler için unutamayacakları bir hediye fırsatı!

Doğduğunuz gün Türkiye'de ve dünyada neler olduğunu hiç merak ettiniz mi?

Hürriyet, ilk yayın tarihi 01.05.1948'den günümüze kadar olan tüm baskılarının birinci sayfalarını kullanımınıza sunuyor. Bu sayede aileniz ve sevdiklerinize, doğum günlerine ait sayfayı armağan ederek bu özel günleri unutulmaz kılabilirsiniz. Ya da dilerseniz kendi doğduğunuz güne ait gazetenin ilk sayfasını sipariş edip saklamanız mümkün.

Size özel Hürriyet'inizi, orijinal gazete kağıdına baskılı olarak farklı ebatlarda seçebilirsiniz. Ayrıca ister karton tüp içerisinde, ister özel kutuda, isterseniz de oldukça şık bir ahşap çerçeve içerisinde sipariş verebilirsiniz.



Bir http://www.bumads.com.tr?clientid=c924d10a-f3ff-44a9-928d-d79c3548ec85&offerid=27
" title="bumads" target="_blank">bumads advertorial içeriğidir.

2 Ekim 2011 Pazar

HERKESİN SAKLADIĞI BİRŞEY VARDIR

Yeni bir diziye başladım . Damages. Bu sene 4. sezonu oynuyor . Ben daha yeni keşfettim..2 sezonun ortalarına geldim bile.

Avukatlar, insanlar, sırları...İzledikçe " hadiii ya bu kadar da olmaz" dedirten, düşündükçe " bu az bile, kimbilir daha neler vardır" diye söyleten bir dizi.

Aslında gerçeklerden alıntı.

Herkesin sakladığı birşey vardır...

Hayat hatalarımız ve onları düzeltme çabalarımız arasında geçip giden zamandır...

Bu çabada aslolan oyunu ahlaklı mı ahlaksız mı oynadığındır...

Adaletsizlik puanlar artı hanene yazılırken , kimlerin skorundan çaldığındır ,

Tokgözlülük kendi puan hanenden bol kepçe dağıtmandır..

Herkesin sakladığı birşey vardır, önemli olan ne pahasına saklamaya çalıştığın

Hangi durumda ortaya çıkıp gerçekleri basbas haykırabileceğindir...

28 Eylül 2011 Çarşamba

ANNE BUNLAR BİZDEN NE İSTİYOR?

Bir akşam yemeği masası.

Tüm aile sofrada, televizyonda haberler açık..

Bir şehit cenazesi haberi ..

Arkasından yeni bir sıcak çatışma haberi ve son dakika flaşları...

Sofrada isyan var, araya bir iki de küfür karışıyor...

Haberi izlemekte olan çocukların varlığı unutulmuş kızgınlıktan, öfkeden.

O sırada bu kızgınlığı minicik, masum ve herşeyden habersiz bir ses bölüyor,

Sorduğu soru öyle içten, öyle hesapsız, öyle tarafsız ve öyle yalın ki!

" - Anne bunlar bizden ne istiyor?"

Soru basit ve yalın..Ama düşününce öyle şeyler var ki satır aralarında, buyrun okuyun...

23 Eylül 2011 Cuma

ESKİ DEDİĞİMİZ BİLE ÖYLE YENİ Kİ ASLINDA

Bazen yazıyorum buraya, sıklıkla düşünüyorum, arkadaş sohbetlerinde ise de bol bol mevzusu geçiyor eski günlerin. "Eskiden insanlar" diye başlayan cümlelerimiz var artık. "Eskiden ben okula giderken, eskiden bayramlarda" diye başlayan "ahhh şimdikiler" diye sonlanan.

Oysa ki ben henüz  33 yaşındayım. Oysa ki benim eskim öyle yeniki. Benim kızım henüz 10 yaşında. Aramızda kuşak farkı oluşmasını gerektirecek kadar fazla sene yok.

Hatırlayabildiğime göre eski dediğim bayramların üzerinden en fazla 25 sene geçmiş olmalı. Korkmadığım tehlikesiz yollardan tek başıma okula gidip gelmemin üzerinden de daha fazla sene geçmiş olamaz. Komşu amcaların gerçekten komşu olduğu , abilerin abi olduğu zamanlar çok uzak değil.

Peki bu sürekli yad ettiğimiz, özlediğimiz daha iyiydi dediğimiz eskiler nerde. 25 sene de mi herşey eski oldu, değişti, bozuldu. Suç geçen yıllarda mı, gelişen teknoloji ve internetin gençliği bozmuş olmasında mı, tv yayınlarında mı, ufacık çocuklar için küçük kadın kyıafetleri üreten mağazalarda mı, abuk subuk çizgi filmileri çizenlerde mi.

Yoksa bunları da balll gibi kabul eden, bunlara göbeğini aça aça kucak açan , açmayanı cahil diye dışlayan bizlerde mi?
Özlediğimiz eski aslında çok yeni ama bizlerde o günlere dönecek yürek yok elalem ne der diye...

22 Eylül 2011 Perşembe

Çocuğunuz İnternetteyken Gözünüz Arkada Kalmasın!

Bu video Adobe Flash Player'ın son sürümünü gerektirmektedir.

Adobe Flash Player'ın son sürümünü indirin.







Hızla dijitalleşen dünyaya çocuğunuzun da ayak uydurmasını ve bilinçli bir internet kullanıcısı olarak yetişmesini isterken, güvenlikli bir site bulamadığınız için gözünüz arkada mı kalıyor? O halde en kısa zamanda Tipeez.com’u keşfetmenizi öneriyoruz. Çünkü 1.000.000 çocuk her gün Tipeez’de buluşuyor!

Güvenlikli alt yapısı, çocuk ve gençlere yönelik birbirinden farklı ve eğlenceli faaliyetleri ile Tipeez.com, Türkiye’nin en çok tercih edilen çocuk ve gençlik portalı. 7-14 yaş arası çocuklar Tipeez.com’da güncel haberleri takip ediyor, birbirinden eğlenceli oyunlar oynuyor, hediyeli yarışmalara katılıyor, kendi makalelerini yazabiliyor, kişisel ajandalarını tutabiliyor.

Tipeez, güçlü güvenlik önlemleri, ebeveyne kontrol yetkisi sağlayan özel sistemi ve çocuklara kişisel bilgilerini açıklamadan veya kaba bir dil kullanmadan kendi yaş grubuyla konuşma özgürlüğü veren patentli programıyla, Türkiye’deki her iki çocuktan birinin ve ebeveynlerinin tek tercihi.

Sizleri de, Tipeez'i çocuklarınızla birlikte keşfetmeye ve sitenin size sunduğu imkanlardan yararlanmaya davet ediyoruz: http://www.tipeez.com/


Bir bumads advertorial içeriğidir.


DOLAR KANATLANDI

Son bir kaç ay içinde Amerikan Dolarının ve Altının kazandığı değer takdire şayan. Birileri oturduğu yerden parasına para kattı, garip işçim ve emekçim ise hala, oturduğu odanın elektriğini kapatarak, haftada bir kere banyo yaparak , kışın doğalgazı 1 odada yakarak tasarruf peşinde.

Ekonomisi çökmüş, yerle yeksan olmuş, habire karşılıksız para basan, uluslararası değerlendirme kuruluşları tarafından güvenilirlik notu düşürülen bir ülkenin parasının bu denli değer kazanması ise ekonomide bir çığır.

Ben iktisat okudum. " Para ve Banka" diye bir dersimiz vardı. Para politikaları  ,spekülasyonlar ve günlük olayları işlerdik o derste. Senaryolar yazardık. O acemi halimizle saçma sapan teoriler ürettiğimiz de olurdu ama bakıyorum ki o saçma sapan teorilerimizin hepsi gerçek olmuş.

Ve anlıyorum ki, en basit , en saçma , en gereksiz bir hamle bile bir spekülasyona yol açıp birilerinin cebini doldururken öte yandan bir diğerini boşaltıyor. Ve benim ülkemde cebi boşalan hep sade vatandaş ve küçük yatırımcı oluyor ...

20 Eylül 2011 Salı

BAĞIŞINIZ EKSİK

Kreşe başladı benim minik meleğim. İşten ayrıldım, evdeyim, tutumlu olalım, uzun kreş saatlerine gerek yok vs derken bir ilköğretim okulunun kreşine vermeye karar verdik. İyi de yaptık açıkçası.

Fakat okullar açılmadan önce evraktı kayıttı uğraşırken şöyle bir telefon aldım.

- Aloo Bozbek Hanım
-Buyrun benim
- Ben ............. okulunun aile birliğinden arıyorum. Kızınızın bütün evrakları tamam yanlız 2 top A4 kağıdı ile bağış eksik?!
- A4 'ü anladım da bağış nasıl eksik..Bağış gönüllü bir olay değil mi? Nasıl eksik oluyor..Ya gönlümden kopmadıysa ( Bu son cümle benim iç sesimdi tabi)

Yarın uğrarım dedim ve kapattım telefonu.

Bir sonraki gün gidip eksikleri tamamladım ve meleğim kreşte.

Ama hala " Bağışınız eksik" sesi kulaklarımda.

Nasıl anlamsız, devrik, amaç dışı ve sinir bozucu.

Daha neler göreceğiz bakalım...

15 Eylül 2011 Perşembe

YA ŞUNDADIR YA BUNDA, ACABA HANGİ MACUNDA

Geçenlerde gazetede, dişindeki iltihap kanına karışınca ölen birinin haberini okudum. Ne kadar doğrudur bilmem ama diş sağlığımıza yeterince özen göstermediğimiz bir gerçek. Diş sağlığını korumanın ilk adımı dişleri düzenli fırçalamak. Burada şu soru devreye giriyor. Hangi macunla?
Reklamları izledikçe, popüler dergileri karıştırıp bazı reklamsal yazılar okudukça kafam dehşet karışıyor. Ben ki bir dönem medikal alanda faaliyet gösteren bir firma için PR çalışmaları yaptım. Bu sektörlerde reklamın -pazarlamanın nasıl yapıldığını, nasıl yürüdüğünü iyi bilirim.

Sorarım size biz hangi diş mucununu kullanacağız? Ya da aynı anda kaç farklı diş macunu kullanmamız gerekiyor? Çürüklerden korunmak için ayrı, tartar ve diş eti hastalıklarından korunmak için ayrı, eğer diş minemizde hassasiyet var ise ayrı, dişimizde çürük oluştu ise ayrı, nefesimiz kokmasın diye ayrı, sigara içiyorsak ayrı, kahve tutkunu isek ayrı, ona ayrı buna ayrı. Basit bir hesaplama ile en iyi ihtimal 3 tane diş macununu eş zamanlı olarak kullanmamız gerekiyor. Diğer bir ihtimal bu diş macunlarını karıştırıp yeni nesil çok amaçlı bir diş macunu elde etmemiz gerekiyor.

Bir markete gidip diş macunu seçmek oldukça basit bir işlem olması gerekirken , gittikçe dünyanın en stresli ve en düşündürücü işi olmaya başladı. Oysa ki diş macunu ne işe yarar? Dişleri ve ağız içini yiyecek artıklarından ve dolayısıyla bu artıklar yüzünden oluşan bakterilerden temizlemeye. Bakterilerden temizleyerek çürük olmasını ve diş eti hastalıklarının oluşumunu engellemeye. Bir de diştaşı oluşumunu engellemeye fakat diş doktrumun dediğine göre bazı ( hatta ülkemizdeki birçok) insanın tükürüğünde bulunn bir madde nedeniyle ne yaparsan yap diş taşı oluşumuna meyilliyiz, bu yüzden belli aralıklarla dişçimizi ziyaret etmeliyiz.

Kişisel fikrimce diş minelerini aşındırmadan temizleyen bir diş macunu herkesin işini görecektir. Hangi diş macununu kullansam diye karalar bağlayıp, rafların önünde uzunn uzunn vakit geçirmeye hiç gerek yok. Bir diş macunu için bir servet ödemeye ise hiç ama hiç gerek yok.

Dişlerini ve dilini düzenli fırçalayan, diş ipi kullanan ve gerekli aralıklarla diş hekimine giderek kontrollerini yaptıran bir insanın hangi diş macununu kullandığının pek bir önemi yok. Gerekli olan bu tedbirleri uygulamayanlara ise hangi diş macununu kullanırsa kullansın o diş macununun bir etki göstereceği yok. Bundan da hangi sonucu çıkartıyoruz?

Önce kişisel hijyenimize özen gösterelim. Çocuklarımızı bu şekilde yetiştirelim. Gerekirse bıkmadan yılmadan hergün dişlerini fırçalayıp fırçalamadıklarını takip edelim, bir kereden birşey olmaz mantığından vazgeçelim. Sonra da kesemize uygun, aklımıza yatkın bir diş macunu seçip yolumuza devam edelim.

Düzenli olarak diş doktorunu ziyaret eden biriyseniz zaten gerekli olan ek bir tedbir var ise onun yönlendirmesi ve reçetelemesi sonucunda kafanız karışmaz ve ihtiyacınız olan ürünü temin edebilirsiniz gönül rahatlığı ile.

"Bir diş doktoru muayenesi kaç para ? Biliyor musun sen?" diye sorulduğunu duyar gibiyim. Evet ülkemizde özel bir diş doktoruna gitmek büyük bir külfet. Çocuklarla ilgilenebilen bir diş hekimi bulmak zor. O halde ne yapacağız..Devletimizin açtığı ağız ve diş sağlığı hastanelerinden, diş hekimliği fakültelerinin polikliniklerinden, devlet ve ssk hastanelerinden yararlanacağız. Özel bir diş hekimine gittiğimizde karşılaşacağımız konforu bulamayacağız tabiki de ama hiç gitmemekten iyidir değil mi?

Sevgiyle..

25 Ağustos 2011 Perşembe

2 *2 = AŞK EDER Mİ?

Niye herşey bu kadar dünyevileştirilme çabasına bu aralar pek anlamıyorum...
Herşeyi bir hesaba oturtmak, planlamak, analiz etmek, açıklamak isteği de nereden çıktı..

Aşkın matematiği, aldatma istatistikleri, sevginin sayısal gücü, en harika seks reçeteleri, en romantik aşk sözcükleri kitapları falann falan...

Aşkı bile akışında yaşayamıyorsak, kıskançlığımızı bile bir matematiğe oturtmaya çalışıyorsak, içimizden gelen saçma sapan sözleri değilde kitaplardan okuduğumuz " romantik aşk sözcükleri"ni fısıldıyorsak sevdiceğimizin kulağına, diğer yarımızla sevişirken bile aklımızda tavsiyeler, öğütler varsa biz niye yaşıyoruz ki...

Oysa ki aşk, gerçeklikten ve dünyevilikten en uzak duygudur. Aşık insan bir nevi Arafta yaşar. Aşık insan gönlüyle görür, kalbiyle duyar, nefesiyle hisseder. Beyin de, dünya da , mantık da devre dışıdır aşkta. Aşkı mantığa oturtmaya çalışan sanmasın ki aşıktır.

Aşık, maşukunun uydusudur. Hesapsız kitapsız döner çevresinde. Aşık maşukla yanar, maşukla söner.
Aşığın aşkı aşığa da yeter, maşuğa da...

Aşk hesap yaptırmaz, aşk ama eder gözleri, aşk açar gönül gözünü, aşk duymak istediklerin dışında herşeye kapatır kulaklarını, aşık maşuktan gelen eziyeti bile zevk kabul eder de sevinir...Kimseyi dinletmez. Aşk uçar, uçurur, yere vurur, savurur..Güldürür , ağlatır, karalar bağlatır..

2 kere 2 aşk etmez. Aşk matematikle izaha gelmez...

*****Fotoğraf internetten alıntıdır.

23 Ağustos 2011 Salı

Alo! Facebook'tan Arıyorum…







Dünyada ve Türkiye’de bir ilki gerçekleştiren Rocco ve Turkcell, Facebook’ta cep telefonu üzerinden iletişimi başlattı. Rocco Sıkısakız için Turkcell altyapısı ile hazırlanan “Facebook’tan cep telefonu ile arama yapma servisi”ne sadece telefon numaranızı vererek dahil olabiliyorsunuz. Linke tıklayıp http://www.facebook.com/roccoloji kaydınızı tamamladıktan sonra uygulamaya kayıt olan herkesle Rocco’nun hediye ettiği 30 dakikayı kullanarak konuşabiliyorsunuz. Nasıl mı? İşte videosu...

Üyelerin telefon numaraları görünmediği için hem eğlenceli hem de çok güvenli olan Rocconnect Tıkla Konuş ile bedava konuşmak için Turkcell abonesi olmanız ve bir Facebook hesabınızın olması yeterli.


Bir bumads advertorial içeriğidir.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

ASKILAR İÇERİ!?

Biz kadınlar..Sütyen askılarımızın kıyafetimizin sağından solundan gözükmesinden ne zevk alırız?
Askısız sütyenler, askılı ya da straplez bir bluz giyildiğinde kullanılmak üzere icad edilmemiş mi?

Sırtımızın iki yanından gözüken sütyen askılarının estetik olduğunu düşünüyorsanız değil hiççç değil.

Aksine çirkin ve abesle iştigal. Bir kadının özellikle sütyenimin askısı gözüksün diye giyineceğine ihtimal vermiyorum..E aynaya bakmadan çıkacağına da ihtimal vermiyorum gözünden kaçmış ya da dalgınlığına gelmiş olsun.. Çirkin ama boşver diye düşüneceğine de ihtimal vermiyorum..Askısız bir sütyen alamayacak kadar parası olamayacağına da ihtimal veremiyorum...Zira en kötüsü pazarda 3 tanesi 10 TL...

Eeee, o sütyen askıları niye özgürlüğünü ilan etmiş durumda? Eskiden kadının bir gizlisi saklısı- bir mahremi vardı. Dolayısı ile bir gizemi , çekiciliği, nezaketi ve seksepalitesi. Şimdi sütyen askımıza kadar herşey ortada.

Bu gidiş iyi değil..Hayırlar ola...

11 Ağustos 2011 Perşembe

ÇOK UZAK AMA VİCDANIMIZ KADAR YAKIN!

Afrika!da insanlar ölüyor. 5 milyon insan "ölüm sınırında".Dikkatinizi çekiyorum, "açlık" değil ÖLÜM SINIRI"nda.

90 günde 29.000 ( YİRMİDOKUZBİN) çocuk açlıktan öldü. Yemek yok, su yok, ilaç yok..

Dünya devi ülke 1 senede evcil hayvanlar için 40  milyar dolar harcıyor, oysa ki orası 1.5 milyar dolara kurtuluyor...

Otellerde, restaurantlarda, evlerde tonlarca yemek çöpe gidiyor..Onlar bir dilim ekmeğe muhtaç...

Senede tonlarca kullanılmayan ilaç çöpe atılıyor, etrafı zehirliyor..Oysa onların en basit salgın hastalıkları bile tedavi edebilecek ilaçları yok..

Bizim burda bir teyzem bütün sokak kedilerini özel mamalar ile besliyor...

Başka bir araç her gün onlarca kilo eti sokaklardaki hayvanlara getirip dağıtıyor...

Komşu çocukları bir giydiklerini bir daha giymiyor..Bakkaldan alınan abur cuburlar daha yarısına gelmeden sokakta üstünde tepiniyor...

Orada, çok uzaklarda..Ama vicdanımız kadar bize yakın bir yerlerde her 6 dakikada açlıktan bir kişi ölüyor. Bir çocuk yetim kalıyor, bir anne evladını yitiriyor, bir aile direğini kaybediyor...

Hadi uyuyalım bu gece mışılll mışılll..Komşumuz açken!

2868'e 1 boş mesaj 5 TL../ 200 TL 6 kişilik bir ailenin -1 aylık yemek masrafı..Türk Kızılayı destek bekliyor..

Afrika çığlık çığlığa, ne olur kulaklarımızı tıkamayalım...

3 Ağustos 2011 Çarşamba

NE VERİRSEN ELİNLE-O GELİR SENİNLE

"Ne verirsen elinle, o gelir seninle " dedi annem dün.."Öldükten sonra arkandan bin hatim de indirseler ne olacak sen yaşarken iyilik yapmadığın sürece " diye devam etti." "Gençlik gelmez bir daha, gücün kuvvetin yerinde iken yapabildiğin kadar yardım yap kızım, kimseye kin gütme, bırak sana kötülüt yapsınlar, sen iyilik yap onlar utansın, kötülüğe kötülükle karşılık vermek cahilin ve zalimin işidir, vicdanından kork, çok şey isteme, her arzu bir kahırdır, istedikçe isteğinin esiri olursun, elindekilerin kıymetini görmez olursun" dedi.

Çoğu bulmasan da azla yetin , mutlu ol, evinde huzur varsa sen çoksun zaten, çocuklarınla yatabildiğin kadar aynı yatakta yat, bırak o psikoloji savsatalarını. Çocuk sevilmek ister, çocuk dokunulmak ister, geldi mi 12-13 yaşına istesen de zaten yatmaz seninle..Büyümeden mıncıklayabildiğin kadar mıncıkla çocuklarını dedi.
Annem döktürdü dün..İyi de oldu..

Rejime inatla devam

Dün akşam iftarda : Tarhana çorbası, peynir, zeytin, salata, yoğurtlu havuç salatası, zeytinyağlı semizotu, çay

İfatrdan sonra : Su, Su,su,su

Sahurda: 1.5 haşlanmış yumurta, kahvaltılık, roka-kuzu kulağı- domates-salatalık-avucumun yarısı kadar ramazan pidesi, çekirdekli siyah üzüm

2 Ağustos 2011 Salı

RAMAZAN, Dün, Bugün, Yarın

Ramazan geldi geldiii..Heryer de bir etkinlik, her alışveriş merkezinde bir ramazan eğlencesi var. Sahurlar bir ayrı güzel. Oldum olası sahura kalkmayı çok sevdim. Oruç tutsam da tutmasam da, küçücük bir çocukken bile kalkardım sahura.
Teraviye giderdik annemle. Bütün mahallenin çocukları gelirdi anneleri ve babalarıyla. Babalar alt katta, çocuklar anneleriyle birlikte üst katta olurdu.

Herkes secdeye yatardı, biz kalkardık. Seyrederdik namaz kılanlanlarıif , eğlenirdik, kıkırdardık, keyi
if alırdık.

Tekke orucu tutardık. Sahurdan öğlene ya da öğlenden iftara kadar..Birbirimize hava atardık. Mahalle camisinin kuran kursuna giderdik.

Kimse kimsenin camına bakmazdı acaba oruç tutuyor mu diye, oruç tutmayan da geçen davulcudan rahatsız olmazdı uykumu bozdu diye..

Büyükler çocuklara sokakta birşey yememeyi tembihlerdi , edeptendi sokakta birşey yenmezdi Ramazan Ayı'nda..

Yine böyle sıcak günlerdi Ramazan..Sokakta oynarken oruçlu olduğumu unutmuş , bir şişe suyu dikmiştim kafama..İçtiğim en tatlı suydu hala hatırlarım...

Mahallemize iftardan sonra zincir salıncakçı gelirdi, çekirdekçi 1 çay bardağı 10 kuruştan çekirdek satardı.

Velhasıl güzeldi.

Şimdi hertürlü kursa gönderiyoruz da çocuklarımızı, kuran kursuna gönderdik mi kopuyor kıyamet. İtiraf edin çocuğunuzu siz göndermek isteseniz bilene etrafınızda sizi ayıplayacak bir sürü densiz vardır. Gerçi ben prim vermiyorum onlara..

Her türlü dansı yapmalarına izin var da teravih namazına gitmek isteseler alıyor bizi bir telaş ne oluyor bu çocuğa diye...

Herkes herşeyi yiyiyor sokakta, kimse Ramazan olduğunun farkında bile değil Özgürüz ya " İnsan Hakları"

Oruç tutan milletin camını gözlüyor cadı avcısı gibi acaba hangi komşu tutuyor hangisi tutmuyor diye, oruç tutmayan ramazan davulcusuna kallavi bir küfür savuruyor uykusu bölündü diye..

Velhasıl ben küçükken güzeldi, şimdi ehh çekilebilir derecece keyifsiz, 10 sene sonrası için hiiiiç iyi umutlarım yok....

Rejime devam bu arada,

Sahurda : 1 yumurta, beyaz peynir, bol domates -salatalık- roka-kuzu kulağı- süt ya da ayran, bol su, şekersiz çay, zeytin, çorba, ceviz, meyve

İftarda : Kahvaltılık vazgeçilmezimdir olmassa olmaz, çay ezanla birlikte demlenmiş olmalı, tarhana çorbasına ölürümm-biterim..Sonra bilirsiniz ki tıkanır insan. Ama iyi yapılmış bir mevsim salatası ( Sızma yağlı) zeytinyağlı soğuk bir yemek..Arada tatlı kaçamğımız olsun ama dimi.. Fırında sütlaç :)) Bol su, bol su, bol suu

Çocukuluğmdan bir mani :

Tarhana tartar
boğazımı yırtar
Baklava kardeş
Gel bizi kurtar....

Haydi hayırlı iftarlarrr


Velhasıl güzeldi...

31 Temmuz 2011 Pazar

2 GÜNDÜR NE YEDİM? NE İÇTİM

29 Temmuz'da

Sabah : Bir kase müsli ( bol sütlü- fakat bir kasee müsli beni neylesin mümkün değil kesmez) yanına 1 muz,
sonrasında bol bol şekersiz çay

Öğlen : Mercimekli kabak ya da kabaklı mercimek her ne derseniz ismine..( Bildiğiniz kabak yemeği pişirirken , içine haşlanmış mercimek atıyorsunuz- Malatyalı bir arkadaşımın tarifi) Bir kase yoğurt- 3 çatal makarna ( Kızım yaptığı için hayır diyemedim, sarmısaklı yoğurt yerine - soğanlı ve naneli yoğurt sosu yapmış hanımefendi , sosa her ne kadar önyargı ile yaklaştısam da hiç de fena değildi açıkçası)

Akşam : Kızarmış tavuk, salata, ayran

Gün içinde : Bol su, canım istedikçe meyve, biraz badem ve yaban mesini


30 Temmuz'da

Sabah : Naz'ı piyano kursuna yetiştirmek için ayak üstü sokakta kahvaltı..Kızlara tost bana meyve..Even çıkmadan ağzıma büyük bir porsiyon dil peyniri atmıştım ama..Öğlene kadar beni idare etti..Naz dersteyken ben ılık limonlu ballı su içtim kursun kantininde. Gözümün önünden sıcacık poğaçalar geçmiyor da değildi hani.Ama tuttum kendimi..

Öğlen : Yine o mecimekli kabak yemeğini yedim . O kadar çok yapmışım ki bitmek bilmiyor. Kızlar da bana eşlik edince azaldı biraz. Yanına  da 2 kase yoğurt

Akşam : Kabus gibi! Yine mercimekli kabak ama sonunda bitti. Sanırım uzunca bir süre kabak ve mercimek görmek istemiyorum. Yanına bol salata ve yoğurt yedim. Pazardan aldığım kuzukulakları salatama çok hoş bir tat vermişti. Hafif sarmısak aromalı sızma zeytinyağım ile tam tetematiyle ağzıma layıktı. ( Taze sarmısakları ayıklayıp bir kavanoza doldurdum , üstüne sızma zeytinyağı döktüm. Bir kaç gün durunca yağın aroması mükemmel oldu, hem de sarmısaklar bozulmuyor)

Aralarda : Kayısı, kırmızı erik, çay, su, ayran

31 Temmuz

Sabah : Bu sabah pazar olmasından dolayı harika bir kahvaltı ile ödüllendirecektim kendimi . Çiçek ekmeğin 1 çiçeğini yiyecektim. Yumurtalar çeşit çeşit peynirler vs. Fakat dün akşam aldığım bir ağrı kesici ağır gelince, öyle bir mide bulantısı ile uyandım ki; siyah zeytin, domates, bir parça kızarmış ekmek ve bol çayla kapattım kahvaltıyı...

Şimdilik bu kadar..Farkettim ki kızlar da benimle birlikte anne bu yararlı mı ?bunun içinde ne var ? içinfarkındalıklarını arttırmaya başladılar..

Sevgiyle

28 Temmuz 2011 Perşembe

YENİ YENİ YEPYENİ

Yeni bir beslenme sistemine geçtim yaklaşık 1 aydır.. Vermem gereken 3-4 kg fazlam vardı, verdim..

En önemlisi, artık kendimi yorgun, şişkin ve bitkin hissetmiyorum.

Ne mi yapıyorum? Ne mi yiyiyorum?

Aslında çok büyük birşey değil..Karbonhidratı çıkardım hayatımdan.Karbonhidratı çıkartım  derken 0 karbonhidratla yaşıyorum gibi algılanmasın çünkü insan sağlığı açısından bu oldukça zararlı. Kötü karbonhidrat tüketmiyorum sadece. Yani ekmek, makarna, unlu mamuller, pilav,şekerli gıdalar, şeker, işlenmiş gıdalar, işlenmiş içecekler, transyağ ve transyağ içeren ürünler( margarin) vb..

Ne yiyorum?

Bol bol süt ve süt ürünleri, yumurta, et, sebze, ayran, su, soda, meyve, salata, balık, tavuk, nadiren bulgur, mercimek, çorba zeytinyağı, tereyağ vs.

Bugün Ne Yedim..

Sabah : Peynirli ve maynonozlu omlet ( 2 yumurtadan, tereyağı ile yapılmış)
            Domates, salatalık, kapya biber, yeşil zeytin, yağsız kızartılmış hellim peyniri ( 3 parça)

Ara    : 1 bardak ayran,

Öğle  : Tarhana çorbası, bir kase yoğurt, dolu bir tabak taze fasulye( zeytinyağı pişirildikten son
ra eklenmiş)

Akşam menümde ise, yine bir kase tarhana çorbası ızgara somon ve haşlanmış sebze var.

Akşam yemeğinden sonra şekersiz Türk Kahvesi, ilerleyen saatlerde dondurma ( bu bir kaçamak ama yapmadan duramıyorum bu kaçamağı)..

Gün içinde bol  bol su, şekersiz çay, bitki çayları, arada ağzıma attığım fındık, badem, yaban mersini, serinlemek için yediğim meyveleri de unutmamak gerek sanırım.

Hergün yediklerimi yazıcam, beni yönlendirebilecek kişilerin yorumlarını bekliyorum :)

YANDIK, YANIYORUZ,YANACAĞIZ

Kavruluyor etraf...2 gün önce Mecidiyeköy Meydan'daki gösterge 44 dereceyi bağırıyordu basbas..Biz elimizdeki şişe suları kafamızdan aşağı boca ederecek eve atmaya çalışıyorduk kendimizi..

Bir sokak temizlik görevlisi gördüm, küçük bir büfede ekmek satmaya çalışan bir teyze gördüm, arabalara su satan ufak bir çocuk gördüm, bir simitçi gördüm, bir fırıncı, bir inşaat işçisi, bir tartcı amca, kimlikleri pvc kaplayan bir delikanlı, çiçekçi, mısırcı, dönerci..Farkettiklerim bu kadar , bir o kadar da farketmediğim vardır.

Hayat ne zor, hele bu sıcaklar onlar için ne kadar daha zor..Allah yardımcıları olsun..

18 Temmuz 2011 Pazartesi

ON ÜÇ

13 tane genç. 13 tane evlat. 13 tane sevgili. 13 tane can. 13 tane arkadaş. 13 tane insan. 13 büyük yürek. 13 tane hayal. 13 tane gelecek. 13 tane sevgi. 13 tane aşk. 13 tane baba. 13 tane koca. 13 tane komşu. 13 tane vesikalık resim. 13 çift ayak, el, göz, kulak. 13 nefes.

Yangından mı? İhmal mi? Siz yapmadınız mı?

Haydi ordan kafa karıştırmayın! O dalyan gibi delikanlılar oraya piknik yapmaya gitmedi. Piknik ateşinden çıkan yangından ölmedi! Silahla oynarken birbirini vurmadı!

Askerin morali mi bozuk? Yorgun mu?

Bu nasıl bir açıklamadır. Bu bir partinin genel başkanına yakışır mı? Biz ki ordumuzla heryerde övünürken, biz ki onları yüceltirken ne moral bozukluğu. Bu üçbeş çapulcuya yeşil ışık yakmak değil midir? Bu koskaca şanlı ordumuza büyük hakaret değil midir? Bu o üçbeş çapulcuya yüz vermek , onları yüceltmek değil midir?

Senelerdir sürüyor bu mücadele. Artık herkes neyin ne olduğunu çok iyi biliyor.

Artık eşkiya içimizde, büyük tehlike!

OLSA

Ege'nin bir köyünde evim olsa.. Verandasında rahat bir divanı, bahçesinde kocaman incir ağacı. Dutlara çocuklar dadansa, hortumla bahçeyi sularken kendimizi tatlı bir su oyununun içinde bulsak.

Samimi teyzelerin samimi kahkahaları ve öğütleriyle dolsa kulaklarım. Cep telefonu hiç çekmese mesela, kapıdan sütçü yoğurtçu geçse..

Sıcak günler , sıcak sohbetler ve serin ev yapımı şerbetlerle renklense.. İstanbul'dan misafirlerim gelse, telaş- heyecan yapsam, kuş uçmaz kervan geçmez bir koyda maviliklere kulaç atsam...

Tozdan kirlense ayaklarım, çocuklar sokaklarda koştırmaktan yorulsa, sessizce ve mutlu olarak yorgunluktan sızsa, dudaklarının kenarında tatlı bir tebessüm olsa, sivrisinekler için cibinlik yapsak, cırcırböceklerinin sesinden uyuyamasak..

Herşey öyle doğal , öyle kendi ritminde aksa ki sinir stres bir yere yetişme telaşı olmasa. Akışa bıraksak kendimizi, özümüz gibi, kendimiz gibi, doğamız gibi olsak...

13 Temmuz 2011 Çarşamba

BRE AVANAK

Eyyy bre gafil BOZBEK. Bre densiz, bre ahmak bre yurdum sisteminin hala tersten işlediğini akıl edemeyecek kadar avanak.

Bakırköy , Şirinevler'e yakın diye o İŞKUR'a bağlı olduğunu sanıp kontrol etmeden gidersen, tuzluk gibi kalırsın kapı önünde.

Meğer Bakırköy, Beyoğlu İŞKUR'a bağlıymış, o da Beyoğlu'nda değil Tophane'de imiş zaten..

Ayrıca herhangi bir İŞKUR'a gitsem de oluyormuş, boşuna dolanmışım avare gibi sokaklarda güneşin altında..

10 Temmuz 2011 Pazar

EV HAYATI-VOLUME 2 ( TELEVİZYONLAR)

Çalışırken en çok özldiğim de televizyon izlemekti. Elime kahvemi alıp uzun uzun bir sonraki günü düşünmeden tv izlemek fantazi gibiydi benim için.

Evde olunca malum, tv karşında duruyor ve yapacağın işlerin bir çoğu ertelenebilir olduğundan vakit bir hayli bol.  Gerçi evde çoluk çocuk bağırtısından hayal ettiğim şekilde izlemem pek mümkün olmasa da yine de uzunca bir süre ( bana öyle geldi) yaptım bu tv izleme molalarını.

Kahvaltıdan sonra masayı olduğu gibi bıraktım hatta. Yayıldım tv karşısına, o program senin bu program benim dolandım durdum. Elimde ince belli, bardak bardak çay keyfi yaptım. ( Ben 20 li yaşlarıma kadar 1 bardaktan fazla içmezdim ama şimdi içmessem bardak bardak başım ağrıyor- gittikçe anneme benziyorum-yaşlanıyorum sanırım)

Tv izledin de ne oldu diye soranlar..Karar verdim ki bizim memleketin insanları çıldırmış..Kesen, biçen, doğrayan, evinden kaçan, yan komşuyla işi pişirip bu ahlaksızlığa kocasını bile ortak eden bir de televizyonda bunların ortalığa dökülüp saçılmasından hiç çekinmeyen..

Programlarda kendine koca arayan 20'lik kızlar..Hadi 50 üstünü bir nebze de olsa anlayabiliyorum ( anlamak için kendimi zorluyorum-yanlızlık zor iş hele ki yaşlıyken) ama o 20'lik tazelere aklım hiç ermiyor.

Yahu bunların ana babaları mı yok yoksa bizimkiler mi çok tutucu? Ben böyle birşey yapsaydım bizimkiler beni kapı önüne koyardı diye düşünüyorum..

Yemekteyiz de birbirinden çeşni insanlar.. Yahu bu insanlar gerçek mi? Üstüne gecelik geçirip şıklık yarışına girenler üstüne bir de o kadar hakaret işitip pişmiş kelle gibi sırıtmayı becerenler.

Dizilerde bir sürü ensest, tecavüz, taciz..

Ben iyi  ki televizyon izlemiyormuşum dedirtti bana tüm bu gördüklerim. Kendime evin içinde oyalanacak yeni şeyler bulup derhal elimi ayağımı çektim bu tv işlerinden. Zira memleket çıldırmış, insanlar benim bıraktığım gibi değil...

6 Temmuz 2011 Çarşamba

EV HAYATI -VOLUME 1

Çalışan bir anne ve eş olmaktan yarı çalışan olmaya geçeli pek olmadı..

Bir sürü okuyamadığım kitabı satın aldım, filmlerle doldurdum evi. Okuyacağım seyredeceğim, yazacağım düşüncesiyle..

Ama genlerim mi baskın çıktı bilmiyorum anam gibi kendimi temizliğe verdim bir anda. Canım çıkarcasına temizledim temizledim. Temizledim ama bir türlü temiz gelmedi. ( Hala da gelmiyor). Tüller perdeler yıkandı, beğenmedim bir daha yıkadım, beğenmedim bir daha..En sonunda tansiyonum fırladı hayatımda ilk defa. 17-12 oldu, pes ettim.

Kızım bütün arkadaşlarını eve topladı, geçen onca senenin acısını çıkarırcasına. Evde partiler , davetler.. Anne evde ya..

Arkadaşlarım, komşularım bana bir rağbet bir rağbet.. Çaya kahveye çağıran, gelen giden. Hoşuma gitmedi değil doğrusu.

Ama hala bir düzen oturtmadı..Kitaplarımı okuyamadım, filmlerimi seyredemedim, istediğim el uğraşlarıma başlayamadım vs vs vs..

Bu hafta başlayacağım diye söz verdim, hadi hayırlısı

Sevgiyle

4 Temmuz 2011 Pazartesi

UZUN BİR ARADAN SONRA

Uzun bir aradan sonra merhaba..

Baktım da bir ay olmuş yazmayalı, bir ay olmuş yazacaklarımı biriktireli, unutalı, sonra tekrar hatırlayalı..

Bir sürü anı biriktirdim , biriktirdiklerimi yitirdim. Anladım ki insan zihni unutuyor, akıldaki kelimeler usulca uçup gidiyor. Yazmayı çok sevmeme rağmen başucunda kağıt kalemle yaşayan biri olamadım hiçbir zaman. Oysa ki herzaman çok özendim kafasında uçuşan kelimeleri aceleyle not edenlere. Elinde fotoğraf makinası hayatın peşinden koşup saniyeleri kayda alabilenlere.

Farkettim ki hep acele yaşadım ben. Hep acelem vardı. Hep birşeylere , biryerlere, birilerine yetişmek, yetmek, zamanımı bölüştürmek zorundaydım.

Uykularım bile bölük pörçük, sabah çalacak alarmı kaçırma korkusuyla tedirgindi. Yumuşacık yastığım diken gibi geldi çoğu zaman, keyifli olması gereken kahvaltılar ayaüstü atıştırmalık, öğle yemeği saatleri bilgisayar karşısında işten ödünç alınmış vakitlerdi.

En çok sevdiğim filmi bile izlerken geceleri uyumamak için efor sarfettiğim oluyordu, tam kitabıma kaptırmışken kendimi yarın sabah erken kalkacağım telaşıyla uyumaya zorladım kendimi bir çok gece. Zorladıkça uyuyamadım, uyuyamadıkça yorgun kalktım, yorgun kalktıkça sinirli bir canavara dönüştüm.

Ne kendine yetişebilen, ne başkalarına yetebilen, herşeyi bölük pörçük , herşeyi yarım yamalak olan, yarım keyiflerden ortalama zevkler çıkartmaya çalışan bir ben.

Şimdiye kadar para telaşı, taksit derdi vs derken ne işten vazgeçebildim, ne isteklerimden. Ne işten keyif alabildim, ne de yaptıklarımdan.

Radikal bir karar verdim ve yeni bir hayata adım attım artık.. Esnek zamanlı çalışıyorum.. Kah evimden çok işim olursa ofisimden. İşler aksamadığı sürece kafama göre açıkçası. Bir nevi yarı ücretli izin belki ücretsiz.

Bir de böyle deneyeceğim hayatı, anne olmayı, eş olmayı, kendimi yaşamayı..

Bir de böyle yazacağım yazılarımı.

Sevgiyle

2 Haziran 2011 Perşembe

ALINTIDIR

Mail yoluyla geldi aşağıdaki yazı. Okudum içim titredi, paylaşmak istedim...

Ömrümün her anında seni anmak dilerim


Lakin halim el vermez unuturum

Kalbime zikrini yerleştir uyandır beni

Ölüm anımı seni anarak yaşamak isterim

Lakin mecalim yetmez susarım

Dualarımı katına eriştir yandır beni

Hesap günü seni razı etmeyi arzu ederim

Lakin sevabım yetmez korkarım

Yaptıklarımı hayra eriştir iyilerle andır beni



Sana tevekkül ettim vekilim sensin

Sana iman ettim sahibim sensin

Sana sığındım sırdaşım sensin

Sana güvendim veliyyim sensin

Sana bağlandım dostum sensin

Sana tutunuyorum bütün varlığımla

Kimsenin yere yıkmasına izin verme beni



Sen ki herkesin her ihtiyacını her an görüp gözetirsin

Sana ayandır her türlü niyet ve hareketim

Sen ki sonsuzluk istediğini kalbime ilham edersin

Sana malumdur bütün dualarım ve isteklerim

Sen ki zayif ve acizleri yetim ve yoksulları kollayıp gözetirsin

Sana aşinadır acizliğim ve yetimliğim

Sen ki öncelikle yoksullara keremde bulunmayı seversin

Sana aşikardır sevapça yoksulluğum ve eksikliğim

Niyetlerimi güzelleştir ihlasa eriştir beni

Ömrümü ebede bitiştir cennetine yerleştir beni

Yoksulluğumu rahmetine ayine eyle baskasına el açtırma

Günahlarımı gufranına bahane eyle yüzümü kara çıkarma

HAYIRLI KANDİLLER....

31 Mayıs 2011 Salı

HAYDİ SİZ DE KAZANIN

Aşağıdaki linki tıklayıp, üye olmanız ve en çok üyeyi getirmeniz halinde FAtih Sultan Mehmet imzalı bir Ipod sahibi olabilirsiniz..

http://www.saklisehir.com/ipad/?davetiye=1516oW1fIS


"Dünyada hızla yükselen grup satın alma trendinin farklı bir bakış açısıyla ve Türk kültürüne özgü değerlerle yoğurulmasıyla Saklışehir.com doğdu.


Bazı deneyimler vardır ki parayla satın alınamaz. Bazı fırsatlar vardır ki uzun zamandır yaşamayı çok istediğiniz hisleri hemen o gün yaşama fırsatıdır aslında. Saklışehir elbette bütün bunları en iyi koşullarda sunar ama bizim için fırsat sadece indirim demek değil. " demiş sitenin sahibi..

Haydi bakalım..

26 Mayıs 2011 Perşembe

BOOOOMMMM!

Evde mışıl mışıl uyuyan bebenizin sıcak burnuna bir öpücük kondurup çıktınız. Belki de okula giden çocuğunuzu okula bıraktınız.

Kafanızda binbir düşünce, günün planlarını yaparak otobüs durağına yöneldiniz.

"Offf , bugün de çok sıcak, sonunda yaz geldi" diye sevindiniz içinizden..Tatil planlarınızı düşünürken hafif bir gülümseme yayıldı yüzünüze. Çocuklarınızı denizde yüzerken hayal ettiniz, akşam ne yemek pişireceğinizi düşünürken yüzünüz asıldı. Ödeyemediğiniz doğalgaz faturası aklınıza takıldı. En sevdiğiniz arkadaşınıza bir msj attınız. Kocanızın dün akşam sizi nasıl sinir ettiğini hatırladınız ve ona küs olduğunuzu da zihninize bir kez daha hatırlattınız.

Herşeyiyle sıradan bir güne başlarken, bu gün biter mi? akşam olsa da eve gitsem dediniz..

Sonra BOMMMMMM! yanıbaşınızda bir bomba patladı ve gün bitti...

Allah b....ı versin , artık yetmedi mi???

20 Mayıs 2011 Cuma

BİR ADAM VAR UZAKTA

Bana bir adam gösterin;

klozetin kapağını kapatan
horlamayan
horlamadığını iddia etmeyen
kirli çoraplarını yer yerine kirli sepetine atan
kirli bulaşığını lavabo yerine bulaşık makinesine koyan
kültablasını döken
bütün gün evde ne yaptın demeyen

14 Mayıs 2011 Cumartesi

OLMUYOR

Yazamıyorum, okuyamıyorum, seyredemiyorum...
Dinlenemiyorum..

Gelmeyen baharın yorgunluğu mu bilmem ama

Uyku....

İlla ki uyku....

Beni benden alan uyku...

9 Mayıs 2011 Pazartesi

BAHAR ZAMANI

Saksılara, soğan, nane maydonoz dikme zamanı..

Gündüz güneşten bunalıp, gece evde donma zamanı

Cik cik kuş sesiyle uyanıp, rengarenk ışıklara selam çakma zamanı

Yumurtası üstünde bekleyen kumru hanımı rahatsız etmemek için balkona çıkmayı yasaklama zamanı

Alerjisi olanlar için kaşınma hapşırma öksürme tıksırma zamanı

Tezgahlarda erik görüp sevinme zamanı

İki avuç çimen bulduğun yere yayılma zamanı

Ağzını şapırdata şapırdata çağla yeme zamanı

Kendine bir demet papatya hediye etme zamanı

Ne giysem diye düşünüp, ne giysen de ya üşüme ya terleme ve bir türlü ortayı tutturamama zamanı

Yaz için planlar yapma zamanı

geldi de geçiyorrrrr ama bir türlü gelemedi o mis gibi bahar zamanı

27 Nisan 2011 Çarşamba

GÖÇEBEYİM

Göçebeyim ben ! Olduğumdan beri, doğduğumdan beri
Önce annemin karnından dünyaya göçtüm
Annemin kucağından zorla kopardılar beni
Ya da annem terketti!
Ne farkeder....
Annemin kucağından , beyaz demir korkulukları olan bir beşiğe göçtüm..
Soğuk ve gri bir binada büyüdüm
Bir bakıcının kucağından, bir diğerine göçtüm..
Annem ve babam olmadı benim
Aksine annelerim ve babalarım oldu
Kendime ait bir oyuncağım yoktu benim!
Ne gariptir ki göçebelerin oyuncakları da göçebe idi..
Birimizin elinden bir diğerine gezindi.
Büyüdüm
Artık gitme vakti, göçme vakti dedim
Soğuk ve gri binadan sokaklara göçtüm
Olduğumdan beri göçebeyim ben , doğduğumdan beri
Hiç arkama bakmadım ben
Hiç arkasına bakmaz göçebeler
Bir yerden diğerine giderler de , bıraktıkları gelmez peşlerinden
Göçebeyim ben
Olduğumdan beri, doğduğumdan beri..

18 Nisan 2011 Pazartesi

ÖLDÜĞÜMÜZLE KALMIŞTIK

"Ölmüş" dediler..

Nasıl? dedim.

"İflas etmiş dediler, karaciğeri.. Çalışmaktan vazgeçmiş. Onu yarı yolda bırakmış."

"10 gün önce sapasağlam ayaktaydı" dedim.

"Bir anda olmuş" dediler, "3 gün önce yorulmuş bedeni. Ruhu yorgun bir bedeni daha fazla yormak istememiş.
Uçmuş gitmiş"

Aynaya baktım..Saçıma...

Aynada yüzünü gördüm. Etrafta hiçbirşeyden habersiz, ağlayan insanları izleyen çocuklarını gördüm. Çocuklarının yanında ağlamamak için dudaklarını dişleyen karısını gördüm.

Saçlarımın ışıltısında onun artık özgür ruhunu gördüm.

Gidene mi yanmalı, kalana mı? Bu güne kadar hiç kararını veremedim bunun?

Gidene de vahh, kalana da ...

Ama Cemal Süreyya demiş ki;

" Yaşayanlar unutumuştu bizi, biz öldüğümüzle kalmıştık"

.....

Aşk; vazgeçmektir Ey Sevgili!


Mecnun gibi aklından,

Kerem gibi bedeninden vazgeçmek.

Yardan gayrısından, cümle cihandan vazgeçmek.

Yemeden, içmeden, uykudan uyanıklıkdan

...Ve vazgeçmekten bile vazgeçmektir gün gelince..

Senin için senden vazgeçmişim. Bilesin...



Hz. Mevlana

31 Mart 2011 Perşembe

İKİ İLERİ -BİR GERİ

Ilık ılık esiyor rüzgar. Dünya yeni bir mevsime uyanıyor, güneş her gün daha parlak doğuyor.

Yurduma yaz gelirken , kış gidiyor dünyanın öteki köşelerine. Burda güneş doğarken, ay çıkıyor başka ülkelerin göklerinde.

Bir çocuk doğarken, aynı hastane de kapanıyor bir çift göz.

Yeni yeni yürümeyi öğrenirken masum bir bebe, öte yanda dedesi unutuyor adım atmayı, su içmeyi, konuşmayı.

Sazlar çalınıyor bir yerlerde, öte yanı ağıt gözyaşı..

Evren bir doğuyor, bir ölüyor..Mehter adımları gibi, iki ileri - bir geri...

30 Mart 2011 Çarşamba

KENDİMİZİ ŞEYTANA SATTIK

Bu konuyla ilgili kaçıncı yazım bu bilmiyorum. Bildiğim iki şey var ama. 1 - İçim soğuyana kadar yazacağım. 2- İçim hiç soğumayacak.

Bu çocuk cinayetlerini, tecavüzleri, istismarları devam ettikçe içim soğumayacak. Her okuduğum haberde yüreğimin ortasına bir ateş düşecek.

Hep o anı düşüneceğim. " Çok korktu mu? Çok canı yandı mı?" Düşündükçe kahrolacağım.

O masum bakışlı gözleri, minicik kendilerini korumaktan aciz elleri gelecek gözümün önüne.

Sonra öncesinde yaşamış olabileceği şeyler gelecek aklıma, yaşadığı kötü şeyler. " Nasıl katlandı o minicik ruhu tüm bunlara? diye düşünüp kendi kendimi yiyeceğim.

"Allahım evlatlarımı koru" diye geçecek aklımın bir köşesinden sonra ettiğim duadan utanacağım. "Allahım tüm çocukları koru"  diye yüksek sesle defalarca yalvaracağım. "

Allahım sen onları koru çünkü onlar kendilerini koruyamıyor. Ve yazıklar olsun bize ki bizde koruyamıyoruz."

Senin bize emanet olarak verdiğin o küçücük canlara yeterince sahip çıkamıyoruz. Yeterince bile az oldu HİÇ sahip çıkamıyoruz.

Küçük çocuklar dövülüyor, işkence görüyor, tecavüze uğruyor, küçücük bedenleri parçalara ayrılıyor, yeni doğmuş minicik bebeklerin hayatları bir çöp konteynırında son buluyor.

Biz , insanoğlu ne zaman bu kadar gaddar, vahşi olduk. Vicdanımızı ne zaman bu kadar yitirdik? Ne zaman bu kadar delirdik?

Biz kendimizi ne zaman şeytana sattık?

28 Mart 2011 Pazartesi

NÜKLEER ENERJİ

Ben istemiyorum.. Kendi adıma, çocuklarımın geleceği adına, onların çocuklarının geleceği adına.. İsteyen varsa bi zahmet nükleer enerjinin olduğu bir yere göç etsin, bol enerjili yaşasın..

Hiç anlamıyorum ki, nükleer enerji karıtları ve yandaşları oturup bir de konuşuyorlar tartışıyorlar. Dünya bunca zararını çekmişken, hala çekiyorken, izlerinin yüzlerce yıl silinmediği biliniyorken nükleer enerji taraftarı olmak neden. Enerji ucuzlayacakmış, maliyetler düşecekmiş mişş miişş miş..

Önce enerji kaçağını önleseniz, enerji tasarrufunu öğretseniz, üç tarafı denizlerle kaplı yurdumuzun sularından yararlanıp elektirik üretseniz, o güzel popolarınızı kaldırıp rüzgar enerjisinden faydalansanız. Nükleer santrale yatıracağınız paraları , bu işler için harcasanız. Yine mi pahalı enerji. Varsın pahalı olsun ben katlanmaya razıyım. Toplumun büyük bir kesiminin de benim gibi düşündüğünü biliyorum..Geleceğimizden vazgeçmek maliyetine katlanmaktansa pahalı enerji kullanma maliyetine katlanmaya razıyım hem bizim ülkemizde ne ucuz ki? Biz millet olarak alışkınız zaten...
Hodri meydan.. Nükleer enerji tesisi için referandum istiyorum ben bir vatandaş olarak. Benim ve çocuklarımın geleceğine benden fikir ve izin alınmadan karar verilemez!

21 Mart 2011 Pazartesi

SA SA SA

Uyusam, uyusam, uyusam..
Güneşli bir güne uyansam..
Saatime bakmadan eteklerimi savura savura
Sokaklarda dolaşsam..
Annemin evinde, kızarmış ekmek kokulu bir güne başlasam
Babamla uçurtma uçursam
Masmavi denizde kulaç atsam
Tek derdim bir türlü sahip olamadığım o kırmızı bisiklet olsa
Aşık olsam
Midemde kelebekler kanat çırpsa
Sa sa sa....

Yokuştan aşağı koşarak bıraksam kendimi
Yüksek duvarlardan atlasam korkusuzca
Okuldan kaçmak için geceden planlar yapsam
Sonra hevesim kursağımda kalsa
Sa sa sa...

8 Mart 2011 Salı

YA YARIN?!

Bugün " Kadınlar Günü"

Kutlu olsun...

Peki ya yarın?

Ya yarından sonra?

Ya daha da sonra????!!!!!

4 Mart 2011 Cuma

ÖNCE KADINLAR VE ÇOCUKLAR

Kadınlar ve çocuklar katlediliyor bu ülkede...Öyle kanıkasadık ki benzin zammı haberine bile daha fazla tepki veriyoruzdur. Her dakika bir kadın şiddetin kurbanı oluyor, her sanice bir çocuk tacize uğruyor.

EE hani cennet anaların ayakları altında değil miydi? Hani yuvayı dişi kuş yapardı? Hani çocuklar masumdu? Hani her türlü tehlikede ilk önce çocuklar ve kadınlar kurtarılırdı?

Şimdi kadınlar ve çocuklar katlediliyor....

Ece Temelkuran'ın konu ile ilgili cesaret dolu yazısı..

Okumak isteyen için tık

YORGUNLUK

Elim kolum kanadım kalkmıyor uzun süredir. Yorgunluk ve monotonluk kıskacında çırpınıp duruyorum. Evlatlık görevleri, işimin sorumlulukları, anne olmanın verdiği koşturmaca, eş olmanın dayanılmaz ağırlığı derken yoruldum. Yoruldukça monotonlaştım, monotonlaştıkça daha da yoruldum. Beden yorgunluğuna bir de ruh yorgunluğu eklenince katmerli oldu, tadından yenmiyor. Ve farkettim ki belalı birşey bu , bütün ilişkilerini etkiliyor insanın.. Evde konuştuğumuz laf sayısı gece de 50 yi geçmiyor sanırım artık..
Bir hal çaresine koymalı, bir yolunu bulmalı kurtulmalı bu kanserli ruh ve beden halinden..

Şarkıdaki gibi ;

Bir lodos lazım şimdi bana, bir kürek bir kayık,
Zulada birkaç şişe yakut , yer gök kırmızı
Söverim gelmişine geçmişine ayıpsa ayıp
Düşer üstüme akşamdan kalma sabah yıldızı....

2 Mart 2011 Çarşamba

İŞTE BU KADAR...

Yasak delmekte üstümüze yoktur millet olarak. Bunu gururla söyleyeceğimi hiç düşünmezdim ama bu sefer gururla DNS ayarlarımı değiştirdim..

Ve burdayımm :)

1 Mart 2011 Salı

DOKUNMAAAA!

Heryerimize, herşeyimize dokundunuz şimdi de sıra bloglarımıza mı geldi? Hangi  boş gezenin boş kalfasından çıkıyor bu fikirler, hanginizin icadı bilemem .Yahu devlet size bu cin fikirleriniz için mi para veriyor, benim maaşımdan her ay çatır çatır kesilen vergiler sizin gibilere mi maaş oluyor?

DOKUNMAAA, BLOĞUMA, FİKİRLERİME, KELİMELERİME DOKUNMAAA!

25 Şubat 2011 Cuma

HAYATIN KURALLARI VAR ALIŞACAKSIN!

İnsan herşeye alışır mı?

Cevabım koskoca bir EVVETTT!

Koskoca bir ameliyatı atlattık 14 saat süren. 5 saat sürmesi gereken ameliyat , kanamanın tekrar başlaması ile 13 saate uzadı.

O içeride, biz dışarıda savaş verirken neler gördüm neler yaşadım.

Ameliyathane - kan merkezi arası kan taşırken ellerinin arasında birinin hayatının sorumluluğunu taşımaya, acil kan için nöbetçi hekim imzası ararken düzen içindeki düzensizliğe uyum sağlamaya, o içeride iken dışarıda saatlerce haber almadan beklemeye, bu iş bitti diyip yavaş yavaş ölüm haberini duymaya alıştırıyorsun kendini.

Yoğun bakım kapısının önünde sabahlarken , savaşı kaybetmiş biri çıkartıldığında ilk tepkin ağlamak üzülmek yakınını teselli etmek oluyor. Bir süre sonra yoğun bakım kapısı açılıp içeriden her görevli çıktığında zıplar hale geliyorsun, aynı haberi  bende mi alacağım diye. 2,3,5 derken sonunda bir bakıyorsun ki, tepkisizleşmiş, bütün gelişi ile kabul eder hale gelmişsin herşeyi.

Yoğun bakımdan çıkarılan her yenik savaşçı, ilki kadar acıtmıyor canını. Bir iki günün sonunda ise sadece sesleri duyuyorsun ama gözünü bile açamıyorsun yanından geçirilene. Ruhun yorgun, bedenin yorgun ve olabilecek herşeye alışmış. Sen istemiyorsun belki böyle olmasını ama beyin kendi bildiğini okuyor ve hazırlıyor seni herşeye sen farkında olmadan.

Herkes de ayrı bir hikaye, herkes de ayrı bir hayat, herkes de ayrı bir dram. Ama o kapının önünde bekleyenlerin isteği duası hep aynı. " Hayırlısını ver Allahım! " diye yakarıyor herkes. Öyle hikayeler dinliyorsun ki , senaryo olsa insan yazamaz. Öyle kazalar, öyle hastalıklar, öyle hatalar. Ama birsüre sonra verdiğin tek cevap " Olacağı varmış, Allah sabır versin, Allah hayırlısını versin" oluyor. Çünkü duydukların , gördüklerin insan mantığı ile açıklanamayacak şeyler, açıklanamıyor.

Bazı hastalar bilinçleri açık yatıyor yoğun bakımda, sabah kahvaltılarını vermek üzere yakınları içeri alınıyor moral olsun diye. İşte o zaman başlıyor bir koşturmaca. Herkes içerideki yakınını tarif ediyor" bir bak" diyor " bir bak nasıl?"

İçilen bir yudum meyve suyu umut oluyor bazen , kaldırılamayan tek bir parmak umutsuzluk.Ama yine de herkes herşeyi duymaya görmeye alışkın orda. Doktorundan, hemşiresine, hastabakıcıdan kapının önünde bekleyen hasta yakınlarına herkes kabullenmiş olabilecek herşeyi. Farkında olmadan alışmış, alıştırmış kendini ama yine de yakınını az önce kaybeden bir hasta sahibinin oturduğu koltuğa oturmak istemiyor kimse kötü şans gelmesin diye....

Hayatlar bitiyor, hayatlar başlıyor.. Aşağısı acil servis. Her dakika bir olay, her dakika bir ambulans sesi.
Ben ambulans sesi duyduğumda fena olurum, ben ambulans sesi duyduğumda içim ezilir. Ona bile alıştım. Bir süre sonra duyulmaz oluyor o ses. Sıradan normal bir gürültü hepsi bu...

Hayat orada da akıyor, başka yerlerde de. Sadece kendi kuralları ile ve olacaklara yavaş yavaş seni alıştırarak..