Hürriyet

31 Ağustos 2009 Pazartesi

SİNYAL VERİN EY ADEMOĞULLARI!

Ben bilmem ki şu bizim ülkenin ademoğulları sokakta yürümeyi niye bir türlü beceremez.

"Sağdan gittt, hep sağdannnn , geçidinde sağındann!" diye bir şarkı vardı çocukluğumuzda. Olay bu kadar basit işte. SAĞDAN GİT!Sağdan git ki, onun bunun önüne amaçsızca çıkma, omuz atma, bir köprüde iki keçi karşılaşmış misali yol verme -vermeme geyiklerini yaşama.

He birde yüce rabbim bizi yaratırken keşke arabalarda var olan gibi bir sinyalizasyon sistemi ile yaratsaymış. Yürürken sola döneceğimiz zaman sinyal verebilseydik arkadaki insan da ona göre davranırdı. Bazı haddini bilmez ademoğulları kalabalık bir kaldırımda seri bir şekilde yürürken bir anda sağa yada sola manevra yaparak sizin düşmenize falan bile sebep olabiliyorlar.

Bunu yazmam nerden mi icap etti? Bu sabah Mecidiyeköy'ün en işlek kaldırımında yürümek zorunda kaldım...

Tabi bir de diyelim bebeğiniz var ve yürüyüş yapmak istediniz. Tenha bir saat kolladınız ve dışarı çıktınız. Aaaaaaaa' biri kaldırımları çalmış! Memleketimde kaldırım yok. Özellikle de ara sokaklarda. Varolan nadide kaldırımlar ise arabalar tarafından park edilerek istila edilmiş. Ara ki kaldırım bulasın..

Sokakta rahat rahat yürüyebilme özgürlüğümüz bile yok, varın siz düşünün gerisini..

28 Ağustos 2009 Cuma

TEKNOLOJİ TEKNOLOJİ DEDİKLERİ

Vestel mp3 çalan buzdolabı yapmış. Reklamlarını izlemişsinizdir belki. Çocuklar görüntülerini kaydedip " iyikii doğdun babaaa" diyorlar.

Bu teknoloji çılgınlığı bir kabus olmalı ve biri beni bu kötü rüyadan uyandırmalı. Önce cep telefonları ile başladık geldiğimiz noktaya bak. Kimsenin kimseyi özlemeye fırsatı yok. Resimler bilgisayar ve telefonların duvar kağıtlarında , 3G denilen şey sayesinde resimde gereksiz artık. İstediğin kişiye canlı bağlanabiliyorsun. Kiminle, ne yapıyor, şu anda ne yiyiyor vs . hayal etmeye gerek yok. Bağlan gör. Msn sayesinde senelerce yüzünü görmediğin arkadaşlarının hayatında olanı biteni de biliyorsun, artık yüzyüze görüşmeye, ten temasına, sırt sıvazlamaya da gerek yok dertleşirken. Msn var, gönder bir ağlayan surat yada kucaklayan o minik canavar resimlerinden bitti. Sevgiline seni seviyorum mu diyeceksin kolayı var ağzını yorma hiç. Bir kalp figürü yada bir gül resmi işi hemen bitirir.

Düşünsene evden yeni çıkmışsın, sevgilin görüntülü arıyor, işe gittin mailleştin, msn de konuştun, resmi bilgisayarının duvar kağıdı, o da yetmedi yolda mesajlaştın (nasılsa 1000 mesaj bedava )eve geldin mutfağa gittin buzdolabını açacaksın kapakta bir ses ve görüntü "hoşgeldinnnn" yine sevgilin. Ama sevgilin aynı zamanda 1 saat sonra eve gelecek. Bu ne beee! Bi rahat bırakın ama..

Böyle vıcık vıcık , böyle sanalyaşayacağıma varsın eski model buzdolabı kullanayım, her yerden internete giremeyeyim, her dakika sevdiklerimin yüzünü göremeyeyim.
Sevdiklerimin yüzünü hayalimde canlandırıp, sesini özleyeyim baktığım heryerde sigara içilmez levhası gibi sevdiklerimin resimlerini görmeyeyim, seslerini duymayayım.

Özlemek istiyorum, beklemek istiyorum, hayal edebilmek, biraz da olsun merak etmek, heyecan duymak, kavuştuğumda o anın keyfini çıkarabilmek istiyorum..

Mutsuz insanların, mutsuz evliliklerin sebebi biraz da bu teknoloji diye düşünüyorum ve hayatımın gereksiz her alanından çıkartıyorum bu teknolojiyi.

Darısı başınıza

27 Ağustos 2009 Perşembe

EV İÇİ DİYALOGLAR

- Aşkımm, tuvalette okumak için hiç kitabım kalmadı!
* Vah Vah Vah, Türkiye büyük bir kültür çöküşü yaşayacak öyle ise..
- Bak yine çok konuşuyorsun ama ya dalga geçmesene
* Bi susarım sesime hasret kalırsın vallahi!
- Nerdeee, bademcik ameliyatı olmak bile senin sesini bir iki gün olsada azaltamadı. Kızlar da sana çekmiş zaten. Kimseyi bulamazlarsa kendi kendilerine konuşuyorlar
* Ne güzel işte cıvıl cıvıllar. Kocaları eğlenir, rahat eder ileride
- Koca mı dayanır onlara bu çeneyle canım.
* Dayanır dayanır, bak sen bana nasıl dayanıyorsun
- Zorr, çok zorrr...

26 Ağustos 2009 Çarşamba

PİRELİ ŞİİR

Bu ne acaip bilmece
Ne gündüz biter ne gece
Kime söyleriz derdimizi
Ne hekim anlar ne hoca

Kimi işinde gücünde
Kiminin donu yok kıçında
Ağız var kulak var burun var
Ama hepsi başka biçimde

Kimi peygambere inanır
Kimi saat köstek donanır
Kimi katip olmuş yazı yazar
Kimi sokaklarda dilenir

Bu düzen böyle mi gidecek
Pireler filleri yutacak
Yedi nüfuslu haneye
Üç buçuk tayın yetecek

Karışık bir iş vesselam
Deli dolu yazar kalem
Yazdığı da ne
İpe sapa gelmez kelam


ORHAN VELİ KANIK

Eğlenceli bir düzenleme olmuş.

25 Ağustos 2009 Salı

AÇILMADAN BÖLÜNDÜK

Ben anlamam ki ne istersiniz bu ülkeden, bu ülkenin anasından, babasından , askerinden, çoluğundan, çocuğundan, huzurundan, düzeninden.

Daha açılmadan bölündük. Açılım tamamlanınca ne hale gelinecek orası meçhul.
Sanatçısından ,halkına, Kürdünden, Türküne , Lazından , Çerkezine herkes ayakta. Herkesin söyleyecek bir lafı, edecek bir isyanı var.

Benim de var. Günlerdir bir taş oturdu yüreğime. Kendi kendime isyan ediyorum. Yok! Birtürlü kabul etmiyor içim yapabilecek birşey yok. Hazmedemiyorum, yediremiyorum, sindiremiyorum duyduklarımı, gördüklerimi.

Bütün etnik topluluklar ayaklanmaz mı şimdi? Çerkezin , Lazın, Gürcünün Kürtlerden ne eksiği var. Silah alıp da dağa çıkmadılar ufacık çocukları, anasının koynundan askere gitmiş mehmetçikleri öldürmediler. Suçları bu mu? Uğraşıp didinip meclise girmediler, dokunulmazlık zırhı altında T.C. kanunlarına göre suçlu olan bir terörist için ağıtlar yakmadılar, milli birliği bölmeye çalışmadılar. Bu mudur suçları?

T.C. kanunlarına göre yargılanmış, suçu sabit bulunmuş ve müebbet hapis cezası alarak cezasını çekmek üzere cezaevine konmuş bir suçlunun muatap kabul edildiğinin açıklaması ve buna herhangi bir tepki gelmemesi ve hatta neredeyse bu teklifin kabul edilmesi nasıl bir adalettir. Yazık değil mi , doğuda ve güneydoğuda can veren o askerlere, hepsi bir hiç uğruna mı öldü şimdi. Yazık değil mi o ölen askerlerin analarına babalarına , geride kalan çocuklarına. Madem muhatap kabul edip masaya oturacaktınız , niye öldü o gencecik insanlar diye haykırmak geliyor içimden?

Kendinizi onların yerine koymayı bir deneyin. Orada vatanının bölünmez bütünlüğünü savunmak adına can veren sizin çocuğunuz olsaydı? Yada o ölen askerin karısı olsaydınız? Ya da o ölen asker babanız olsaydı? Bu kadar çabuk kabul eder miydiniz bu sözde açılımı. Bu kadar çabuk kabul eder miydiniz etnik bir kimliğe milli bir kimlik kazandırma çabalarını?

Açıldıkça bölünüyoruz, bölündükçe batıyoruz . Bizim bölünecek bir ülkemiz, açılacak da herhangi bir fikrimiz yok. Buna ilaveten herhangi bir etnik kimlikle de sorunumuz yok.Merak ve heyecanla bekliyorum hala bir türlü açıklanamayan şu Açılımı’nın ardından neler çıkacak.. Hala bekliyorum daha kaç can yanacak. Ve korkuyorum . Çocuklarımın geleceğinden korkuyorum. Hiç istemeden ayrımcı bir nesil yetiştirmekten korkuyorum. Belki de hiç hak etmeyen insanlardan nefret etmekten korkuyorum..

AYLARIN SULTANI


Bir başkadır Ramazan ayı.

Ramazan çocukluğumdur, anneannemin beyaz yazması sarı tespihidir. Öğlene kadar tuttuğum ve sonra sattığım oruçtur. Bayram harçlığı umududur. Yeni ayakkabılar, yeni kıyafetler, bir avuç dolusu şeker vaadidir Ramazan. Mahalleye gelen zincir salıncağı, televizyonda Karagöz Hacivattır. Sofra başında edilen sabır, unutularak yenilen bir ekmek ve bir Eyvah! , bir yudum suya duyulan hasrettir Ramazan.

TRT’de iftar vaktinde her sene aynı duayı yeni duyuyormuşçasına kulak kesilip dinlemek ve en içten en derinden tekrar etmektir Ramazan.

Dedeyle gidilen bir teravih sonrası , alınan horoz şekeridir.

Minarede aceleyle okunan ezan, fırın önünde mis gibi pide kokusu, bir sinir harbi sonrası “ oruçlu oruçlu günaha sokma beni, çekil şurdan! “ cümlesidir Ramazan. Hoşgörüdür , hoşgörülü olma çabasıdır , eline, beline , diline hakim olmaktır Ramazan.

Fakiri anlamak, aç ile aç kalmak, tokluğunu paylaşmaktır . Gecenin bir yarısı evlerdeki tıkırtıdır Ramazan. Uykunu bölmektir , uyanamayan komuşuyu uyandırmaktır, davulcuya harçlık vermek, yaradandan ötürü yaradılanı sevmektir Ramazan. Bir sahur vakti okunan Kuran, gecenin ayazında kılınan namazdır Ramazan.

Kadir gecesidir. Bir yakarış, bir haykırış, affedilme çabasıdır. Allah’tan başka hiçkimseye yalvarmama isteği, nefsin dizgini, ruhun besinidir Ramazan. Aynanın arka tarafını görmektir. Ramazandan daha fazlasıdır Ramazan. Bir aşkın peşinden gitmek, aslını aramaktır. Bir sevdadır, seni sen yapanı anlamaya çalışmaktır .

Yarımı bütün yapma çabasıdır , ışığı bulma hevesidir, manayı çözme isteği, bayrama erme sevincidir.

Hayırlı Ramazanlar ...

24 Ağustos 2009 Pazartesi

HADDİNİ AŞAN İSTEKLER


Sağdan soldan geliyorlar bana bugünlerde. Bir sıkıntı, bir huzursuzluk hali. O geçiyor bir şımarıklık bir ne istediğini bilmezlik.

Minicik çocuklar gibi daldan dola konuyor yüreğim. Bir gazete alıyorum elime bir kitap, bir televizyon izliyorum bir radyo dinliyorum. Canım uyumak istiyor ama uyuyacağımı düşününce canım sıkılıyor geçecek vakite yanıyorum. E uyusam mı uyumasam mı diye düşünürken vakit geçiyor ne uyku keyfi yapabiliyorum de ne uyanıklık meşgalesi bulabiliyorum. Mutfakta takılayım yemek yapayım , değişik tatlar bulayım diyorum sonra üşenip makarna suyu koyuyorum. Evi süpürüyorum ama silmeye varmıyor elim.


Dikey pozisyonda yatar olmak istiyorum örneğin.
İnsanlarda MUTE tuşu olsun istiyorum.
Uyurken aynı anda arkadaşlarımla buluşabilmek istiyorum.
Kocalar ve anneleri için bir kullanma kılavuzu icat edilsin istiyorum.
Dünyanın çıkan çivisinin yerine takılmasını istiyorum.
Bayramlarda harçlık istiyorum.
Çocukken yaptığım gibi öğlene kadar oruç tutabilmek öğlenden sonra da orucumu satabilmek istiyorum.
Çocuklarım abuk subuk oyunlar yerine lastik oynasın, ip atlasın, yağ satarımm bal satarım diye bağırsın istiyorum.
Cumartesi Pazar çalışalım , diğer günler tatil olsun istiyorum.
Kumların üstünde güneşleneyim ama orama burama kum yapışması istiyorum.
Kokusuz yumurta istiyorum
Hem uyuyup , hem arkadaşlarımla buluşup, hem de çocuklarımla ilgilenebilecek bir yetenek bahşetsin istiyorum bana Allah.
Kafama bağlanan chipler vasıtası ile düşüncelerimi yazıya aktarabilen bir bilgisayar istiyorum.
Spor ayakkabı konforunda, parmak arası terlik serinliğinde, sivri burunlu 9 pontluk seksiliğinde bir ayakkabı istiyorum. Hatta hem yazlığından hem de kışlığından birer adet rica ediyorum.
Kuaföre gidip saçlarımı 10 dakikada boyatabilmek ve tırnağıma değer değmez kuruyabilen bir oje istiyorum.
Kitap okurken aynı anda gazete okumak ve o sırada çin mutfağından spesiyaller yapabilmek istiyorum.( tabi ki uyurken ..)
İş çıkışı bir Bodrum yapıp, iki kulaç atıp evime dönmek istiyorum.
İstanbul’dan heryere uçak olsun ama çok ucuz olsun istiyorum.
Tophane’de nargile içerken aynı anda Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde de nargile içmek istiyorum.
Sahilde yürüyüş yaparken , eş zamanda bir hamakta sallanmak istiyorum.
Dondurma ile pastırmayı aynı anda yiyeyim ama tatları karışmasın istiyorum..(iyyk dediniz duydum!)
Dökülen saçlarımı yerlere düşmeden havada yakalayabilecek bir düzenek istiyorum evime.
Çiçeklerim kendiliğinden dev gibi olsun istiyorum.
Kendi kendini temizleyebilen bir ev, çamaşırları yıkadıktan sonra asacak bir çamaşır makinası ve ütülemek için asılan çamaşırları ipten toplayacak bir ütü istiyorum.
Aynı anda hem yüzmek, hem koşmak, hem tenis oynamak hem de terasta güneşlenmek istiyorum.

Sürecek....

DOĞUM GÜNÜN BAYRAM OLSUN

İçimin denizi,
Mavim, sarım , siyahım, yeşilim
Gökkuşağım benim
Sendedir her renk,
Sendedir her ahenk.

Ağustos sıcağında içtiğim bir yudum buzlu su,
Zemheri soğuğunda morarmış parmaklarımı ısıtan nefes
Denizden gelen tatlı esinti,
Herşeyi yakıp yıkan fırtınam
Evimin direği,
Yemeğimin tuzu, ocağımın ateşi
Rüyalarına yattığım
Aşkı gözlerinde hergün tattığım
Çocuklarımın babası,
Yıllarca beklediğim,
Yüzümün cemali,
Ruhumun celali
Sebebimsin..

Sanadır hergün uyanmalarım
Nazım sitemim sanadır
Sanadır gülüşlerim,
Sanadır kızgınlığım hiddetim.
Aynada hergün gördüğüm sensin
Suyumun tadı, ekmeğimin adı
Yaşamın anlamı
Bütünümün parçası sensin..

Doğum günün bayram olsun,
İyi ki varsın,
İyi ki yanımdasın..

21 Ağustos 2009 Cuma

KADIN KALDI

Gitti adam , kadın kaldı
Adam giderken kadının yıllarını aldı..

Ben koşuyorum , sen yürüyorsun dedi adam kadına
Kadın bakakaldı

Yüreği dondu, dili tutuldu
Dizlerinin bağları çözüldü bir bir
Ak düştü yüreğine bir gecede
Duvarlar üstüne geldi kadının
Yastığı ıslandı
Yorganında diş, avuçlarında tırnak izleri vardı.
Kadının camdan ruhu darmadağındı

Ben koşuyorum , sen yürüyorsun dedi adam kadına

Bir leş kargası gibi çöktü kadının yüreğine hüzün
Geçen yılları düşündü kadın
Çarptı, topladı, böldü
Elinde kocaman bir boşluk kaldı.
Yürüdü boşluğa doğru kadın
Elbet boşluğun sonu ışık
Elbet boşluğun sonu ses
Elbet boşluğun sonu nefes
Yürüdü boşluğa doğru kadın
Elinde yılların hesabı kara kaplı defter
Dimdik yürüdü boşluğa doğru kadın..
Gözünde son bir damla yaş vardı..

ZEHİR


Senden önce ayak seslerin geldi
Aralıktı kapım, bekledim gir diye
Bir adım daha atsan düşecektin belki de rengarenk dünyama
Atmadın..
Hep aynı keşkeleri tekrarlarken çatlamış dudakların,
Gelmeyi, girmeyi, bilmeyi, dinlemeyi seçen olmadın
Göz hizasından takip ederken hayatı
Bir türlü atamadık aramızdaki o mahrem mesafe uzaklığını.
Gel desen gelecektim, hadi uç desen kanatlarımı serecektim belki önüne
Sev desen ölecektim
Demedin..
Uçan bir halıdan seyrederken hayatını
Yükseldikçe uzaklaştığını, uzaklaştıkça küçükdüğünü farketmedin dünyanın
İçini bir matkap gibi oyan sırlarını
Bir gün dökmedin o mühürlü dudaklarından
Şimdi zehrin içine akıyor
Gözlerinde eski gri bir parmaklık
Baktığın her yer çorak
Tuttuğun herşey dikenli
Sevdiğin herşey uzak
Damla damla içine akıyor zehir
Damla damla içine akıyor...

20 Ağustos 2009 Perşembe

BENDE ÖDÜLLENDİM :)



Daha bebek denebilecek bloğum canım arkadaşım tarafından ödüle layık görüldüğü için hem çok mutluyum hem de bana oldukça iyi bir cesaret oldu desem hiç de yalan olmaz.
Öncelikle bu ödülü bana layık gören BEDARDEMİME teşekkürü bir borç bilirim :).

Bu ödülün belli kuralları varmış. Check list

Ödül logosunu yayınla : OK
Sana ödül verene teşekkür et : OK
Beğendiğin 7 siteye ödül ver

MOMOL
UZAĞA GİDEN KADIN
NEHİRCEE
KADINLAR YAZIYOR
ÖYKÜ
İDEA
PANDORA

Kendin hakkında 7 ilginç şey yaz :

1- Arkam kapıya dönük ve kapı tarafında asla uyuyamam. Yüksek ses çıkartarak bir iş yapıyorsam Ev süpürmek, saç kurutmak vb. mutlaka evde birileri olmalıdır. Yanlızken yapamam.
2- Yumurta pişirilen kapları yıkamak yerine mümkünse atmayı tercih ederim ve açken çok sinirli olurum.
3- Burnum çok iyi koku alır ve hayatımı kabusa çeviren en kötü özelliklerimden biridir.
4- Kırmızıdan nefret ederim. Özellikle kırmızı kıyafetler beni çok sinirlendirir. Ama ne tuhaftır ki kırmızı ojeyi çok severim.
5- Tezgahın üzerinde 1 tane bile kirli birşey olsun asla yemek yapamam. Herseferinde önce kendimi parçalarcasına mutfağı temizlerim ve kendi yaptığım yemeği padişah bile beğense doya doya yiyemem. ( yaparken doyuyorum sanırım)
6-Masa hazırlamayı çok severim ama asla toplamam. elbet arkamdan toplayacak birilerini bulurum.
7- İnsanlar karşımda kağıdı katlayıp kat yerini elleriyle hele hele tırnakları yardımı ile sabitlemeye kalkarlar ise ben de onları öldürmeye kalkabilirim.

Aklıma gelenler bunlar..

ORMANIMA DOKUMA


Orada bir orman var uzakta. O orman benim ormanım. Yeşilime, ormanıma dokunma. Hafta sonu hayallerimi, kuş seslerimi, su havzalarımı,börtümü böceğimi, şehrimin ciğerini, boğaziçinin duvağı yeşilini rahat bırak. Çocuklarıma "Bak! Bu orman, benim şehrimin ormanı yeşili" diyebilme hakkımı elimden alma. Bu beton yığınının içinde gözümün ferini, gönlümün serinliğini yok etme.

Bırak trafikte 1 saat daha fazla kalayım, bırak evime biraz daha geç gideyim,yapma 3. köprüyü istemem. Yeter ki susuz , ormansız , yeşilsiz koyma beni.

Çimenlere basmak istiyorum, çocuklarıma salıncak kurmak istiyorum, bir pazar sabahı kuş sesleri ile piknik yapmak istiyorum, yağmur istiyorum, gözlerim yeşil istiyor, avuçlarım toprak, ayaklarım çimen, ciğerlerim temiz hava.

Beni demirparmaklıklı penceremin önündeki 3-5 fesleğene, tenekeye dikilip kapı önüne konulmuş bir süs ağacına mahkum etme. Çocuklarımın yeşilini, ciğerini elinden alma.

Ormanıma Dokunma!

TÜRK MİSAFİRPERVERLİĞİ

Dün akşam haberlerde gördüğüme ve duyduğuma inanamadım. Aslınsa pek de şaşılacak birşey değil haberler esnasında yaşanan bu inanamamazlık hali. Toplumsal olarak şiddetin ve cinnetin eşiğinde olmaktan öte o eşikten içeri adımımızı attık çoktan.

Bisikletleri ile dünya turu yapan 2 adam. Hindistandan yola çıkıyor. Afganistan'dan , İran'dan burunları bile kanamadan geçip ülkemize varıyor. Amaçları burdan İngiltere'ye gitmek. Fakat ne oluyor. Çıkışı olmayan ülkemizde takılıp kalıyor adamlar. Bir güzel dayak yiyiyorlar burda . Hem de odunla, hem de o dillere destan Türk Misafirperverliğine yakışır biçimde dayağın hakkı verilerek , kemikleri kırılana , adamlar hastanelik olana kadar. Korku tüneli gibi bir ülke olduk. Her köşe başında ayrı bir korkutucu olay.

Geçen sene Pibba Bacca'nın başına gelenler hala hafızalarımızda. Kendimize gelelim beyler, kendimize gelelim bayanlar.. Burası Türkiye, burdan çıkış yok naraları atan bir toplum olduk...

19 Ağustos 2009 Çarşamba

ANNELİKTEN Mİ? DELİLİKTEN Mİ?

Bazen "deliriyor muyum?" diyorum kendi kendime. Çünkü öyle tuhaf senaryolar yazıp yönetirken yakalıyorum ki kendimi, ben bile inanamıyorum sonra.

Geçen gece saat 3 sularında uyandım. Meleklere bakmak için odalarına gittim. O da ne! Ufaklık yatağından inmiş yerdeki minderlerin üstüne yatmış. Yerine yatırdım 2 dakika sonra yine aşağıya indi. Evham perileri iş başında, hemen senaryomu yazmaya başladım.

Senaryo 1 :

Ufaklık minderin üstünde yatıyor, ablamızın tuvaleti geliyor , uyku sersemi yatağından kalkıyor ve ufaklığın üstüne basıyor.

Senaryo 2 :

Ufak melek yine minderde yatıyor. Ablamız yatağında dönüyor ve ufaklığın üstüne düşüyor.

Sonuç :

Sabaha kadar tutulan nöbet ve sabah uykusuzluktan şişmiş gözler .

Biri bana söylesin. Annelikten mi? Delilikten mi?

18 Ağustos 2009 Salı

KAÇIK GELİN


Evlenmek de zor artık. Nerde o eski sorumluluk sahibi, evine ailesine karısına bağlı adamlar. Yok kardeşim hepsinin nesli tükemek üzere. Az sayıda olanlar da kapanın eline kalıyor. Diyelim ki evlenecek adamı bulabildin “ki bu devirde oldukça zor”, hadi onu evlenmeye ikna et. Evlenmeye ikna ettin, ailesine kendini sevdir “ ki bu sözkonusu evlenilecek kişinin annesiyse daha da zor”. Zira hem oğlunun evlenmesini ister erkek anneleri hem de oğullarının turşularını kurmak için yanıp tutuşurlar. Yüzyıllar geçmesine rağmen anlamadılar ki ikisinin bir arada olması imkansızzz!

Anne engeli de aşıldıktıktan sonra, yok düğün nerede yapılacak , ev nerede tutulacak , senin annene yakın oldu benim annem küstü, koltuk takımını beğenmedim, gelinlik çok dekolte bizim aile kaldırmaz , davetiyelerin rengi olmamış , nikah şekerleri çok para tuttu,- kızıma beş taş isterim- çok masrafa girdik tek taş alırız-, kız tarafı damada ne takacak, oğlan tarafı düğünde ne yapacak, hatçe hanım kayınvaldenin bakışlarını beğenmemiş , Ahmet Bey’in kızı yemekli düğünle evlenmiş benim kızımın neyi eksik, kına gecesine gelen çerezlerin içinde mısır patlağı yoktu, gelin hanım komşumuzun teyzesinin kızına hoşgeldiniz demedi, kavgalarının ortasında hedef tahtası haline gelen gelin artık cinnet geçirme sınırında ve zaten zor bulduğu koca adayından da vazgeçme kıvamındadır artık.

Toz pembe buğulu aşk meşk hikayelerini, beyaz gelinlik hayallerini, rüya gibi bir düğün düşlerini rafa kaldırmış olan gelinceğiz, canının kurtarma derdine düşmüştür. Bir an önce evlilik günü gelsin de şu çile bitsin diye düşünmektedir. Ya sabır çekerek tüm bu çileli yolların aşılmasından sonra eline nikah cüzdanını alan gelinin, ben şimdi evli bir adam mı oldum paniğinde ki damadın ve tüm bu zorlu yollarda kendilerine yardımcı olmaya çalışan arkadaşlarının aşağıdaki gibi pozlar vermesini de abesle iştigal bulmamak gerekir.


Zira o büyük gün gelmiş, yaşanmış ve bitmiştir. Bu sebepten dolayı ki o eskinin başı önde, kırım kırım kırılan, vur kafasına al lokmasını gelinlerinin yerini, kaçık gelinler almıştır.

Resimdeki kaçık gelin ise benim arkadaşım. Nikahına gidemedim, bu çileli anlarda ona pek destek olamadım ama dün bana bu resmi gönderince bu yazıyı yazmak istedim bir anda.

Mutlu ol arkadaşım.. Hayat gülen yüzünü hiç soldurmasın..

17 Ağustos 2009 Pazartesi

SENELİK İZİN DAVASI

Tatil bitti. Senelik iznimin son parçasını da binbir zorlukla ve kavgayla kullandım. Zira aklı evvel patronlar senelik izni yasal bir hak olarak değil de bir lutuf olarak gördükleri için işler her sene gittikçe daha da zorlaşıyor.

Neymiş efendim onlar tatil yapmıyorlarmış. E bende milyarlarca lirayı cebe indirmiyorum sizin gibi. Yada işe istediğim zaman gelmeme özgürlüğüne sahip değilim. Bu hafta Perşembeden Göcek’e gidip Pazartesiye kadar tekne turu yapıp Salı günü işe gelme fikrini anca rüyalarımda görüyorum. Nefret etsemde herkesin telefonlarına çıkmak zorundayım, öyle kafama estikçe muhasebeye ver kızım kasadan 2.000 TL diyemiyorum. İşe 9 da gelmek zorundayım. 10 ‘da gelip 11’e kadar kahvaltı yapıp 11’den önce bana işle ilgili birşeyler soran elemanlarıma kahvaltı yaparken bir rahat bırakmadınız diye fırça atamıyorum. Beni ziyarete gelen arkadaşlarım sanki yatıya gelmiş gibi gece yarılarına kadar ofiste kalamıyor , ofisin etinden sütünden , yemeğinden yararlanamıyor.

Şirketin şöförlerini özel şöförümmüş gibi kullanıp işlerin aksamasına alet olamıyorum birtürlü, üstelik kendi arabamızı kullanmadığımız için fırça yiyor olmamızda cabası. Öğle tatilinde kuaföre gidemiyorum, izin almadan doktor randevusu alamıyorum. Akşam üstü saat 4’de hadi ben kaçtım çocuklar deyip ortadan kaybolamıyorum. Sizi arayıp da ulaşamadığımda “Kardeşim sen ne biçim patronsun niye cep telefonun kapalı” diye fırça atamıyorum.

Öğlen odamın kapısını kapatıp 1 saat şekerleme yapamıyorum. Kıl tüy bir sürü insanla uğraşmak zorunda olduğum gibi, müşteri daima haklıdır politikası yüzünden ha bire içimden küfür etmek zorunda kalıyorum. Sürekli kıçımı toparlayan birileri yok etrafımda aksine ben birilerinin kıçını toparlıyorum.

Neymiş efendim seneye izinler kalkacakmış. Olduu! Sanki senin verdiğin hak da geri alıyorsun demek geliyor insanın içinden. Gerçi bir benzerini söyledim yine de durmadı şu dilim  Bülbülün çektiği dilinin belası demişler...

E hadi yer değiştirelim. Ben yukarıda yazanların hepsini yapabileyim benden size 2 haftalık değil 1 aylık senelik izin. İzin kullana kullana çalışıverin olmaz mı sevgili patronlarım.. 

14 Ağustos 2009 Cuma

HİÇ BİTMEYEN PUZZLE


Yorgunum bugün, kırgınım. Parçalı bulutlu havam ha yağdı, ha yağacak.

Sessiz, ıssız, puslu, isli bir İstanbul akşamı gibiyim. Bahar es geçmiş penceremden, yaz uğramamış kapıma. Poyraz esiyor üzerimde, kargalar çığlık çığlığa.

Her kafadan bir ses, her köşeden bir nefes..Uğultu var kulaklarımda, bir de fısıltı dudaklarımda. İki hecemden birini ben bile duymuyorum..

İçimde ince bir sızı var. Nedenini bilmediğim bir hüzün kapladı yüreğimi. Yaşadığım yıllar sanki üstüme üstüme geliyor. Yaşayacaklarım beni ürkütüyor. Sadece şu an huzur. Kitlesem kapıyı tüm dünyanın üstüne. Durdursam saatleri tam da şimdide. Rüzgar esmese, dal kıpırdamasa, ses olmasa. Kocaman bir boşluk ve huzur. Hiç bitmeyen bir puzzle parçalarını tamamlar gibi tamamlasam o boşluğu dilediğimce. Biraz mavi, biraz yeşil, bir iki erguvan, bir fesleğen, deniz kokusu, martı çığlığı, biraz deniz esintisi, meleklerimin sesleri, aşkımın nefesi, belki bir mısırcı. Verandada akşam üstü kahvesi, çay kokulu bir sabah, bir iki eski dost. Bir türlü yanmak bilmeyen bir mangal, tavlada mars ve okkalı bir küfür. Biraz gözyaşı, Bir avuç dolusu kahkaha. Hayatı yaşanır kılan ne varsa…

7 Ağustos 2009 Cuma

6 Ağustos 2009 Perşembe

ARABA KULLANMAYI SEVMEYENLER DERNEĞİ


Üye olduğum, yazılar yazdığım ve uzun zamandır girmediğim bir siteye girip de yazdığım bir yazıyı okuyunca hiç de fikrimin değişmediğini farkettim ve birde burdan paylaşmak istedim hislerimi.

Aradım , taradım herbişeyin derneği var ama araba kullanmayı sevmeyenlerin derneğine rastlamadım birtürlü. Bir tek ben miyim bu menem isi sevmeyen diye kara kara düşünür oldum şimdi.

Sevmiyorum arkadaşlar, araba kullanmayı sevmiyorum. Gaza baz, frene bas, aynı anda direksiyonu tut,araba manuelse birde vites değiştirmeyi akıl et, minibüsçüden kaç, taksiciden allaha sığın, özel halk otobüslerinden bahsetmiyorum bile...

Tüm bunları yaparken bir de sinyal vermeyi akıl et, aynalara bak -ki ben genelde sağ dikizi açmayı hep unutuyorum-, istediğin yere vardın park yeri ara hadi buldun park etmek için uğraş hele iki araba arası ise becereme sırtından ter damlasın..

Daracık sokaklarda milim farklarla diğer arabaları sıyır geç ( şanslıysan tabi ), Birde başka bir arabayla burun buruna gelip kim yol verecek stresi yaşaması da cabası..

Sağ koltukta oturup, müziğin sesini sonuna kadar açıp , araba kullanmayarak fakat kendi arabanla bir yerden bir yere gitmenin keyfini yaşamak gibisi var mı.

Fakat bu sefer de hasbel kader araba kullanmayı bildiğin için o sağ koltuk rahatsız etmeye başlar seni. Solladı, sağladı, hızlı gitti, gelen arabayı görmedi, kaldırımdan sıyırdı geçti derken arabayı kullanan ile ya birbirine girersin ya susup kendini yersin , yine o yol rezil olur.

Ben bu işin ortasını bulamadım. Varsa bulan beri gelsin..

5 Ağustos 2009 Çarşamba

UZUN UZUN BLOKLAR

Bazen ayyyyy! diye bağırasım geliyor.

Uzun uzun blokların içinde yaşıyorum. Ev ev üstünde. Biz salonda hapşırıyoruz karşı komşu balkonundan çok yaşa diyor ...Durum o derece vahim yani..

Akıllı müteahhitler buldukları avuç içi kadar toprak parçasının üstüne bile ev yapmışlar. Bir kaç sene önce ev ararken üçgen salon bile görmüş gözlerimize inanamamıştık. İstanbul'un göbeğinde bir çarpık kentleşme trajedisi. Dur diyen de yok. Hele öyle sokaklar var ki , ambulans ve itfaiyenin girmesi mümkün değil. Allaha emanet yaşıyor insanlar. Benim oturduğum taraf bir nebze de olsa daha iyi diye şükredip avutuyorum kendimi.

Hele bu sıcak yaz günlerinde bazen o duvarlar üstüme üstüme geliyor. Bahçe istiyorum, teras istiyorum hadi hepsinden vazgeçtim aşağıdaki gibi bir balkon istiyorum.



Sadece şehir merkezinde diye 2 oda 1 salon taklidi yapan bir eve bir avuç dolusu para vermek istemiyorum. Ne diye veriyorsun o halde demeyin ben de bilmiyorum.

Üşeniyorum taşınmaya. Ev bul, emlakçıyla uğraş, eşya topla, çıktığın evin yamyam ev sahibinden depozitonu kurtarmaya çalış, elektirik, su, telefon , doğalgazı kapattır, gittiğin yerde bir daha açtır. ADSL naklettir, ikametgah taşı, bankalardaki adresleri değiştir. Yazarken bile yoruldum vallahi. Ben bu tembellikle ne ev bulabilirim, ne de bu cimrilikle taşınma parasına kıyabilirim.

Böyle arada sağdan soldan afakanlar gelir söylenir söylenir dururum anca. Bir sihirli değnek olsa; olsa bana şööyle ucuzundan , büyüğünden, güzel balkonlu, güzel manzaları, ferah , emlakçısız , depozitosuz bir ev bulsa. Eşyaları toplasa, taşısa , her bi işi yapsa bizde melekler ve aslankral ile birlikte bavulumuzu alıp gitsek..

Çok ve hatta imkansızı istiyorum biliyorum, ama yine de istiyorum :)

4 Ağustos 2009 Salı

ÖZGÜRÜM BUGÜN

Yalnızım bugün. İşten çıkıp sokaklarda amaçsızca yürüyeceğim. Simit alacağım caddedeki bir simitçiden . Telaşla evlerine gitmekte olan insanları izleyeceğim. Bir cami avlusunda kuşlara yem atacağım. Beşiktaş’ta denize karşı çay içeceğim. Ortaköyde incik boncuk bakacağım. Nicedir almak istediğim kitaplara bakmak için kitapçıya gideceğim ve muhtemelen kitap fiyatlarına söylenerek çıkacağım. Evde yarım bıraktığım kitapları okurum diye düşünüp, o yarım kitaplara birtürlü yeniden başlayamayacağım.



Eve götürmeyecek birtürlü beni ayaklarım. Beşiktaş çarşısını bir daha gezeceğim. Küçücük ara sokaklarında yepyeni şeyler keşfedeceğim.


Büfede tost ve sosisli yiyeceğim alacağım kilolara aldırmadan. Hatta arada bir de ıslak hamburger söyleyeceğim. Bugün benim günüm. Bugün özgürüm. Canım ne isterse onu yapacağım. Ruhuma arkadaşlık edeceğim bugün. Oturup dertleşeceğim. Beni ben yapanları yeniden keşfedeceğim.

Gözlerimin ferini geri getireceğim, dizlerimin dermanını bulacağım. Eski arkadaşlarımla teker teker randevulaşacağım. Çıkıp kapı önünde çocuklarla çekirdek çitleyeceğim.

Eve gidip dolaplarımı düzelteceğim. Atmaya kıyamadığım ne varsa atacağım. Taş bloklar arasındaki evimde bir gizli bahçe yapacağım kendime. Bir kilo patates kızartıp hepsini kendim yiyeceğim :)

Bugün işle ilgili hiçbirşey düşünmeyeceğim. Hatta telefonumu kapatıp arayanlara cevap vermeyeceğim.

En sevdiğim şarkıyı en yüksek sesle dinleyeceğim. En sevdiğim filmi bir daha izleyeceğim.

Sabah erken kalkabilmek için erken yatmaya zorlamayacağım kendimi. Göz kapaklarım kapanıncaya dek oturacağım. Gecenin sesini dinleyeceğim. Balkonda limonata içeceğim.
Fesleğenimi koklayacağım uzun uzun.



Bugün benim günüm. Bugün özgürüm.
Bugün ruhuma arkadaşlık edeceğim...

3 Ağustos 2009 Pazartesi

KUŞLAR KADAR OLAMADIK














Gazeteyi her açtığımda çocuklarla ilgili bir felaket haberi. Biri kendini terk eden kocasına kızıp çocuğunu balkondan aşağı sarkıtmış, diğeri öldürmüş, bir diğeri dayaktan tanınmaz hale getirmiş. Bir baba ( sözde baba) çoluğu çocuğu bırakıp kaçmış.

İnsanlığımızı yitiriyoruz insanlık öldü mü falan diyoruz ya hep. Öldü bitti kül oldu..

Kendimize insan sıfatını yakıştırabilen bizler ne yazık ki penceremin önünde yavrularını yaşatabilmek, kanat çırpışlarını görebilmek için uğraşıp didinen kuşlar kadar olamıyoruz.
Bir gün bir kuş geldi penceremin önüne. Cam kenarında iğreti duran saksıyı şöööyle bir süzdü. Burdan bana yuva olur kanaatine vardi ki yaklaşık 30 kere gidip gelerek kendine bir yuva yaptı. Öyle azimliydi ki yuvayı dişi kuş yapar atasözünü doğruluyordu adeta. Yaklaşık 30-40 kere gitti geldi anne kuş. Her gelişinde bir ot , her gelişinde bir çam iğnesi getirdi yuvasına. İşi bitince üzerine keyifle kuruldu ve yumurtladı. Gururla yumurtasının üstünde otururken filmin esas oğlanı çıktı piyasaya. Yavru kuşları yumurtadan çıkana kadar nöbetleşe sıcak tuttular yavrularını. Yuvayı hiç boş bırakmadılar. Biri yiyecek aramaya çıktığında yumurta nöbetini diğeri devralıyordu. En nihayetinde bekledikleri tabi ailece bizim de heyecanla beklediğimiz gün geldi ve iki küçük yavrumuz oldu. Minik yavrular uçmayı öğreninceye dek anne ve baba kuş bir an bile olsun yanlız bırakmadılar yavruları yuvalarında. Biri yavrunun başında nöbet tutarken diğeri yiyecek aramak için yollara düşüyordu.

Bana da bu mutlu aile tablosunu resimlemek düştü.

BOŞLUK

Koskocaman bir boşluk hissediyorum. Haftasonu bitti ( diğerleri gibi), yeni hafta başladı ( geçmişte başlayan diğer yeni haftalar gibi.) Zaman denilen şey geçmiş anların tekrarından ibaret sanırım.

Müzik kutusunun üzerinde dönen bebekler gibiyiz. Yüzümüz sürekli aynı yönde. Dön babam dön. Birileri gelip kutuyu kuruyor o ince tiz insanı sinir eden sürekli aynı ses.

Çocukları izledim tüm hafta sonu. İki meleğimi ve arkadaşlarını. Ne kadar öğrenmeye aç, ne kadar yaşamaya hevesli ve ne kadar dikbaşlılar. Öğrenecek ne çok şeyleri, akıtacak ne çok gözyaşları, avuç dolusu kahkahaları var.

Sabah uyandığında dışarı çıkıp çıkamayacağının endişesi ile uykuya teslim ederken küçük bedenini, büyüdüğünde o bedenin ne uykususuz gecelere gebe olduğunu bilmeden gülümsüyorlar dünyaya.

Tatlı yaptım onlara dün akşam. Tüm sevgimle, tüm aşkımla, bütün maharetimle.. Kikir kikir yediler iki kız kardeş. Biri 7 yaş buhranı , diğeri 2 yaş sendromu içinde. İnatlaşıp duruyorlar, kişiliklerini ispat ediyorlarmış öyle diyor doktorlar. Evde bir bakıyorsun savaş var, bir bakıyorsun barış. Bir bakıyorsun mutsuz, huzursuz, tahammül sınırlarını zorlayan iki küçük canavar, on dakika sonra bal gibi, şeker gibi insanın ömrüne ömür katan 2 melek.

Çocuk yetiştirmek bir bombayı patlatmadan etkisiz hale getirmek gibi birşeymiş. Doğru telleri bulmak, yanlış teli kesmemek tam bir strateji işi. Bir taraftan hakkını savunan, özgüveni yüksek, doğru bildiğinin arkasında duran çocuk yetiştirmeye çalışırken ,aynı anda da bunları yaparken saygısızlık yapmaması ,değerlerine örfüne ahlakına bağlı olması için uğraşmak ve bu hassas dengeyi tutturmak ne zor..

Hayat zor, yaşamak zor, tutunmak zor. Gelecek onlar için çok daha zor. Zorlukların üstesinden gelebilecek sabrı ve yeteneği onlara kazandırabilmek bizim için en büyük başarı.

Sevgiyle, sabırla ....