Hürriyet

28 Şubat 2012 Salı

UYKUYLA CENK

Uyku ile aramızda şiddetli bir geçimsizlik var. Uyuyamamak bir lanet, uyuyamayanların bildiği bir lanet.
O yatak diken olur da batar insanın heryerine.
Uyku beni sevmiyor, ben de onu..
Birazcık sempati duysaydık ya birbirimize.
Yok elektiriğimiz tutmadı bir kere.
Öldür allah sevemem ben elektriğim tutmassa.
Mecburiyetlerden katlanıyoruz birbirimize, asgari müştereklerde buluşmamız.
Rüyaları severim bir tek, ondan katlanıyorum kendisine.
O da biliyor zaten ilişkimizin çıkarlardan ibaret olduğunu.
Ona göre davranıyor bana.
Bazen yorgun kaldırıyor koynundan, bazen istediğim rüyanın tam tersini gösteriyor.
Ben de bir sonraki akşam gitmiyorum buluşmaya inadımdan.
Uykuyla bile cenk halindeki beynim,
Hayatla nasıl sulh imzalasın?
Bilemedim....

26 Şubat 2012 Pazar

Ece Sükan Benim Bloguma Yakışan Sony VAIO'yu Seçti... Sıra Sende!

Sony, en renkli VAIO serisi için Ece Sükan'la güzel bir işe imza attı. Ünlü moda ikonu Ece Sükan, benim bloguma yakışacak olan rengi belirledi. Blogları tek tek inceleyen Ece Sükan içerik, tasarım ve duruşa göre 6 farklı rengi olan Sony VAIO içinden bana siyah VAIO'yu seçti.

sony-vaio Ayrıca Facebook üzerinde yapılmış özel bir aplikasyonla Ece Sükan profil fotoğraflarını inceliyor ve sana yakışan Sony VAIO'yu belirliyor. Sen de fotoğrafa tıklayarak Facebook üzerinden VAIO kazanma şansı yakalayabilirsin…

Bir bumads advertorial içeriğidir.

25 Şubat 2012 Cumartesi

KAPAT GÖZLERİNİ

Midesi ve gırtlağı arasında kelebekler uçuşuyor gibiydi. Pır pır çırpılan kanatların titreşimlerini şah damarında hissediyordu sanki. Uzun zamandır felekten bir gece çalmıyordu ve çok eğleneceğine söz vermişti.

Hızlıca sokak kapısını açtı, ellerindeki poşetleri içeri doğru fırlattı, önce ayakkabısının sağ tekini sonra da sol tekini çıkartıp eşikten evin içine atladı.  Hızla yatak odasına doğru yöneldi. En sevdiği pantolonunu giydi, üzerine bir bluz , ayaklarına da en topuklusundan bir bot geçirdi. Rujunu sürerken aklında" bu gece çok güzel ol, çünkü kimsenin görmediği sadece senin bildiğin bir çift göz hep seni izliyor" cümlesi cirit atıyordu. " Benim için dinle, benim için söyle demişti, "kapat gözlerini kimse görmesin, yalnız benim için bak yeşil yeşil.."

"Beraber gidemiyoruz ama ben seninle orda olacağım" demişti ona. Özenle yaptı makyajını, en burun direği sızlatan cinsinden bir parfüm sürdü ve yollara düştü.

Gideceği yere vardığında eğlence meclisi toplanmış, kadehler dolmuş, sazlar fasıla başlamıştı. Herkesi tek tek öptü, garsona bir tek rakı söyledi yanına şalgam suyu. Duvardaki yazıya ilişti gözü.

Birinci kadeh vücuda yarar
-İkinci kadeh makul karar
-Üçüncü kadeh kafayı sarar
-Dördüncü dimağı yorar
-Beşinci kadeh keseye zarar
 -Altıncı kadeh hatır kırar
-Yedinci kadeh bela arar
-Sekizinci kadeh wurur-kırar
-Dokuzuncu kadeh hakim sual sorar.


Gittiği yere kadar diye düşündü. Sonumuz hakim olmasın da! Bir yudum aldı rakısından, genzi yandı..
İki, üç, beş derken ikinci kadeh izledi. Yanakları al al oldu, vücudu ısındı. Yanında boş duran sandalyeye baktı. Öbür yanında ona hayranlıkla bakan adama baktı. Karşısında oturan ve birbirlerine aşık oldukları apaçık belli olan çifte kaydı gözleri. Gül satan çocuğu gördü, elleri soğuktan uyuşmuştu. Çapraz masada bir turist grubu vardı ve şarkılara tempo tutuyorlardı. Garsonlar pire gibi koşuşturuyor, müşterilere içki yetiştirmeye çalışıyorlardı. Arkadaşları kahkahalar içinde müdürlerinin başına gelen bir olayı konuşuyorlardı. O ise boş sandalyeden ona bakan gözlerin hapsindeydi sanki.
Ne yapıyor acaba şimdi diye düşündü. O sırada müziğin nağmeleri yükselmeye başladı
" Kapat gözlerini, kimse görmesin
  Yalnız benim için bak yeşil yeşil"
Gülümsedi. Rakısından büyük bir yudum aldı. Ve gözlerini kapatıp, kendini müziğe bıraktı....
" Seni öyle sevdim, ölürcesine
Tanrının yazdığı şiircesine
İçinden geçeni bilircesine....

23 Şubat 2012 Perşembe

ACI/GERÇEK

Seçtiklerinin getirdiği mutluluklarla değil,
Vazgeçtiklerinin keşkeleriyle geçer bir ömür..
İnsanoğlu,
Hep sahip olmadığını görür..
Acı ama gerçek
Seçmediğin özlediğindir aslında

Rumeli Hisarı'nda Masalsı Bir Aşk Hikayesi!






"Eski aşklar Yeşilçam'da kaldı" lafı klişe olmaya yüz tutmuşken, fırtınalı sevdalar, çekişmeli ilişkiler günümüzde hem magazin basınında hem de yakın çevremizde -buna kendimiz de dahil- karşımıza bolca çıkıyor. Sevgilimizi elimizden almak isteyen dış mihraplar yoğun şekilde çalışırken bize de biricik aşklarımızı elimizde tutmak için yapmamız gereken çok iş düşüyor. Bu konuya nereden geldiğimi açıklıyorum!

8x4 yeni deodorantları Beauty ve Beast için muhteşem bir project mapping uygulaması daha yapmış. Gösterinin hikayesi kısaca şöyle: romantik bir aşk hikayesi kötü niyetli bir ejderhanın tehdidi altına giriyor. Kahraman erkeğimiz çekici kokusunun da yardımıyla güzel kızı kurtarıyor ve hikaye mutlu bir şekilde sona eriyor.

8x4 dünyasını Facebook'tan takip etmek isteyenler; http://www.facebook.com/8x4Turkiye

Bir bumads advertorial içeriğidir.

21 Şubat 2012 Salı

NELER SEVERİM BİR BİLSEN?

Benim için uzunca sayılabilecek bir aradan sonra herkese yeniden merhaba..
Yoktum bir süredir. Neden? Bilmiyorum.
Kafamda uçuştu kelimeler ama parmaklarımdan satırlara dökülemedi bir türlü. Biriktirdim ben de. Yavaş yazacağım aklımdan dilime ordan da satırlara dökülmeye karar verdikçe sihirli kelimeler. Bilirsiniz onlar canları ne zaman isterse o zaman çıkarlar ortaya.

Sevgili deeptone mimlemiş beni.. Geç olsun güç olmasın atasözüne sığınarak biraz geç cevap veriyorum..

Buyrun en sevilenlere

1. En sevdiğin şeyler nelerdir, nelerden hoşlanırsın vb.

Muşmula ( bir kasayı koyun önüme bitirir bir kasa daha isterim), hertürlü yemeği, uzun yapılan kahvaltıları, uyumadan önce müzik dinlemeyi ( dinlemessem uyuyamam), schweppes mandalinayı, yüzmeyi, Çanakkale Seddülbahir'i ( her yaz gitmessem o yazı yazdan saymıyorum), fıstık sarmayı, dekorasyon mağazalarını gezmeyi, film izlemeyi, tepemin tası attığında kendimi bir otel odasına kapatmayı, tüple dalmayı, ayakkabıları ( topuklu tercihimdir), bisiklete binmeyi, yokuş aşağı koşmayı, ağaçlara tırmanıp meyve toplamayı, kırmızı ojeyi, elime geçen herşeyi okumayı, esnafın bol olduğu yerlerde alışveriş yapmayı, yemek yapmayı hatta yemek uydurmayı, evime misafir gelmesini, parmak arası terliklerimi, çıplak ayak yürümeyi, tabu oynamayı, dans etmeyi, misafir ağırlamayı, kahve keyfini, yazmayı... daha uzar bu liste..

2. Bilgisayarda vaktini neler yaparak geçirirsin?
Mesleğim gereği bilgisayar başında fazlası ile vakit geçiriyordum , iş dışında blogtan başka bir amaçla da kullanmıyordum. İşe ara verdiğimden beri, blog harici , ilgimi çeken konularda araştırma yapmak, online film izlemek , müzik dinlemek, kişisel günlüğüm, banka, sosyal aktivitlerin takibi vs vs vs.

3. En sevdiğin filmler nelerdir, veya izlediğin ve hafızanda kalan veya kesinlikle izleyin dediğiniz?
O kadar çok film izledim ve beni etkileyen de bir çok film oldu. İlk anda aklıma gelenler " Saroya'yı Taşlamak, İngiliz Hasta, Shining, The Game, Kurbağalar, Alive, Olağan Şüpheliler.. bir o kadar daha adını hatırlamadığım ama konusu hafızama kazınmış film..( Film ismi hatırlama özrüm var) Festival filmlerini de çok severim, deneme amaçlı çeklimiş filmleri izlerim. Ama şimdiye kadar izlediğim en rezalet film " Cannibal Holocaust" tu. Bol kanlı, vahşet içeren tuhaf bir filmdi. görürseniz kaçın derim. o derece..

4. Şu sıralar almak istediğiniz şeylerin listesini yapsanız bunlar neler olur?
Öncelikle Bershka ve Zara'nın birer mağazasını toptan satın almak istiyorum. Sonrasında birsürü mum, sağda solda beğendiğim biblolar, onları üstüne koyacak raflar, İrlanda'ya uçak bileti, bir bateri takımı.. bu liste de uzarr gider..

5. Şu sıralar en çok dinlediğiniz şarkılar? 3 tane

Adel ( tüm şarkıları ama özellikle Set Fire To The Rain)
Jane Birkin Just Me and You
Cem Adrian Nereye Gidiyorsun
Walk of the Earth  Somebody That I Used to Know ( Gotye-Cover)
Daha var birsürü bu 3 sınırlaması az olmuş :)

Yaklaşık 1 haftadır yazmadığım gibi , yazılanları da takip etmedim..
Kimler mimlendi, kimler yazdı bilemediğim için okuyup takip ettiğim blogları, mimlediklerime yorum bırakıp haber vereceğim..

Sevgilerimleeee :))

15 Şubat 2012 Çarşamba

AŞKIMIZA ÇORBA YAPTIM

Kar yağıyor ya hani dışarda, hava soğuk, ayaza kesmiş. Bir nefes alımlık pencere sohbetinde buza kesti sözleri, üşüdü elleri. Aklına gelince AŞK adını fısıldadı kalbine ısındı içi.

 Mutfağa giderken dilinde o şiirden son dize.
" Sonrası iyilik güzellik"

Mutfağın kapısını açtı. Keskin bir koku yüzüne çarptı. İki mısra daha mırıldandı Cemal Süreyya'dan
 "   Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
  Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız "

Karar verdi aşkın çorbasını yapacaktı. Zihninden bir gölge geçti. Bir büyünün etkisindeydi sanki. Dolaptan malzemeleri bilinçsizce çıkardı. Gelişigüzel masanın üzerine attı.

Ateşe en dayanıklı tencere de pişirmeliydi aşkını. Tencerelerin içinden en ağır ve tabanı kalın olanını seçti. Kesme tahtasını çıkardı. Kırmızı biberleri aldı. Önce zehirden kirden arındırmak için özenle yıkadı ve sabırla ince ince doğradı. Tencerenin içine biraz zeytinyağı döktü, ateşi açtı , tencereyi üstüne koydu. Biberleri içine attı. En kısık ateşle zeytinyağı ve biberlerin birbirine geçmesini, tatlarının kokularının birbiri içerisinde erimesini keyifle izledi. Ama aşk hep uyum değildi. Bir de uyumsuz ve baskın bir tat atmalıydı çorbanın içine. Ama ne?

Kerevizi aldı. O sert kabuğunu özenle soydu. Bembeyaz , tertemiz duruyordu şimdi karşısında. Küp küp doğradı. Küpün her bir yüzü , aşkını ifade eden ayrı bir semboldü. Kerevizler de aşk çorbasının içinde yerini buldu. Keserken zorlandığı minik küpler , biber ve zeytniyağıyla birleşince onların yumuşaklığını almış, kendi asi kokusunu ve lezzetini de onlarda paylaşmıştı. Aynı aşk gibi! Uyumsuzların uyumu!

Çorba hiç susuz olur mu? Isıtıcıda kaynattığı suyu tencerenin içine döktü. Garip bir bulamaç gibi duruyordu şimdi tencerenin içindekiler. Ama vakti vardı daha. Biraz kaynamalıydı. Aynı aşk gibi. Kaynadıkça ateşte daha lezzetli olacaktı.
Biraz tavuk suyu ve tel şehriye ekledi içine. Aşk da öyle değil miydi. Saf katışıksız hali bir süre sonra keyifsizleşirdi. Özgürlük gerekti, başka tatlar eklemek gerekti. Heyecan, tutku, özlem, arkadaşlık.

Şimdi sıra son dokunuşa gelmişti. Yoğunlaştırmak gerekiyordu bu aşk çorbasını biraz. Çorba dediğin biraz koyu kıvamlı olmalıydı. Aynı aşk gibi. Eften püften geçici havadan hafif hisler nasıl akılda iz bırakmaz ise sulu , vıcık vıcık bir çorba da damakta tat bırakmazdı.
Biraz un ve sütü birbirine karıştırdı. Çorbadan aldığı bir kepçe suyla ılıttı. Alıştırmak gerekiyordu terbiyeyi sıcağa, zira birden atarsa çorba da terbiye de bozulurdu.
Hazırlıksız yakalandığında aşkın insanları bozduğu gibi. Gerçi hazırlıklı da olunmazdı ya böyle birşeye neyse! Terbiyeyi yavaş yavaş çorbanın içine attı, bir yandan da usulca karıştırıyordu. En son tuzunu attı çorbanın, bir iki dakika daha kaynattı.
Sonrası mı?
Sonrası iyilik , güzellik....



Sevgili deeptone'un Aşkın Çorbası adlı yazısına ithafen :)

13 Şubat 2012 Pazartesi

BİR GÜNÜ ATLAYARAK YAŞAMAK

Bu gece yatsam uykuya, uyansam Çarşamba sabahına
Atlasam aradaki koskoca bir günü
Görmesem hiç
Dünyanın etrafını saran o zoraki büyüyü

En güzel hediye beklemediğim anda gelendir hep. Sevdiceğimin yolda yürürken bir anda aklına düşüp bana aldığı bir saç tokasının değeri hangi hediye ile ölçülebilir ki.

Yada kendine birşeyler almak için çıktığı alışverişte bana yakışacağını düşündüğü bir rengi üzerinde barındıran yumuşacık bir kazak hangi tek taş kadar ısıtabilir ki içimi.

Hayatımız akarken sevgimiz akmalı, ummadığım anda dudakları dudaklarıma dokunmalı, yerleri silerken en paspaye anımda seni seviyorum demeli. Hastayken bir yudum su veriyor mu, en parasız  anımızda denize karşı bir bankta simit yerken bile gülebiliyor muyuz, saçlarım ıslakken bile beni beğeniyor mu?

Boşver sevgililer gününü o halde. Her gün sevgililer günü bana eğer seviyorsam. Herkesi, herşeyi kabul eder de bu ruhum zorlandığını , baskı altında kaldığını hissettiği an kaçar ordan. Kafamı çevirdiğim heryer bana "sevgililer günü, seviyorsan hediye al. sevgililer günü seviyorsan onu şaşırt, sürpriz yap" diye bağırıyorsa yapsam da yapmasam da ruhumun ince ayarı bozuluyor. Parazitimsi sesler vermeye başlıyor. Sembolik canımm niye abartıyorsun diyenler olacaktır muhakkak..

Sembolik, dayatma, zorlama, aylar öncesinden çanların onun için çalmaya başladığı, unutmanın bile mümkün olmadığı bir günü ben neyleyim. Hayat gibi olmalı aşk. Spontane, beklenmedik, bir sonraki dakikayı kestiremediğin, nerden vuracağını bilemediğin.

11 Şubat 2012 Cumartesi

KÜS / SUS


Kendi kendime küssem, susar mı kafamın içindeki sesler?





fotoğraf www.ayrilikveask.com
 alıntıdır.

YOKLUĞUNDANDIR 7

Yalnız arşınlıyorsam İstiklal'in ara sokaklarını
Kahve fallarını sana yoruyorsam hep
Seni dileyerek yaratandan
Sadakalar dağıtıyorsam
Ve içimden seni seviyorum diye bağırıyorsam
Bil ki yokluğundan!

10 Şubat 2012 Cuma

İŞTE ŞANSLI ERKEKLER-HAREMİM

Deeptone mimlemiş beni.. Benim için yazması oldukça keyifli bir mim de okuyacak olan bir kişiyi düşününce eyvahhh diyorum :))

Ama yazma sorumluluğu ve görev bilinci içerisinde cevaplamak zorundayım di mi ama ?

Konumuz kişisel harem.. 10 tane er kişi yazmam gerekiyor haremime girme şerefine nail olacak..

1. sırada Hugh Laruie
Adamda yok yok.. Oyuncu, müzisyen, karizmatik, komik.. İngilizlerin yüz akı..








2. Olarak heremimi şereflerindirecek olan zat-ı muhterem Erdal Beşikçioğlu. Tiyatrocu ve Ankara ekolünden ( Ayrı bir severim onları) .












3. Olarak  7'si bir arada bir topluluk var. Los Vivancos ..Dans, müzik, şarkı, tiyatro, eğlenme, sinerji, enerji ne ararsan var. Biscolata reklamında gerine gerine bisküviyi ben yaptım diyen kaslı abilere 5 basarlar. Herşeyden önce has İspanyollar. Tanıdığımdan söylüyorum çok da mütevazi ve sempatikler.
Gösterilerini kaçırmayın derim ..( Gerçi biz en son gittiğimizde aile faciası çıkmıştı) Okumak isteyen olursa Aile Faciası Tık



Tüm bu ademoğullarının hepsi 9 kişi yaptı zaten. 10. kişiyi joker olarak kullanmak istiyorum ..Zira birsürü aday arasından seçemedim..:) Artık dönüşümlü olarak kabul ederim kendilerini haremime..

Mimledikerim

Nini, Dayatmalarda Kayboluş, Jetlagis, Feraşe, Öykü, Pilli Petro, Bolat, Zeugma ve beni takip eden , bu yazıyı okuyan tüm bloggerlar..

9 Şubat 2012 Perşembe

ZİHİNSEL İRDELEMELER

Bir yerlerde okudum geçenlerde.
Yaşını başını almış bir adam, 10 yaşlarında iken slip donla evin kapısının önüne çıkıyor. Hatırlamadığı bir nedenden dolayı. Annesi pazarda. O esnada kapı kapanıyor ve öylece kalakalıyor apartmanın içinde.
Annesi gelene kadar donla bekliyor kapının önünde.
Ogün bugündür ne zaman evin kapısını açsa hemen kapının arasına bir terlik sıkıştırıyor yıllardır. Olayın etkisi ile üzerinden atamadığı bir alışkanlık haline geliyor bu terlik sıkıştırma tiki.

Koskaca bir kadın olan ben, annemin bize geleceğini duyduğumda kırmızı alarm ilan edip evi dip bucak temizliyor, topluyorum. Resmen korkuyorum bildiğin, evi dağınık görecek diye :)) Mazallah susmaz sonra çünkü :))

Bugün yaptıklarımızla geçmişte yaşadıklarımız arasında derin, bazen bildiğimiz bazen farkında bile olmadığımız bağlantılar var.

Bir kısmı zihnimizin bir köşesinde sinsi bir mikrop gibi duruyor ve hareketlerimizi yönlendiriyor.
Bir kısmının gayet farkındayız ama üstesinden gelmek için gücümüz yetmiyor, bazılarını değiştirebiliyoruz. İnsan beyni keşfedilememiş ve bence uzun yıllar da büyük gizemini sürdürecek bir konu. Daha ne Freudlar çıkacak, ne Nevzat Tarhan'lar doğacak, ne kitaplar yazılacak kimbilir ama bu büyük gizem dünya döndükçe varolacak.

Hep birtakım teoriler ortaya atılacak. İnsan zihni, aklı, davranışlarına kulplar takılmaya çalışılınacak.
Yalnız son zamanlarda dikkatimi çeken birşey var ki, pozitif bilimin en şiddetli savunucuları bile , insan zihni, rüyalar gibi çok açıklanamayan olaylar sözkonusu olduğu zaman en nihayetinde bir "kader" "yönlendirici" " yaratıcı" açıklaması yapıyorlar. Ya üstü kapalı, ya gayet aleni.
Eğer bunu yapmıyorlarsa "raslantı ve zorunluluklar" teorisine geçiyorlar. Herşeyi bilime, akla, gerçeğe, rasyonelliğe dayandırmaya çalışan bilim adamlarının bile çaresiz kaldığı noktalar var ve bunları açıklamakta da sakınca görmüyorlar.

Sanırım gizemler ve bunları çözmekte insanoğlunun zaman zaman çaresiz kalışı , en katı en değişmez fikirlerin savunucularını bile biraz yumuşatmış, farklı platformlarda tartışmalar açmışa benziyor.

İki akşam önce Okan Bayülge'nin programında Rüya konusu irdelenirken uzman ve konuşmacı olarak programa katılanların ünvanları " Bir nörolog, bir psikiyatr, uyku derneği başkanı prof. bir tıp doktoru, bir yaşam koçu ( psişik güçleri olduğunu iddia eden), islami kesimden bir araştırmacı yazar, parapsikologtu. Ve hiç kavga etmeden, birinin söyleğinini bir diğeri aşağılamadan tartıştılar.

Koskoca profesörler " evet biz bu konuyu şu anda bilimsel olarak açıklayamıyoruz" bile diyebildiler.
Parapsikologlar pozitif bilimleri kabul etti, pozitif bilimler doğa üstünü.

Konunun özü, insanoğlu çaresizliğini kabul ediyor yavaş yavaş galiba :)

8 Şubat 2012 Çarşamba

1.000.000 "İyi" İnternet Kullanıcısı Aranıyor!









Son günlerde İstanbul, Ankara ve İzmir'de billboardlarda sıkça görmeye başladığımız bir slogan var: "1.000.000 "iyi" internet kullanıcısı aranıyor!"

Altına da şöyle bir not düşülmüş: "Adayların ekranlarından 1 satır verecek kadar "iyi" olmaları yeterlidir."

Aslında bu son derece yenilikçi bir sosyal projeleri destekleme yöntemi. www.ekledestekle.com adresinden bilgisayarınıza bir program indiriyorsunuz. Bu program araç çubuğunuza bir "satır" gibi yerleşiyor. Bu satırda görüntülenecek reklamlardan yaratılan kaynakla, projede yer alan sivil toplum kuruluşlarına destek veriyorsunuz. Böylece hem cebinizden 5 kuruş harcamadan sosyal projelere destek vermiş, hem de internette geçen zamanınızı "iyi" şeylere harcamış oluyorsunuz.

Kullanıcı sayısı ne kadar artar ve mecra reklamverenler için ne kadar cazip hale gelirse, o kadar çok sivil toplum kuruluşu ve sosyal projenin desteklenmesi mümkün olacak. Dolayısıyla her şey aslında sizlerin, yani internet kullanıcılarının elinde.

Projeye katılmak çok kolay. www.ekledestekle.com adresine girip, "İndir, Ekle" butonuna basıyor ve basit bir programı indirip, kullanıcı kaydınızı oluşturuyorsunuz. Kaydınızı oluştururken de hangi projeyi / projeleri desteklemek istediğinizi seçiyorsunuz.

Tüm vereceğiniz 3-5 dakika vaktiniz ve sonrasında da ekranınızda sizi rahatsız etmeyecek kadar küçük bir alan…

Bakalım Türkiye’de kaç tane "iyi" internet kullanıcısı var…

Bir bumads advertorial içeriğidir.






LANA DEL RAY

Kahve, isli puslu hatıralar..
Belki bir iki damla gözyaşı ya da hatıralara selam çakan okkalı bir kahkaha..
Bazen birini öyle bir özlersin ki yanındaki herkesten nefret ediyormuş gibi hissedersin.
Tehlikeli ve yanıltıcı bir histir ama , histir işte değiştiremessin.
Sonra unutulur gidilir gizli bir suçluluk duygusuna karışıp.
Akılda şarkının zihninde bıraktığı tat kalır...

7 Şubat 2012 Salı

DEVŞİRMENİN SON NOKTASI

Mantıklı bir açıklaması olmalı yoksa çıldırıcam..

Soruyorum size Türk Aşçı Milli Takımı'nın kaptanı niye Türk değil.

Hadi Türk değil, oldu bir terslik gururla niye reklamlara çıkarıyorsunuz adamı.

Bunuda mı devşirdik pes!

TELSİZLERDEN TWEETLERE


Yaşıtım olanlar hatırlayacaktır mutlaka.
Bir zamanlar dergilerin içinde mektup arkadaşı arayanlar köşesi, bazı evlerde " brekk brekk arkadaş arıyorum" sesleri yankılanan telsizler  vardı.
Sosyalleşmek, paylaşmak adına o günün imkanlarınca çabalardı herkes bir şekilde.
Telefonla birini aramak bile bir sabır işiydi. 7 tane rakam çevirmeli telefonlarla 5 dakikada anca çevrilirdi.
Şimdi herşey çok daha kolay..
Cep telefonları, internet, sosyal paylaşım siteleri, mesajlar, tweetler, bloglar. Tek tuşla istediğin kişiyi, mekanı, keyfinin kayhasını, ağzının tadını bulabilirsin.
Bunlardan birine yakalanmamak, bu hızlı devinimin bir parçası olmamak mümkün değil. Kapıdan kovsan, bacadan giriverir bir teknoloji içeri.
Paylaşım alası ve en hızlısı var artık. Depresyonda olduğunu dünyaya ilan etmek 5 saniye.
Herşeyimizi herkesle paylaşıyoruz, yüzünü bile görmediğimiz insanların dertlerini biliyoruz. Dün akşam kim ne yedi haberdarız, hangi caddeyi turluyor anında öğreniyoruz.
Öyle içiçeyiz ki özleyemiyoruz bile.
Peki tüm bunlara rağmen, neden bu büyük yalnızlık hissi?

YOKLUĞUNDANDIR 6

İsminle uyanıyorsam uykumdan
Başka hiçbir el ısıtmıyorsa elimi
Varlığını düşündüğümde
Bir başka gülüyorsa gözlerimin içi
Bil ki yokluğundandır

6 Şubat 2012 Pazartesi

Ponte Dei Sospiri - İç Çekişler Köprüsü

Ben çok severim köprüleri. Hep kavuşmayı,  bir vuslatın bitişini, iki özlemin bir araya gelişini simgelerdi bana köprüler. Biraz da özgürlük dolardı içime köprülerin üzerinden geçtikçe. Zira bir kıyıdan diğer bir kıyıya, bir yakadan diğer bir yakaya göç etmeyi simgelerdi özgürce. İki ayrı medeniyeti birleştirir, iki farklı dili buluştururdu köprüler.

Taa ki evime bir tablo gelene kadar. Taa ki ben o tabloyu aylarca anlamlandıramadığım bir hüzünle seyredene kadar. Garip bir his dolardı içime karşımda asılı duran tabloya baktıkça. Sanki kavuşturmuyor da ayırıyordu bu köprü.
Ama hiç içimden gelmedi araştırmak. Bugüne kadar..

Ah u vah köprüsü..Bir diğer adıyla " İç Çekişler Köprüsü"

1602 yılında inşaa edilmiş ve Venedik'teki Dükler Sarayı'nı yanındaki hapishaneye bağlayan hazin köprü. Saraydaki suçlular , hapishaneye idam edilmek için götürülürken bu köprüden geçer , hayatlarının geçtiği şehre son kez bakarlarmış ahh u vahh ederek. Bunun için küçücük pencereler açılmış köprünün üstüne.

Köprünün İtalyanca adı Ponte Dei Sospiri. " Sospirare" iç çekmek anlamına gelirmiş İtalyanca'da.
Hapishanedeki hücrelerinden özgür dünyaya bakan mahkumların iç çekişlerinin de bu köprüye isim verdiği söylenirmiş.

Galilleo ve Casonova'da bu zindanlarda bir süre kalmış..Hatta bu eziyetli zindanlardan kaçıp kurtulan tek kişinin Casonova olduğuna dair bir rivayet varmış.

Şimdi duvarımdaki tablo benim için daha anlamlı, daha hazin ve daha hüzünlü..

Tüm köprüler kavuşturmuyormuş meğer, bazıları yaşamdan kopartıyormuş insanları..

5 Şubat 2012 Pazar

GENLEŞME

Hava güzel, keyfim yerinde, Nişantaşı'nda tur atmak paha biçilemez keyifti..
Ama benim niye halaa uykum var?

-3 lerden sonra alışamadı bünye güneşe sıcağa galiba..
Bİr genleşiyoruz sıcaktan, bir büzüşüyoruz soğuktan..
Hava bile tutarsız aynı ben...

3 Şubat 2012 Cuma

RİMELLERİ AKMIŞ BİR KADINDIR İSTANBUL ARTIK..

Rimelleri akmış
Dağınık ve bakımsız bir kadına benziyor İstanbul
Saçı başı perişan
Eteklerinden sular damlıyor
Yüzü solgun ve durgun
Bir hayli yorgun
Beyaz, parlak ve masum yüzü
Ruhsuz bir gri
Çamurumsu gözyaşları akıyor
Masumiyeti erirken
Arkasında kirli bir su bırakıyor
İstanbul
Rimelleri akmış
Akşamdan kalma
Bir kadın şimdi


Heryer vıcık vıcık. Çamurlu su..
Minik minik göletler var etrafta..Geçenlerde düşündüm de yahuu bu belediye de hiç çalışmaz mı?
Yağmur yağar heryerde su birikir, mazgallardan sular taşar, kar erir sular öyllle looop diye kalır kaldığı yerde diye. Ama sonra aklıma geldi ki..
Yapay çözümler bir yere kadar. İnsanoğlunun doayı yenebildiği nerde görülmüş.

Toprak mı bıraktık memlekette ki suyu emsin?

2 Şubat 2012 Perşembe

ÇIĞLIK


Edvard Munch'un ünlü tablosu. " çığlık- scream"

Her baktığımda beni benden alır. İnsanoğlunun yalnızlığını, acizliğini bir kez daha hatırlatır.

Çığlık tablosu için Munch tedavi gördüğü hastanede günlüğüne şunları yazmıştır: "iki arkadaşımla güneşin batışında yürürken aniden gökyüzü kahverengiye dönüştü. durdum, hissizleştim ve bir parmaklık üzerine dayandım. arkadaşlarım yürümeye devam ettiler ben ise hala orada korkuyla titreyerek kalakaldım ve doğanın içinden gelen sonsuz çığlığı duydum"

ÜŞÜMEK UTANÇ DOĞURUR

Üşüyorum..
Üşüdükçe giyiniyorum..
Üşüyorum..
Üşüdükçe kombinin ısı ayarını biraz daha yükseltiyorum...
Üşüyorum
Üşüdükçe söyleniyorum, bitsin bu soğuklar artık donduk diyorum...
Üşüyorum
Üşüyorum dedikçe
Utanıyorum kendimden
Giyecek kıyafetim, ısısını arttıracağım bir kombim,
Tepemde damım, etrafımda dört duvarım
Sıcacık çorbam, mutfağımda aşım var..
Ya olmayanlar..
Yok hakkım değil üşüyorum diye şikayet etmek
Üşüyenlere yardım etmek gerek
Paylaşsak, iki montumuzdan birini
3 şapkamızın tekini, bütün ekmeğimizin yarısını
Paramızın bir kısmını?

İNSAN KAYBETMEK

Bir insan kaybettiniz mi hiç?
En yakın arkadaşınızı, yıllanmış bir dostluğu, belki bir kuzen sıcaklığını, dertleştiğiniz bir yüreği..
Tamamen sudan ya da çok karmaşık nedenlerden dolayı, birini hayatınızdan çıkarmak zorunda kaldınız mı?
Ya da birileri sizi kanata kanata söküp attı mı hatıralarından öyle olması gerektiği için?

En sıkıcı, en dertli, en zor ayrılıklardır ya bunlar. Mecbursunuzdur. Birşey olmuştur aranızda ve artık hiçbirşey eskiye dönmeyecektir. Bilirsiniz bunu. Baktığınız yüz aynı olmayacaktır sizin için, güvendiğiniz yürek eski yürek değildir. Mecburidir bu kaybediş, zorla söker atarsınız hayatınızdan. Ya da zorla atarlar sizi hayatlarından.

Zoraki bir razı oluştur olanları kabullenmek. Başka yol yoktur. Bilirsiniz ki herkesin yüreği yanar, içi acır ama yine de yapar.

Bir insan kaybettiniz mi hiç?
Bir insan kaybetmek anahtarını kaybetmeye benzer mi sahi? En mahrem kapının kilidini açan anahtarını kaybetmeye benzer mi? Anahtarını kaybeder ve kapının önünde kalakalırsın mesela. Yedek anahtar gelene kadar. Ama o yedek anahtarı yabancılarsın..Üstündeki anahtarlığı arasın. Eninde sonunda kapı açılır ama sen o tedirginliği üzerinden hiç atamassın. Ya tekrar kaybedersem?

Bir insan kaybettiniz mi hiç?
Bir insan kaybetmek cüzdanını kaybetmeye benzer mi acaba? İçinde bin türlü herşeyinin olduğu cüzdanına. O herşeyi yeniden çıkartana kadar rüştünü bile ispatlayamayacağın cüzdanını kaybetmeye benzer mi? Yeni bir cüzdan alırsın ama içi boştur ya hani, annenin hıdrellezde yaptığı uğur parası, hacdan gelen  hurmanın bereket olsun diye sakladığın çekirdeği yoktur artık.  Yenidir cüzdan ama senin değildir sanki..

Bir insan kaybettiniz mi hiç?
Bir insan kaybetmek en sevdiğin ruju kaybetmeye benzer mi ki? Sürmeden dışarı çıkamadığın, kendini onsuz çıplak gibi hissettiğin ruju kaybetmeye benzer mi? Üretimden kaldırılmış ve bir daha asla aynı tonu yakalayamayacağını bildiğin gözün gibi bakıp gıdım gıdım kullandığın en sevdiğin ruj. Yenisini alırsın belki ama ya bir ton açık ya bir ton koyu, tutmaz eski rujun yerini.

Bir insan kaybettiniz mi hiç?
Bir insan kaybetmek, tüm şifrelerini yazdığın kağıdı kaybetmeye benzer mi? Pamuklara sarıp sarmalayarak sakladığın, kimselere yerini söylemediğin zaman zaman senin bile yerini unuttuğun. Herşeyin kapısını açan, heryere girmeni sağlayan, neredeyse bütün hayatının akışı olan şifreleri kaybetmeye benzer mi bir insanı kaybetmek?

Sahi bir insanı kaybetmek neye benzer ki?