Hürriyet

27 Temmuz 2010 Salı

GİTTİK GEZDİK GELDİK III (SEDDÜLBAHİR-1)

Cumartesi sabah saat 08.00 gibi çıkarken yola bir gezinin bende bu denli izler bırakcağını hesaba katmamıştım hiç.
Maksadımız Seddülbahir'de ayırttığımız pansiyona bir an önce yerleşmek ve kendimizi Ege Denizi'nin bizi bekleyen mavi sularına atmaktı. Yola çıktık , ilk mola Keşan'da. Sıkı bir kahvaltı sonrası yola devam.

Birlikte gittiğimiz arkadaşımız 57. Alayı ziyaret etmek istediğini söyleyince başladı şehitlik turumuz.

Önce 57. Alay Şehitliği

(Yb.Hüseyin Avni Bey'in komutasındaki 57. Alay'ın tamamı (628 kişi)
25-28 Nisan 1915 tarihleri arasında şehit olmuştur.)


                                                     
                   Çanakkale derler yeşil söğütlü,
                   Neçe molla getti eli divitli,
                   Bi mektup atayım üstü tahütlü,
                   Mektubum ordunu bulur m’ola


                                                                                                                 Türk Siperleri
                                                                                 
Conkbayırı 











Sigaramın tütünü
Şimdi içti sütünü,
Çanakkale'de kaldı,
Çocukların bütünü oyyy...( Anonim)



                    Türk ve İngiliz şehitliği. Hepsi koyun koyuna, hepsi al bayrak altında!



Devam Edicek...

23 Temmuz 2010 Cuma

ANLADIN MI?

Hicran destanını kendinden oku,
Mecnundan duyupta rivayet etme,
Aşkın leylâsını gördünse söyle,
Söz temsili bulup hikâyet etme,


Yüz bin leylâ doğar âlemde her gün,
Senin aradığın zevk, safa, düğün.
Tutacağın işi önden düşün;
Daha ilk adımda nedamet etme.

Sevdanın önünde pek güvenilmez,
Tutuşursan eğer kolay sönülmez.
Bu yolun hükmüdür geri dönülmez,
Canına kıymazsan seyahat etme.

İyi bak kabına olmasın delik,
Boşuna taşırsın gider gündelik.
Ânında ölmedi, ettiğin iyilik,
Alem duysun diye inat etme.

Kâbe’den maksadın varmaktır yara,
Kör gibi tapınma, kuru duvara,
Hızırı istersen kendinde ara,
Bulamadım gibi rezalet etme!

Muhabbet herkesin aklını çelmez,
Gönül viranesi kolay düzelmez,
Alemden çekinme bir zarar gelmez,
Sen kendi kendine hiyanet etme.

Sen, şatır gönlüne hicran dolmasın,
Gençliğin gülseni gamla solmasın,
“Neyzen” gibi aklın yarda olmasın,
Özründen çok büyük kabahat etme!

Neyzen Tevfik

22 Temmuz 2010 Perşembe

ERKEKLERE NE OLDU?

Sabah işe gelmek için metrobüse bindim. Tabiri caiz ise daha afyonum patlamamış, karnım aç.. İnşallah otururum da bir kaç sayfa kitap okuyarak çabucak bitiriririm yolu diye düşünüyorum. Boş yer yoksa belki centilmen bir beyefendiye rastlarım da yer verir diye umut tohumları yeşeriyor içimde. Hayal bu ya! Hatta sırtımı dayayacak bir yer bulsam ayakta da okuyacağım kitabımı bu kadar hevesliyim.

Yarı boş yarı dolu gelen bir metrobüse düşe kalka bindim. Düşe kalka diyorum ; çünkü bir iki adam boş olan yerleri kapmak için omuz atarak tüm kadınlardan önce metrobüse bindiler ve boş olan yerlere oturdular.

Hayal ettiğim gibi ,ayakta durup sırtımı yaslayabilmek için boş bir cam kenarı buldum ve dayadım sırtımı bir cama, aldım elime kitabımı ayakta kitap okuyarak yola devam edeceğim.( Şu cep kitapları çıkalı beri ayakta kitap okumak daha da bir kolay oldu) Adamın biri dikildi önüme , yan tarafımdan arkamdaki boruya tutunmaya çalışıyor. Ama aramızdaki mesafe dayanılacak gibi değil. Hani okulda öğretmişlerdi ya mahrem mesafe boyutu. Geldi o boyuta ,neredeyse geçecek. Kenara çekildim öfleye pöfleye amcada hala tık yok. Kapattım kitabı , okunacak gibi değil. Etrafa bakınıyorum.

Binenler bilir metrobüslerde 1,5 kişilik bir koltuk vardır. Bir kişi sığar ,yanına da anca bir çocuk. Öyle bir koltukta bir bayan oturuyor , durakta metrobüse binen bir adam kadıncağızı iteleye kakalaya yanına sıkıştı. O esnada bir yer boşaldı. Bir erkek ve bir kadın boş koltuğa eşit mesafede ama yine bıçkın erkek nesli bir omuz darbesiyle kaptı yeri.

Otobüsün geneline baktım tüm kadınlar ayakta neredeyse. Çocuklu, çocuksuz, hamile, yaşlı, genç. Bütün erkekler oturuyor ve horul horul uyuyor. Uyanık ve ayakta olanlar ise akbaba gibi koltukların tepesinde boşalan yerleri kapmak için bekliyor.

Hey gidi beyefendiler ne oldu size? Nerede kapıdan geçerken bayanlara öncelik verenler kibar erkekler? Nerede toplu taşıma araçlarında kadınlara yer verenler? Nerede bayanlar rahatsız olmasın diye aradaki mesafeyi korumaya çalışan centilmenler?

Yer vermenizden falan geçtim ama omuz atmayın bari !

20 Temmuz 2010 Salı

GİTTİK -GEZDİK-GELDİK II ( AKÇAKESE)

Haftasonu Akçakese'ye gittik. Cumartesi olarak planladığımız gidişimiz evimizdeki muhtelif su borularının patlaması ile pazara kaldı. Ama biz yine de yılmadık , caymadık düştük yollara.

Giderken Şile yolundaki senelerdir bitemeyen yol çalışması yüzünden oldukça zorlu anlar yaşadık fakat yeşil renk bizi kucakladığında unuttuk çileli yolları. Kabakoz'a vardığımızda doğa kucakladı bizi.




Kabakoz'dan sonra Akçakese. Köy merkezinden sonra uzunca bir yokuş sonrası sahile varılıyor. 3 tane tesis var yanyana. Bir tanesi bir otel, bir tanesi bir camping ve muhtarlığın plajı Mahmutdere Plajı..Giriş arabalar için ( otopark parası) 15 TL, minibüsler için 30 TL. Tabii şanslı iseniz ve otoparkta yer bulabilirseniz. Biz bulamadık ve aracımızı köyün meydanında bir yere bıraktık ve plaja kadar yürümek zorunda kaldık. Zorlu bir yoldu. Plaja girerken para vermedik , 2 şezlong 1 şemsiye için 15 TL ödedik. Son şezlong ve şemsiyeleri biz kaptık şanslıydık. İstenirse çardak misali yerler yapmışlar oralar kiralanabiliyor 30 TL karşılığında. Mangal  yapanlar bile vardı çardaklarda.

Lüks yada çok konfor bekleyenler için pek uygun bir yer değil.   Haftasonları oldukça kalabalık ama kimse kimseyi rahatsız etmiyor.Tek dezavantajı kalabalık yüzünden  şezlong ve şemsiye bulmakla ilgili yaşanan zorluklar. Dolayısı ile erken gitmekte hatta pazar yerine cumartesi gitmekte fayda var. Hatta hatta fırsat var ise hafta içi keyfine doyum olmaz gibi duruyor. :) Ya da arabanın arkasına bir şemsiye atıp, havlunuzu da mis gibi kuma serip plajın keyfini çıkartmak da bir yol olabilir. Edindiğim bir bilgiye göre  Maden Tetkik tarafından yapılan incelemelerde bu sahilin kumunda altın tozlarına rastlanmış.

Biz yanımızda yiyeceklerimizi götürdük ama gitmişken fiyatlara bir göz attım. Gayet makul. Köftenin porsiyonu 7 TL, büyük bardakta çay 1,5 TL, büyük kupada neskafe 2,5 TL, su 1 TL, sahile servis yok. Tuvaletler ücretsiz ve şaşırtıcı derecede temiz. Deniz sonrası duş almak isterseniz yarı kapatılmış bir alanda 1 TL karşılığında bu hizmeti veriyorlar.

Plaj yumuşacık altın gibi kum            Deniz berrak ve kumluk








Karadenizin aksine yumuşak bir denizi var. Dalgaları hiç hırçın değil.
Çocuklar için ideal , sığ , az dalgalı ve kum...Kayalar, orman, altın rengi bir kumsal, berrak bir su.



Fakat görünen o ki kentleşmeden, taşlaşmadan ve orman katliamından burası da nasibini alacak yavaş. Bir sürü ağaç kesilip , güzelim ormanlar yok edilip hemen bir villa sitesi kurulmuş bile tepelerden birine. Yakışmış mı HAYIR, hem de hiç..Yolda gelirken irili ufaklı orman katliamları ve böyle yapılan küçük küçük siteler hep dikkatimi çekti. Birkaç seneye kalmaz , bu güzelim denizi mis gibi ormanları da bitiririz gibi geliyor. Bu çok üzücü...














Dönüş için hareketlendiğimizde saatlerimiz 18.00'ı gösteriyordu ve geri dönmemiz gereken yaklaşık 80-90 Km'lik bir yolumuz vardı. Eve vardığımızda saatlerimiz 22.10'du. Dönüş çileli , eziyetli ve yorucu idi. Yollardaki yapım çalışmaları, kötü şöförler, kazalar vs derken 4 saatte evimize varabildik.

Dönerken makinamın objektifine takılanlar ise;



mimarisi hoş yeşillikler içinde bir köy camiisi,













pembe şeker bir ev












Daha fotoğraflanacak dantel gibi ahşap evler, pencerelerinde sardunyalar vardı ama. Bir başka zamana deyip geçtik yanlarından.  Bir daha ki sefere kulağıma küpe; cumartesi sabah erkenden düşeceğim yollara..



16 Temmuz 2010 Cuma

AKÇAKESE

Geçen sene bir otele gitmiştim Ağva - Şile taraflarında. Oteli pek beğenmesemde denizi aklımdan hiç çıkmıyordu nicedir. Şilenin azgın sularının tersine bir o kadar sakin, dalgasız - taşlı zemininin tesine yumuşacık kumlu ve hemen derinleşmeyen Sarımsaklı Plajını andıran bir yerdi. ( BKZ. RESİMLER )

Özellikle çocuklar için girilmesi oldukça elverişli idi. İncecik altın gibi kumlarında güneşlenmek bir o kadar keyifli ve havası da bunlatıcı değil -püfür püfür esiyordu. Arkada çam ormanları , önünde uzanan mis gibi bir koy. İstanbul'da olduğumuzu unutmuştuk geçen seneki küçük kaçamağımızda.

Tabii yine de Karadeniz olduğunu unutmamakta ve bu denizin dalgalarının sağının soğunun belli olmadığını hatırlamakta fayda var mantığı ile bir görevli denizin o günkü durumu ile ilgili bilgi veriyordu gelenlere. Bu da ayrı bir nezaket ve uyarı şekli olduğu için hoşuma gitmişti.

Etraf yiyecek ve içecek yönünden biraz kısıtlı olduğu için biz otelin fahiş fiyatlarına mahkum kalmıştık ki ufak pet şişe suyu korkunç bir rakama satıyorlardı.

Araştırdım , inceledim oranın Akçakese mevkiinde olduğunu buldum. Üstüne üstlük bir de belediye plajı olduğunu öğrendim.  Hatta belediye tesisisinin içi geliştirilmiş oldukça güzel olmuş diye yazılar da okudum.
Eğer gerçekten öyle ise çook keyifli bir yer olmuştur ve hepinize tavsiye ederim.

Bu hafta sonu direkisyonumuzun yönü Akçakese. Sandöviçler yapılacak sabah erkenden, meyveler , içecekler hazırlanacak ve sabah sabah yollara düşeceğiz. Tabii hava durumu bize bir oyun oynamaz ise...

Geçen seneden beri neler değişmiş bu saklı cennette göreceğim. Dönünce hepinizle izlenimlerimi paylaşacağım..

Bu yazıdaki fotoğraflar internetten alıntı. Dönüşteki yazımda kendi objektifimden kendi resimlerimi yayınlayacağım.

İyi hafta sonları olsun hepinize..

15 Temmuz 2010 Perşembe

.......


Suyun yaşayan yakasında duruyorum
Düşünüyorum, hesaplıyorum, bulamıyorum
Kaç kulaç var karşı yakaya ?

14 Temmuz 2010 Çarşamba

İKİ KİŞİ BAŞLAR HERŞEY

İki kişi başlar herşey. Ya da sen öyle sanırsın. Aşkın alevi yakarken ruhunu sen ve aşkın vardır hep. Üçüncünün varlığını anlamazsın.  Zaman herşeyi yok ettiği gibi aşkın alevlerini de söndürdüğünde o BİRİ kabus gibi çöker üstüne. Biri ya da birileri.

Belki birinin annesi, belki eski bir sevgili, fazla taviz verilen bir dost belki de değişken bir ruh. Ama hep birileri vardır rahatsız eden, içten içe yiyen bitiren.

Anneyi, eski sevgiliyi falan bertaraf etmek kolaydır da değişken bir ruhla başa çıkmak ölümü yenmeye çalışmak gibidir. Her seferinde; "bu sefer yendim seni ölüm" desen de aklının bir köşesinde gizlice hep bilirsin ki eninde sonunda O seni bir gün yenecektir. Her seferinde kılık değiştirip yanına sokulmayı yeniden başaracaktır.

Değişken bir ruh ilişkinin başına çöreklenen ölüm meleği gibidir. Hep sessiz sakin takip eder, yorar seveni. Fitne sokar seven gönüle, kıskançlık tohumları eker, beyazı siyah eder, soldurur sevgiyi, bıktırır sevgiliyi. Bir vardır bir yoktur, bir iyidir bir kötü. Bir acırsın bir nefret edersin. Bazen aşkının eski şiddetini düşünüp gözyaşı dökersin içindeki bıkkınlık tohumlarına. Bazen sarıp sarmalayasın gelir, bazen hayatından sonsuza dek çıkarasın. Seni de kendine benzetir sonunda. Hastalıklı bir ruh, bulaşıcıdır. Hastalıklı ilişkiler ve hastalıklı yeni ruhlar yaratır hep. Acıdan beslenir, karamsarlıkla büyür böyle ruhlar.

Bir gün bakarsın ki , bir zamanlar ölürcesine sevdiğin şimdi anlamakta zorluk çektiğindir. Bir zamanlar ölümüne kol kanat gerdiğin şimdi seni kolsuz kanatsız bırakandır. Bir zamanlar herşeyini bilirim dediğin şimdi tanıyamadığındır. Bir zamanlar bir olan şimdi iki kişidir. Biri bir zamanlar sevdiğin, biri artık sevemediğin...
------------------------------------------------------
Kimdir o yanında hep yürüyen üçüncü kişi ?
Sayıyorum, yanlız sen ve ben varız
Ama başımı kaldırıp da beyaz yola bakınca
Hep biri daha var yanında yürüyen
Bilmiyorum kadın mıdır, erkek mi?
Ama kimdir o hep yanında yürüyen?

T.S.Eliot

12 Temmuz 2010 Pazartesi

DEMEDİM Mİ?

Oraya gitme demedim mi sana,

seni yalnız ben tanırım demedim mi?

Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben'im?

Bir gün kızsan bana,

alsan başını,

yüz bin yıllık yere gitsen,

dönüp kavuşacağın yer ben'im demedim mi?

Demedim mi şu görünene razı olma,

demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben'im asıl,

onu süsleyen, bezeyen ben'im demedim mi?

Ben bir denizim demedim mi sana?

Sen bir balıksın demedim mi?

Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın,

senin duru denizin ben'im demedim mi?

Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?

Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben'im,

senin kolun kanadın ben'im demedim mi?

Demedim mi yolunu vururlar senin,

demedim mi soğuturlar seni.

Oysa senin ateşin ben'im,

sıcaklığın ben'im demedim mi?

Türlü şeyler derler sana demedim mi?

Kötü huylar edinirsin demedim mi?

Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?

Yani beni kaybedersin demedim mi?

Söyle, bunları sana hep demedim mi?



Mevlana Celaleddin Rumi


Söz dinleyenlerden olmak lazım bazen....

9 Temmuz 2010 Cuma

İSTANBUL MU SUÇLU?

İsli, puslu, ıslak bir İstanbul sabahı. Temmuzun ortalarında olduğumuza inanmakta zorluk çekiyor beynim. Meğer küresel ısınmıyor, küresel soğuyormuşuz ..Aslında ne sıcak ne soğuk garip bir hava. Tam da İstanbul'a yaraşır nitelikte güvenilmez.

Sessiz İstanbul sabah sabah..Boğucu, yorucu.Bir mengene gibi sıkıyor heryerden. Okullar kapalı mini mini birler, çalışkan ikiler ortalıkta yok. Okulların kapanması bile İstanbul'un masumiyetinin azalmasına yardımcı olmuş. Kocaman ve asık yüzlü insanlar , hedeflerine kitlenmiş asker gibi yürüyorlar rap rap.

Herkes işyerinde olacak birazdan, kahveler çaylar söylenip akvaryum yaşamlar başlayacak solunan yapay klima oksijeniyle birlikte.

Ev hanımları offlaya pofflaya kalkıp havaya bakıp isyan edecekler. Ruhum daralıyor diye telefonlar açacaklar ve havadandır havadan diye teselli verecekler birbirlerine. İstanbul'a da bir şey oldu bu sene havalara baksana diye uzayacak sohbetleri.

Çocuklar dışarı çıkmak isteyecek , çıkamayacak . Hem yağmur, hem İstanbulda ki çocuk kaçırma olayları derken bu suçtan da İstanbul payına düşeni alacak.

İstanbul'da silahlar konuştu diye altyazı geçecek haber bültenleri, 3 ölü 5 yaralı. Ardından Boğaz Köprüsünde bir intihar girişimi, viyadükte takla atan bir kamyon. Ahhh İstanbul ahhh diye iç geçirilecek. Yaşanacak yer
misin be!

Taksimde tinerci dehşeti, dere yatağında kurulan evleri basan sel suları. Kahpe İstanbul. Ne hale düştün, ne hale düşürdün bizleri. Trafikte geçirdiğimiz kabus dolu saatler de işin cabası.

Seneler önce nazlı bir gelin gibi süslerken herkesin hayalini, herkesin kabusu oldun şimdi. Akın akın gelirken insanlar taşını altın, toprağını elmas sandıkları bu şehre, şimdi nasıl becersek de kaçsak buralardan diye düşünüyorlar.

Ahh eski İstanbul ahh!

Acaba , tüm bu olanlardan İstanbul mu suçlu yoksa bir türlü doymak bilmeyen aç ruhumuz mu?

Ne demiş NİHAL MİRDOĞAN;

Bir gün bana İstanbul'un suçu var deme
Sevdanın rahıyasıyla,
Her nefesiyle, her busesine kana kana
Gül bahçelerinde tutuşacaksan
Ey kadın!
Bu kentin kollarında inleme
Farkıda mısın?
Yola çıktık bir kere..

7 Temmuz 2010 Çarşamba

GİTTİK-GEZDİK-GELDİK

Tatil bitti, iyi de geldi hepimize. Sarımsaklı'nın altın rengi kumlarında güneşlendik, masmavi ve BUZZ gibi sularında yüzdük, Şeytan Sofrası'nda gün batımını izledik, Cunda'da sakızlı dondurma yedik.. Kumsaldan denizkabuğu topladık, yıllar sonra denizde kaydırmaca oynadık, çocuklarla taş sektirdik, hiç kitap okuyamadık!, disko , bar vs de neymiş sesini duymakla yetindik. Çocuklar gibi şen, sırtımızda 10 ton yük taşımış gibi pestilimiz çıkmış vaziyette tamamladık tatili.

Dönüşte Çanakkale üzerinden döndük. Kaz Dağları'nda ciğerlerimiz bayram etti, köylülerden alışveriş yaptık, Truva'yı gezdik, Ezine'den peynir aldık, Çanakkale'de Şehitlikte gözyaşlarımızı tutamadık, Tekirdağ'da köfteciye uğramasak ayıp olurdu.

Gezdik, tozduk, yedik, içtik, yüzdük.. Hep güldü yüzümüz, çocuk yanımızı yeniden keşfettirdi bize meleklerimiz.Giderken hava çok kötüydü neredeyse yol boyunca somurttum durdum. Ama Ayvalık'ta içimizi ısıtan bir güneş karşıladı bizi ve hiç saklamadı kendini bulutların arkasına.

Paylaştık, paylaştıkça rahatladık...

Bu tatilden çıkarımlarım;

İki çocukla tatile gitmenin ( hele ki biri 2 yaşında ise) ne denli zor ama bir o kadar da keyifli olduğunu anladım. Bazen insan isyan noktasına gelse de, ne işim var uleynn benim bu tatilde dese de yorgunluktan gece saat 23.00'da uyuya kalsa da muhteşem bir deneyimdi.

Çocukla tatil çok keyifli ama böyle bir tatilden sonra kocayla 3 günlük bir kaçamak yapıp başaşa kafa dinlemek de gerekiyor...

Gezelim, görelim, eğlenelim tadında bir tatili Türkiye'nin çeşitli bölgelerine maddi imkanlar elverdikçe senede bir gerçekleştirmek çocukların gelişimi , büyüklerin paylaşımı açısından oldukça verimli bir olay...

Güzel ve keyifli bir tatil yapmak için hatrı sayılır paralar harcamaya hiç de gerek yok..

Hiç bir havuzu, asla denizin keyfine değişmem...

Her köşesi cennettir benim güzel memleketimin...