Hürriyet

31 Ocak 2012 Salı

Westwing'den Sizlere Özel 15 TL Hediye Çeki!

Westwing nedir? Almanya’da başlayan müthiş bir özel alışveriş hareketi. An itibariyle 20 ülkede faaliyette olan, ev ve yaşam konseptli ürünleri %70’e varan indirimlerle satın alabileceğimiz bir online alışveriş klübü. Westwing Home & Living, stil sahibi evlerin yeni adresi niteliğinde. Westwing Ailesi, Westwing Türkiye’deki birbirinden özel markaları ince eleyip sık dokuyarak belirliyor, editörler tarafından belirlenen özel konseptlerle ekranımıza düşüyor.

Peki kimin başının altından çıktı bu fikir? Dünyanın en çok satan dergisi Elle ve Elle Decoration’da uzun yıllar editörlük yapan Delia Fisher, Almanya’da Westwing akımını başlattı. İyi de yaptı! Şimdi Türkiye’de online alışveriş ve stil önerilerinde bambaşka.

Westwing Türkiye, tabi ki bundan ibaret değil. Online dergi bölümü de mevcut. Aynı zamanda dünyadan farklı yaşam stillerinin, son trendlerin ve tasarım harikalarının yer aldığı bir ilham kaynağı.  Ev yaşamına dair ipuçları, pratik dekorasyon tüyoları da cabası.

En özel markalar, titizlikle hazırlanan koleksiyonlar ve müthiş indirimler... Bo Concept, Koleksiyon, Maxxdepo gibi tasarım öncüleri seçiliyor. Diğer alışveriş sitelerinden bir başka farkı da stil önerileri, dekorasyon ipuçları, en yeni trendler ve dünyadaki dekorasyona dair olup bitenlerin de yer alması.

Bize de böylesine güzel özelliklere sahip bir stil öncüsü www.westwing.com.tr ailesine dahil olmak ve bu özel klübe dahil olmak kalıyor. Görünen o ki, hepimizin dilinden düşmeyecek bu format, fenomen olmaya aday.

Size özel 15 TL indirimden yararlanmak için tıklayın.












Bir bumads advertorial içeriğidir.

30 Ocak 2012 Pazartesi

TUZ-BUZ

Kalbimi de tuzlasam erir mi buzları?

GELDİ

Gittiği gibi geldi
Ya hiç gitmemişti
Ya giderken yanına aldığı da bendi

VARSIN YA! 1

Varsın ya
Sırtım toprağa değmez benim artık
Ellerim üşümez
Üşüse de farketmez
Varsın ya
Kelimelerim boşlukta kaybolmaz artık serseri kuşrunlar gibi
Sessim yankılanmaz boş yollarda
Varsın ya
Kar soğuğu yakmaz yüzümü
Ne tipi, ne fırtına bükmez belimi
Varsın ya!

28 Ocak 2012 Cumartesi

KUZU TANDIRIN İÇİNE BİR PARÇA DA AŞK LAZIM

Yapacağı yemeğin mazlemelerini tezgaha çıkarmak için işe koyuldu.
Ahh şu kasaplar. Ne zaman aldığı eti şu şeffaf ve zar gibi naylonlara sarsalar önce pakedi düzgünce açmak için ucunca bir süre uğraşıyor en sonunda bir cinnet haliyle eline ilk gelen yerden pakedi yırtıyordu. Bu sefer de aynısı oldu. Kemiksiz kuzu kolu açmak bir sinir harbine dönüşüyordu ki parçalayarak açtı naylonu. Eti yıkadı. Bir yerlerden kulağında kalmıştı et yıkanmaz diye ama yine de içi rahat etmedi yıkamadan. Her et yıkadığında aynı şey aklına gelirdi ama herseferinde de yıkardı.
Süzülsün diye süzgece bıraktı. Süzgecin altını koymayı unuttuğunu tezgahı kaplamakta olan pembemsi suyu farkedinde anladı. Okkalı bir küfür savurdu. Tezhagı temizledi, süzgecin altını yerleştirdi ve soğanları soymaya başladı. 2 tane soğanı soyup çelik tencerenin içine bıraktı. O esnada su ısıtıcısının düğmesine bastı. Bir kahve içmeye istiyacı vardı. Eti tencereye soğanların yanına koydu.
Ocağın altını açtı. Yıllar önce tarifi veren ablası " mum gibi yanacak ocağın altı" demişti. " Mum gibi yak ocağın altını ve unut onu en az 3 saat"

Yapması çok kolay ama misafir ağırlamak için harika bir yemekti bu. Sıklıkla yapardı ve çok beğenilirdi yiyenler tarafından. Ocağın altını açtı keyifsiz ve isteksiz. Bugün canı yemek falan yapmak istemiyordu. Onun için bu uğraştırmayan ve kendi kendine pişen yemeği seçmişti zaten. Ateş çoktu, iyice kıstı altını ve kendi halinde pişmeye bıraktı söylene söylene.

Kafeinsiz kahvesinden attı fincana dolu dolu bir tatlı kaşığı. Üstüne de sıcak suyu boca etti. Dünden kalma krem şantinin bir kısmını da fincanın üstüne koydu ve salona geçti. Kitap okudu, dergileri karıştırdı, meftune diye bir tarif çarptı gözüne. Aklındaki denenecekler listesine yazdı. 3 saat geçmişti ama gidip yemek pişmiş mi diye bakası bile yoktu. İstemeye istemeye mutfaın yolunu tuttu. Hep böyle olurdu zaten ona. En basit şeyi bile canı yapmak istemediğinde eziyete dönüşür, gözünde büyütürdü. Ve en nihayetinde yaptığı şeyden de bir hayır gelmezdi zaten.

Mutfağa giderken annesinin bir sözü geldi aklına. " Yemeğe aşkını ve sevgini de katacaksın, o zaman birşeye benzer. Herkesin elinin lezzeti farklı derler kızım. İşte bundan. Yaptığın yemeği ne kadar seversen o kadar güzel olur" Geçekten de doğruydu. Birçok kez tecrübe etmişti. Severek yaptığı herşey çok güzel oluyor ama istemeden yumurta kırsa o bile birşeye benzemiyordu.

Tencerenin kapağını açtı. Et suyunu salmış ve çekmişti. Yemeğin en civcivli kısmına gelmişti sıra. Eti yakmadan karamelize etmek gerekiyordu. Bu da yaklaşık 10-15 dakika başından ayrılmamayı gerektiriyordu. Nazik ve eti dağıtmadan çevirerek karamelize etti eti. Tuzunu ve birkaç tane karabiberi etin içine attı. Ocağın altını kapattı. Soğanları etin yanından altı. Yemek hazırdı.

Ucundan tadına baktı. Tadı, tuzu, yumuşaklığı herşeyi yerindeydi ama farkediliyordu aşkını katmamıştı :)

Meraklısına Not : Yoğurtlu pazı çorbası ve bademli pilav ile iyi gidiyor..
Benim yemek tarifim de anca bu kadar oluyor :))))

....


Alışma bana, ne yapacağım belli olmaz..!
Bugün varım yarın birden yok olurum.
Dokunma bana, kapanmamış yaralarla doluyum.
Canımı acıtma, bir yara da sen açma..!
Sevme beni yoğun duygularımda kaybolursun tutuşursun.
... İsteme beni, yasaklarla boğuşursun, engellerle doluyum.
Çözmeye çalışma sakın, seninle karışır iyice kördüğüm olurum..
Anlama beni, ben kendimi bilirim, ben böyle mutluyum..
Aşkı yaşatmamı isteme asla, ben aşka yıllardır inanmıyorum..
Güveniyorsan kendine, inandır aşkın varlığına..
Sonucunda öyle bir aşk yaşatırım ki..!
Vazgeçemezsin tutkun olurum.
Yıkabilirsen duvarlarımı, sakın bırakma beni.
Tüm tutkularım ve gücümün arkasında;
Hala minik bir çocuğum.
Büyütemezsen ; Kaybolurum...!

Rabindranath TAGORE

BENİ RAHAT BIRAK

Yapıştı yakama bırakmıyor bir türlü. Öyle seviyor ki benle olmayı, gece gündüz, her yerde yanımda.
Ben sıkıldım, yoruldum git artık diyorum nafile. Neler yapmadım ki kurtulmak için. Ama yok bir türlü kurtulamadım. Ne laftan anlıyor, ne sözden, ne gözden, ne itelenmekten, ne uzak tutmak için başvurulan bin türlü yoldan.

Ateşli oluyor bazen ilişkimiz, böyle durumlarda yoruluyorum ben. Bazı geceler sabaha kadar uyutmuyor. Bazı sabahlar yataktan kalkmama izin vermiyor. Yemek yedirmiyor, su içirtmiyor.
Bazen nefesimi kesiyor, soluksuz bırakıyor. Yataktan çıkasım gelmiyor.
Bazen gayet masum, sessiz duruyor yanımda. Eşlik ediyor hayatımda bana. Ama hissediyorum onun varlığını. Beni sessiz sedasız izliyor. Zayıf düşeceğim anı bekliyor.
Düştüğüm an yanımda bitiveriyor. Yine yapışıyor yakama. Karşı koyamıyorum, gücüm olmuyor.
Çünkü çok akıllı. Biliyor böyle durumlarda ona karşı koyamayacağımı, farkediyor zayıflığımı.
Her seferinde daha bir güçlü geliyor yanıma, elinde zaaflarım var. Kullanıyor sonuna kadar.
Elim kolum bağlı. Ne yapacağım ben seninle GRİP VİRÜSÜM?

25 Ocak 2012 Çarşamba

KELİME

Bir kelime
Deyip geçme!
Her kulağa farklı gelir
Kiminin intiharının nedeniyken
Kiminin yaşamasına sebeptir...

YOKLUĞUNDANDIR 5

Tanıdık bir kokunun peşine takılıyorsam sokaklarda
Her şarkının nakaratı sana çıkıyorsa
Ve nedensiz bir gülümseme kaplıyorsa yüzümü
Bil ki yokluğundandır...

23 Ocak 2012 Pazartesi

PERFECT SENSE (YERYÜZÜNDEKİ SON AŞK)


Kadınlara bağlanmakta sorunları olan yetenekli yemek şefi Michael... uzun bir süredir kendini işine adayıp, özel hayatından vazgeçen, soğuk görünümlü güzel doktor Susan."

Yukarıdaki tanıtımı okuduğumda bir aşk filmi izleyeceğimi sanmıştım. Oysa ki izlediğim bambaşka bir filmdi..

Tezat betimlemeler ile başlayan filmin kullandığı görseller oldukça yaratıcı..Hastalıklardan bahseden spotta bir tarafta modern hastaneleri diğer tarafta şifacıları gösteriyor örneğin.

Dünyayı saran bir hastalık var. İlk semptom olarak önce acı dolu hatıralar geliyor hastalığa yakalanların aklına , büyük bir duygusal yıkım, ağlama krizleri ve ardından  koku duyularının kaybı geliyor. Koku ve hatıralar arasında kurulan bağlantı güzel.

Hastalığın seyri ilginç. Koku alma duyusu , tat alma duyusu ile bağlantılı olduğundan ardından tat alma duyusunu kaybediyor insanlar. Bu kaybın öncesinde ise büyük bir açlık krizine giriyorlar ve önlerine ne çıkarsa yiyiyorlar, sonunda tat alma duyularını da yitiriyorlar.

Fakat insanlar kaybettikleri her duyunun ardından yerine başka birşey koyup, hayatlarına olduğu gibi devam ediyorlar. Tat alma duyusunu yitirdiklerinde örneğin bir süre restaurantlara gitmeyi kesseler de ardından normal hayata dönüyor ve eski alışkanlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar. Restaurantlar ise yemekleri görsel bir şölene dönüştürmeye başlıyor, eleştirmenler köşe yazılarında restaurantları görsellikleri üzeriden değerlendiriyor.

Esas kadınımız bu hastalığı araştıran bir epidemiyolojist, esas erkeğimiz ise esas kadınımızın evinin karşısındaki bir restaurantta şef olarak çalışmakta..Anlaşılacağı üzere aralarında bir aşk doğacak ve onlar da bu hastalıktan nasibini alacak..

Film duyu kayıplarının öncesinde çeşitli semptomlar ve sonrasında duyu kayıpları ile devam ediyor.
Semptomlar ve kayıplar arasında kurulan bağlar oldukça manidar ve mesaj içerir nitelikte.

Film güzel betimlemeler, yönlendirmeler, örneklemeler ile dolu..

Aşk okumak isterseniz bu filmden okursunuz ama ben aşktan ziyade dünyanın ve bizim halimizi okudum..

İzlenmeye değer bir film..

İyi seyirler ...

KADINLAR VE TATLILAR


Kadınlar ve tatlılar..

İki kadim dost, iki yaren, iki kötü gün arkadaşı, birbirlerinin esin kaynağı, ilhamı..

Kadınlar mutluyken tatlıyla kutlar bu mutluluğu...

Üzgünken gözyaşlarını bir parça çikolataya akıtır..

En sinirli günlerinde , en sessiz ve en sakin dostudur bir kase çikolatalı puding.

Komşu kahveye çağırılır tatlısız olmaz.

Çayı şekersiz içer ama tatlıdan vazgeçmez.

İlk yemek deneyimleri tatlıyla edinilir.

Diyet yasakları tatlıyla delinir..

Light kola içer, yarım iskender yer ama künefeyi son lokmasına kadar bitirir .

Sevgilisine kek yapar kadın, çocuklarına şekilli pasta, ağlayan dostuna browni.

Sıcak yaz günlerinde dondurmasız duramaz,

Kışın bol şekerli bir sahlep olmassa olmaz.

Meyve salatasına krem şanti atarken yarısını mideye indirir, çiğ kek hamurunu bile tatlıdan sayar

Dolaptaki nutella kavanozuna habire aklı kayar.

Gizemli bir ilişki vardır yüzyıllardır kadınlar ve tatlılar arasında.

Çözmeye akıl yetmez

Kadının tatlısız günü günü geçmez!

KISA BİR TATLI TARİFİ

Kek yaptınız. Bir kısmı kaldı..

Ufak ufak doğrayın..

Tatlı ya da dondurma kaplarına eşit olarak paylaştırın..

Üzerlerine doğranmış kuru kayısı, kuru erik, badem ceviz atıverin

Bir paket çikolata sosonu hazırlatıp ılıtın..

Bir paket krem şanti hazırlayın.

Kaplara bölüştürüp, üzerlerine bir sürü malzeme attığınız keklerin üstüne önce krem şanti, daha sonra çikolata sosu gezdirin..

Dolapta 1-2 saat dinlendirin..

Afiyet olsun..

BU DA DİYET TATLI

5-6 adet elmayı rendeleyin..

Yarım paket bisküviyi ufalayıp üzerlerine atın..

Biraz tarçınla birlikte tüm malzemeyi yoğurun..

Küçük toplar haline getirin ve kaselere paylaştırın..

Üzerine biraz çikolata sosu gezdirin..

Afiyet olsun :))

20 Ocak 2012 Cuma

DÜĞÜM

Bakışlarında bir sürü şeytan var ve bir dolu melek
Gölgesinde ben varım baktığın yerin
İsmim dökülüyor kirpiklerinden
Benden başka haberi yok kimsenin
Sözlerin acı, sözlerin yakıcı, tutkulu
Sözlerin dolu dolu..
Gözlerin şevkatli ve deli
Eski, köhne, çayı berbat bir çaybahçesine götürür beni..
İki çay, bir simit bir de bahçenin emektarı Selim Abi..
Az çekmedi kahrımızı
Kokunda yıllar öncesinin izleri var
Deniz kenarında kendi başına duran kocaman bir kayanın üzerine kondurur beni
Yanımda sen, omzumda kolun, yüzümde elin..
Parmakların sigara kokar, boynun ben..
Korkularım var korkularına karışan
 Ve cahil cesaretimizle harmanlanan
Senin için biriktirdiğim ezberlerim var benim
Anlatacak bir dolu hikayem
Bir ömrü biriktirdim sana
Belki bir öğlen anlatırım
Bir akşam ağlarım
Bir sabah uyanırım yanında
Diye...
Denize çıkar sandığım yollar var,
Düşümde he sana koştuğum
Sonu hep uçurum....
Teninin tuzu eritirken beni
Aklım başka, gönlüm başka söyler herşeyi
Aslında hiçbir önemi yok bildiklerimizin, gördüklerimizin
Hiçbir önemi yok bizin
Kör bir düğüm ucu ipin
Söyle bana
Kaç farklı yolu var seni sevmenin?

ÖZ BAKIM VE MATEMATİK KAPIŞMASI

Karneler alındı bugün..

Sırayla yazıyor dersler kısmında Matematik, Fen, Türkçe vb. Daha sonra davranışlar kısmı var..

Okul Kültürüne Uyum
Öz Bakım
Kendini Tanıma
İletişim ve Sosyal etkileşim
Ortak değerlere uyma
Çözüm odaklı olma
Sosyal faaliyetlere katılım
Takım çalışması ve sorumluluk
Verimli çalışma
Çevreye duyarlılık

Karneyi ilk eline aldığınızda hangi tarafa bakarsınız? Genelde hep önce derslerden başlanır , sonra davranış notlarına geçilir. Derslerde zayıf varsa hemen önlemler alınır, davranış notlarında bir bozukluk varsa ( ki genelde olmaz-çünkü birçok öğretmen de dikkate almaz bu kısmı çocukta büyük bir problem yoksa) es geçilir ya da kısa bir konuşma yapılır çocukla üzerinde durulmaz.

Matematiği zayıf olan bir çocuk için hoca tutulduğunu çok gördüm de mesela iletişim ve sosyal etkileşim puanı düşük olan bir öğrenci için pedagod, rehberlik vb. uzmanların seferber edildiğine pek rastlamadım açıkçası. Ya da çevreye duyarlılık notu kötü olan bir öğrencinin çevresel faaliyetlere katılması için çaba sarfedildiğini.

Ben sağ taraftaki notları en az sol taraftakiler kadar dikkate alanlardanım hatta matematik vb. derslerden daha fazla önemsiyorum diyebilirim davranış notlarını. Çok şükür ki bu konuda gerçek notlar veren bir öğretmene sahibiz. Ve çocuğumuzun kişisel gelişimini yakından takip edebiliyoruz.

Sosyal Bilgiler, Fen, Türkçe, Matematik..Çok önemli.. Hele sınavdan sınava yarış atı olan çocuklarımız için. Fakat kişiliklerinin ve alışkanlıklarının oturmaya başladığı ilköğretim döneminde Davranış Notları da hayati önem taşımıyor mu sizce?  Üzerinde daha fazla titizlikle durulması , ve gerekilen önemin verilmesi gerekmiyor mu?

Ruh sağlığı daha iyi olan nesillere...

NOT : Bir de merak ediyorum.. Bizim karnemiz nasıl acaba? Nasıl ebeveynleriz? Bizlere de birer karne veren kurum olsa keşke....

19 Ocak 2012 Perşembe

İNSANLIK

Facebook'ta bir arkadaşım yazmış...

"İnsanlar değil, insanlık yürüdü bugün"

ÇEMBER


Her şeyimiz var diye mi bu büyük yokluk hissi?

Vaktimizin azlığı etrafımızın kalabalık olmasından mı, yoksa o kalabalığın gereksizliklerle dolu olmasından mı?

Teknoloji bu kadar ilerlemişken, hiçbirşeye yetişememek neden?

Sevilmek için mi seviyoruz acaba?

Ve debelendikçe daralıyor mu etrafımızdaki çember?

18 Ocak 2012 Çarşamba

YOKLUĞUNDANDIR 4

Her sabah kalkıp
Pür dikkat süsleniyorsam
Ve bir işaret bekliyorsam senden
Bil ki yokluğundandır...

TOPLA (MA)

Sürekli birşeyleri toplama telaşım
Ruhumun dağınıklığından olsa gerek....










Resim alıntıdır...

YENİ BİR BLOG KEŞFİ

İstanbul'dan başka bir şehre işsel nedenler yüzünden taşınmak zorunda olan bir yakınım , duygularını, hislerini paylaşmak için bir blog açtı..
İyi bir anne, iyi bir abla, iyi bir eş, iyi bir arkadaş, iyi bir yüzücü, sağlam bir muhasebeciydi de ben kelimelerle oynamayı sevdiğini hiç bilmiyordum.
Ben keyifle takip ediyorum yazılarını, belki siz de benimle aynı satırları okumak istersiniz diye düşündüm..

http://elif-elifinguncesi.blogspot.com/
iyi okumalarr

17 Ocak 2012 Salı

5 SENE SONRA

Lise yıllarındaydım. Yaz tatiliydi üniversiteye hazırlık kursuna gitmek için para kazanmamız ailemize yardım etmemiz gerekiyordu. 3 ay çalışsak hiç değilse harçlığımızı çıkarsak bize yeter de artardı.

Okulumuz yakın ve dönemin ünlü kitapevlerinden birine gittik bütün cesaretimizi toplayarak.

Daha önceden araştırmıştık, 3 gayrimüslüm ortaktı sahipleri ve civarda çok sevilirlerdi.

Konuştuk, derdimizi anlattık, iş istedik. Büyük bir sabırla ve hiç sözümüzü kesmeden dinlediler. Sanırım önemsendiğimi bu denli yoğun hissetmiştim ilk kez. Hiç yadırgamadılar bizi, hiç tuhaflarına gitmedi iş istememiz, hiç umursamaz davranmadılar ve bizi işe aldılar.

Koca bir yaz çalıştık orda. Hatta okullar açıldı öğleden sonraları bir süre daha çalıştık. Ama ne çalışmak. Akşamları yorgun argın fakat bir o kadar da mutlu çıkıyorduk iş yerimizden.

Patronlarımızın çocukları da bizimle aynı şartlarda çalışıyorlardı. Aynı koliyi birlikte taşıyor, aynı toz toprak yüzümüze bulaşıyor, aynı kağıtlar ellerimizi kesiyor, öğlenleri aynı yemeği yiyiyor, azarı birlikte işitiyor, övgüyü birlikte alıyorduk. Aynı primleri ve aynı maaşı alıyor, iş çıkışı aynı yere gidip birlikte eğleniyorduk. Ne onlar farkındaydı patron çocuğu olduklarının ne de patronlar elemanlardan farklı olduğunun kendi çocuklarının. Çok şey öğrendik biz o 3 ortaktan. İnsanlığı, yardımlaşmayı, çalışmanın önemini, ayrım yapmamayı, alın teriyle kazandığın paranın güzelliğini, sevgiyi, dostluğu, eşitliği, kardeşliği.

Bir gün kalleş bir cinayet haberini flaş olarak geçti televizyonlar. Duyduğumda anlamadım önce kim olduğunu. Resmini gördüm sonra. Fırat Abi! Sizin Hrant Dink diye bildiğiniz, benim Fırat Abim!
Gözleri yaşlı yıkılmış ben yaşlarda bir çocuğa çarptı gözüm, Fırat Abi'nin oğlu, benim birlikte aynı koliyi taşıdığım , belki de ilk paralarımızı birlikte kazandığımız arkadaşım..Fırat Abi'nin karısı Bayan Rakel..Kardeşleri, arkadaşları, akrabaları. Hepsini tanıyordum..Çok iyi insanlardı onlar, kimsenin bilmediği ancak onları yakından tanıyanların tanık olabilecekleri büyük bir merhametleri vardı. İnsan gibi insandı..Herkes Hrant Dink diye bile dursun ben ve benim gibi birçok insan için Fırat Abiydi o.
Ne uğruna , kim uğruna, hangi dava uğruna kıyıldı canına bilinmez.

Az önce yine izledim haberlerde..Verilen ( verilmeyen) cezayı.
5 sene sonunda ortaya çıkan karar ve tablo!
Adalet mi bu?

16 Ocak 2012 Pazartesi

YASTIĞA BEŞ KALA

Soğuktan içi ürpererek pijamalarını giydi. Kolunu pijamasına doğru kaldırırken ortaya çıkan hafif serinlik bile derisini diken diken yapmaya yetiyordu. Odaya hafif bir tütsü kokusu yayılmıştı.

Bütün vücudu dayak yemiş gibi ağrıyordu. Öyle yorgundu ki yatağa yatar yatmaz uyuyacağından neredeyse emindi.

Yatağı sıcak ve davetkar, yastığı "hadi yasla başını bana usulca der" gibi duruyordu. Daha fazla dolanmadan hemen yatmaya karar verdi. Başucunda her akşam duran su sişesini kontrol etti. Doluydu. Telefonun alarmını sabah 7'ye kurdu, telefonu sessize aldı. Yavaşça yatağına süzüldü, başını kuş tüyü yastığına gömdü, yornanı üzerine çekti ve iki bacağının arasına sıkıştırdı.Yattığı yerde hafifçe sallandı. Uyumaya geçmeden önce hep yerleşirdi böyle. İçinden dualarını okudu, gözlerini kapattı. Her zaman yaptığı gibi hayal kurmaya çalıştı. Beceremedi. Bir daha denedi. Olmadı. Yıllardır hayal kurarak uykuya dalardı.


Her gece dünyayı baştan kurar, o kurduğu dünyada devr-i alem yapar, merak ettiği ülkelere geziler düzenler, kafasından hikayeler yazar, günü aklından geçirir, değiştirmek istediği yerlerini değiştirir, yaşamak isteyip de yaşayamadığı herşeyi yaşar, gitmek isteyip de gidemediği yer yere gider ve sonunda nasıl uykuya daldığını farketmezdi. Ama son zamanlarda farkediyordu ki kendi büyürken hayalleri küçülmüştü. Her geçen yılla birlikte hayal kurmak daha da güçleşiyor, günün muhasebesi daha da uzuyor ve uyku bir türlü gelmiyordu.

Sıkıca yumduğu gözlerini açtı. Kendini zorlamaktan yorulmuştu ve bu gece de hayaller ülkesine yolculuk mümkün gözükmüyordu. Kalktı, ışığı açtı, eline kitabını aldı.

Ve anladı ki gece uzun olacaktı.



Yastığa 5 kala uyuyanlar, dakikalarca dönüp duranlar, müzik dinleyenler, kitap okumadan gözünü kırpmayanlar. Herkesin uykuya geçiş süreci ve farklı.

Siz hangi kategoriye giriyorsunuz?

EĞER GİDERSEN...

Gece aklıma nerden geldi bilmiyorum ama bir an dinleyesim tuttu.

Uyanık olanınız varsa ve isterse dinlesin diye paylaşayım istedim..

Gideniniz çok olmasın, gelenleriniz onları aratmasın..

15 Ocak 2012 Pazar

HAYAT BÖYLE GÜZEL

Pırıl pırıl güneşli ve soğuk bir pazar gününde, sandöviç ve sıcak bir kupa çayla, sahil kenarındaki bir bankta dona dona kahvaltı etmek ve sonrasında ilk bulduğun sıcak kafeye kendini atarak gazeteleri hatmetmek candır..

Arkasından bir de sinema keyfi üstüne, kendin pişir kendin ye ...

Hayat böyle güzel..

14 Ocak 2012 Cumartesi

HAVA - BİR FİLM VE ŞARKILAR

Sabah bir Alfred Hitchcock havası vardı.

İsli, puslu, birazdan martılar kargalar camlardan saldırmaya başlayacakmış gibi.. Kuşlar filmini çok sevmiştim. Bizim sokağımızdaki martı ve karga bolluğunda da sık sık aklıma geliyor bu aralar Kuşlar filmi.

Birkaç saat sonra Gene Kelly havasına geçiş yaptık. Singing In The Rain kıvamında.. Pıt pıt pıt yağmur damlaları atarken, gel danset diye sesleniyordu sokak.
tık
Şimdi ise Salvatore Adamo fısıldıyor kulağıma. Her Yerde Kar Var..tık

Ah benim huysuz ve değişken karakterli dişilerin en dişisi , aşkın en şehvetlisi İstanbul'um...

Sana ayak uydurmak zor ama hayat sensiz de zor...

İZMİR BÜYÜCÜLERİ

Mara Meimaidi'den değişik bir kitap.

100 yıl öncesinde İzmir'de yaşam. Türklerin, Ermenilerin, Rumların, Levantenlerin birbirine geçmiş günlük hayatları, dostlukları, kavgaları, adetleri, o dönemin izleri.

Tehlikeli bir kadın Katina.. Çirkin ama büyüleriyle tam 7 evlilik yapmış.

Romanın içinde bir sürü güzellik sırrı, şifalı otlarla ilgili bilgiler de gizli.

Örneğin ben küçükken annem yağmur sularını biriktirir , saçlarımı onunla yıkardı yumuşak olsun diye. Kitapta aynısını rastlayınca oldukça şaşırdım. Merak edene anne tarafım Mübadele'de Yunanistan'dan Türkiye'ye getirilmiş..O kültüre oldukça aşiya büyüdüm..Sanırım o yüzden de ilgimi çekti ve yakın geldi bana.

Ancak Türkler hakkında hoş olmayan birkaç anlatım var. Onları es geçerseniz kendini okutur, bir dönemin günlük hayatına ve farklı bir kültüre açılır bir kapısı olan , yer yer boğucu anlatımlarla bezenmiş olsa da okunur bir kitap.

YOKLUĞUNDANDIR 3

Her satır arasında aklıma geliyorsan
Ömrümün ezberini tutuyorsam sana anlatmak için
Ve telefonuma gelen her mesajı senden sanıyorsam
Bil ki yokluğundandır...

ÖLÜM - CEMAL SÜREYYA

Ölüyorum tanrım
bu da oldu iste
her ölüm erken ölümdür
biliyorum tanrım
ama ayrıca aldıgın şu hayat
fena degildir
üstü kalsın

13 Ocak 2012 Cuma

BİR KİTAP - AYŞE KULİN

Ayşe Kulin'den ilginç, hikayesi alışılmışın dışında bir kitap.

" Gizli Anıların Yolcusu"

Bir aile trafik kazasında küçük oğullarını kaybeder. Evin erkeği kendini işine verirken, kadın diğer çocuğunun varlığını unutacak kadar büyük bir depresyonun içine girer. Ölen oğlu ile bağlantı kurmak için düzenli olarak ruh çağırma seanslarına bile katılıp, kendini gerçek dünyadan izole ederken etrafında olup bitenlerin hiç ama hiç farkında değildir.

Değişik ve alışılmadık bir aşk hikayesi, okurken farklı sorgulamalar içerisine girebileceğiniz hoş, kendini okutturan bir kitap.

İnsanların seçimleriyle , yaşadıklarının arasında nasıl bir bağlantı olduğunu çarpıcı ve acı hayat hikayeleri ile okuyucunun yüzüne yüzüne vuran bir kitap.

Bazı kurgu hataları olsa da yazarın böyle bir aşk için çok yoğun empati yapamayacağını düşünmek oldukça mantıklı..

İyi okumalar..

BEKÇİ

Seninle şimdi biz
Aynı suçun iki ayrı bekçisiyiz
Ne zaman kırılır kalem,
Hangi vakit kesilir ceza
Ve kaç yürek dağılır karşımızda...

11 Ocak 2012 Çarşamba

NANE LİMON KABUĞU

Hapşuuuuuuuuuuu!
Hapşuuuuuuuuuuuuu!
Hapşuuuuuuuuu!

Sabahtan beri arka arkaya yüzlerce kez hapşuuuuuuuu!

Saatte 140 km hızla hapşırıyormuşuz. Bu nedenle oluşan yüksek basınç hapşırık tutulduğunda tamiri imkansız zararlı sonuçlar bırakabilirmiş bünyede. Ya da öyle yüksek bir basınç oluşurmuş ki hapşırırken bayılmalar görülebilirmiş.

Bir hapşırık deyip geçiyoruz ama vücut kimyamızda neleri değiştiriyor. Bu yüzden koyverin gitsin.

Hapşuuuuuuuuuuuuuu!

Havalar dengesiz, bir sıcak, bir soğuk. Herşeyden önce mevsim normallerine geçemedik bir türlü.
Eminim benim gibi birçoğunuz grip, nezle, soğuk algınlığı vb türevleri ile uğraşıyorsunuz.

Battaniyemin altında, elimde kumanda, bilgisayarım yanımda sıcak sıcak yatıyorum evimde. Bazen hasta olmak bile keyifli gelebiliyor insana.
Ben hastayken çok ilgi görmekten ziyade, evimde yalnız kalmayı isteyenlerdenim. Yanımda birileri var ise ve bana bakmak için bile gelmiş olsa onlara kibarlık yapıcam diye rahat edemem bir türlü. Yatamam, kalkamam, yalnız bırakmamak için uyuyamam. Bunu bilenler ben hastayken kapıdan bir cee yapıp, çayımı çorbamı bırakıp, ateşime bakıp giderler. Onlar mutlu rahat, ben mutlu rahat.

Öyle bir anı yaşıyorum şimdi.
Balıkçıya balık siparişimi verdim akşam için, ben battaniyenin altında, şifalı çayım ocağın üstünde birlikte kaynıyoruz..
Benim gibi bu dertten muzdaripler için ;

Elma (kabuğu ile birlikte küçük parçalar halinde doğranmış)
Ayva ( kabuğu ile birlikte küçük parçalar halinde doğranmış)
Portakal(kabuğu ile birlikte küçük parçalar halinde doğranmış)
Limon ( küçük parçalar halinde doğranmış)
Bir tutam ıhlamur
Bir iki tane kuşburnu
Bir parça taze zencefil
Yarım çubuk tarçın
Biraz maydanoz

hepsini bir arada kocaman bir tencerede kaynatın. Suyunu balla tatlandırıp için, sonrasında ben o haşlanmış meyveleri ve limonu yemeğe bayılıyorum..:)

Öksürük için;

kuru dutu sıcak suyla demleyip içiyorum.
sonra dutlarını yiyiyorum :)

Kalın sağlıcakla..

10 Ocak 2012 Salı

SANA CENNET GÖRÜNEN BENİM CEHENNEMİM ASLINDA

Sabahın sessizliğini bozan telefonun alarmını kapatmak için elini yorganın altından hızlıca çıkardı. Oda oldukça soğuktu. Telefonu alıp yorganın içine tekrar girdi.Burnuna gelen keskin alkol kokusu dün geceyi hatırlattı ona ve midesinin bulandığını hissetti. Yattığı yerde gerindi, gözlerini ovaladı. Yavaşça sıcak yatağından çıktı, üzerine sabahlığını aldı ve parmaklarının ucuna basarak kocasını uyandırmadan odadan uzaklaştı.

Günün en çok bu saatini seviyordu. Sessiz, sakin, huzurlu ve sadece ona ait olan saatlerdi bunlar. Su ısıtıcısının düğmesine bastı, mutfak penceresini araladı. Temiz ve soğuk hava ciğerlerine dolarken, kolundaki morluğu farketti. Dün gece olmuş olmalıydı. Su ısıtıcısının "takk" diye çıkardığı ses ile kendine geldi. En sevdiği fincanına kahve koydu, üzerine sıcak su. Fincanını alıp eline, giyinme odasına doğru yol aldı.

Bugün önemli müşterileri ile toplantısı vardı. Siyah önden yırtmaçlı kalem bir etek, kolundaki morluğu kapatmak için uzun kollu dar kesim uçuk mavi bir gömlek geçirdi üzerine. Siyah ince çorabı bacaklarında da olan morlukları kapatıyordu. El çabukluğu ile makyajını tamamladı, saçlarını tarayıp eliyle havalandırdı, en sevdiği parfümü olan hyponese'u sıktı, kahvesinden bir yudum aldı ve aynaya zoraki bir gülücük attı.

Yeni bir gün başlıyordu yine. Başarılı, modern, eğitimli iş kadını rolünü oynamak için kıyafetlerini giymiş, savaş boyalarını sürmüş, yüzüne sahte ama kendinden emin gülümsemesini yerleştirmiş evden çıkıp ofisine gitmeye hazırdı.

Oysa her yeni gün bir önce günün tekrarıydı onun için. Gündüzleri ruhunu yaralayan akşamları unutmak için kendini işine veriyor, tüm ruhuyla tüm gücüyle durmaksızın çalışıyordu. Bu çalışma şekli yöneticileri tarafından büyük takdirle karşılanıyor ve her sene bir terfi ile ödüllendiriliyordu.
Akşamları ise işten geldikten sonra hastalıklı bir şekilde saatlerini sofrayı hazırlamak için harcıyordu. Saatler boyu sofrayı kocasının kusur bulamayacağı hale getirmek için büyük çaba sarfediyor, kocası geliyor, nazik ve ateşli bir şekilde karısını öpüyor ve sofraya oturuyordu. Bir kaç kadeh içtikten sonra o nazik adam gidiyor yerine bir canavar geliyordu.

Her akşam türlü bahaneler ile tartışma başlıyor, tartışmanın şiddeti alevlendikçe kadın olduğu yere siniyor, sindikçe adam daha da kabalaşıp kadına vurmaya başlıyordu. Gece önce dayak devamında tecavüz ve nihayetinde adamın af dileyen ağlamaları ile son buluyordu.

Kadın bu gidişe bir son demek gerektiğinin farkındaydı ama nedense eli kolu bağlı bir cehennemin içinde yaşıyor, kimseye bu olanlardan söz edip yardım isteyemiyordu. Utanıyor muydu, korkuyor muydu yoksa yıkıp yeniden inşaa etmeye gücümü yoktu yorgun ruhunun.

Bir kurtarıcı bekliyordu kadın. Bir el. Bir ses. Bir yardım isteği, bir destek..

Emindi ..Bir gün birinin eli ona uzanacak ve içinde yaşamak zorunda olmadığı bu cehennemden çekip kurtaracaktı. Başka bir hayata adım atması için, yüreğindeki gücü bulmasını sağlayacaktı..

9 Ocak 2012 Pazartesi

YOKLUĞUNDANDIR 2

Sigaranın dumanını iki kişilik çekiyorsam içime
Ve kadehimi masaya vuruyorsam kadehin yerine
Bil ki
Yokluğundandır...

ILGAZ ANADOLUNUN SEN YÜCE BİR DAĞISIN

Bazen başka çalışır insanın kafası.
Görmediğini görür, duymadığını duyar olur. Gönül gözü mü açılır, gözünden perdesi mi kalkar ama birşeyler olur insana.
Günde yüz kere dokunduğu masaya dokunurken örneğin kafasında şimşekler çakar.
Hergün çorba karıştırır da, bir akşam nemlenir gözleri o çorbayı karşıtırırken.
Evin dağınıklığı cinnet noktasına getirirken hergün , bugün bir sevimli gelir gözüne.
Aynı yollardan geçerken birden kaldırımda bir taşın diğerlerinden farklı olduğunu keşfeder.

Suyun da tadı olduğunu hisseder, üşümekten keyif alır misal.
Bazen başka çalışır insanın kafası.
Daha mı bir insan olur acaba? İçi daha mı berrak olur.
Hani bam teline basılması gibi birşeydir bu. Sanki hayatın sırrını keşfetmiş gibi hissedersin.
Televizyonda Ilgaz Anadolu'nun sen yüce bir dağısınn diye şarkı söylerken Pepe, benim gibi duygulanır başka diyarlara gidersin.

8 Ocak 2012 Pazar

YOKLUĞUNDANDIR 1

Camı açıp,
Soğuk havayı sonuna kadar dolduruyorsam ciğerlerime
Ve bir nefes alma telaşı sarmışsa beni
Bil ki yokluğundandır...

7 Ocak 2012 Cumartesi

MEVKİ BİLDİR

Şu facebook'a yazmıyorlar mı bulundukları lokasyonları deli oluyorum. @ ..... meyhane / @dolmabahçede çay keyfi @en italyanından pizzacı @en ballısından şarapevi @tiyatro @sinema...

Ne sosyal bir listem varmış da benim haberim yokmuş arkadaş. Ben hergün bunların birine takılsam evin yolunu bulamam, kızlar gelinlik çağa gelir yeminle.

Yok mu evinizde işiniz gücünüz. Her akşam bir atraksiyon, her akşam bir gezmek, bir sanatsal faaliyet. Müziğe, sinemaya, dansa, içmeye ne meraklı arkadaşlarım varmış benim de zamanında değerlendirememişim.:)

Yahu olan var olmayan var,, giden var gidemeyen var. Evinde sinirden patlayan var, sevgilisi tarafından terkedilen var, kocasıyla kavga eden var, cebi cepkeni delik olan var.

Yazmayın kardeşim bize ne. Yiyin, için, gezin, biryerlerde karşılaşırsak konusu açılırsa anlatın ama habire niye lokasyon veriyorsunuz. Hadi bir yazdınız sevindik, iki yazdınız ohh ne güzel vakit geçiriyor dedik, üç yazdınız yakışır yarasın arkadaşımıza dedik de bi durun yahu!

Bir kişide yazmaz mı en çirkin pijamalarımla oturdum, gidecek yer bulamadım, param yok vs diye.
Herkes gecelerde, ben lokasyon bildiriyorum
@cehennemin dibi :)

ARMUT

Değişik bir cumartesi gecesiydi. Ailenin herbir ferdi başka bir yerde..
Evin erkeği akşam yemeği sonrası briç oynamaya gitmişti arkadaşlarıyla.Biraz gönlü kırık...
" Ben bu akşam briç oynamaya gidebilir miyim hayatım?" dediğinde, eşinin naz yapacağını sanmış ama hatunun gözü kapalı bu teklife atladığını görünce bozulmuştu açıkçası.
Yemek yendi adam gitti.
Evin kadını bir arkadaşını çağırdı. "Hadi bize gel, gelirken de elin boş olmasın laflayalım yalnızım bu akşam" Misafir hanım elinde 4 kutu büyük light bira, patlaşmış mısır ve bir dolu çerezle birlikte uçarak geldi. Işıklar karartıldı, laptoptan bir müzik listesi hazırlandı ve sohbet koyulaştı.
Evin büyük kızı odasındaki masaya, çikolata cips çerez ve bilumum aburcubur doldurdu ve karşı apartmanda oturan kankasını çağırdı. Kardeşini de yanına aldı, müzik açıldı ve o odada da bir pijama partisi başladı..
Vakit gece yarısına geliyordu, önce karşı apartmandaki kanka evine gitti, çocular uyudu.
İki hatun arasındaki alkol kokulu ama sıcak ve samimi sohbet devam ediyordu. Nihayetinde o da son buldu, kız arkadaş evine gitti.
Evin kadını etrafı topladı, salonun camını açtı, mutfakta kasenin içinde duran ve oldukça iştah açıcı gözüken armutlardan bir tane aldı, kendini rahat koltuğa attı ve armudu dişlemeye başladı.
Yumuşak ve suluydu armut. Bir o kadar da tatlıydı ve oldukça rahat ısırılıyordu. Dişlerini her batırışında armuda, hoş kokusu ve tadını hissediyordu. Gevşedi, rahatladı, yüzüne bir tebessüm yerleşti.
Mutfağa gitti. Bir armut daha aldı. Armuda dişlerini her geçirdiğinde yüzüne bir tebessüm daha yerleşti.
"İşte" dedi, "hayata da dişlerimi böyle geçiriyorum. Hayat tatlı, hayat sulu ve yeşil.Aslında hayat yumuşak. İşin sırrı sana tutunma gücünü veren şeyi bulduktan sonra hayata dişlerini geçirmek"
İşte o zaman canı yanmıyor insanın"

Gökten 3 armut düşmüş, hepsi de dişlemeyi bilenlerin başına :)

6 Ocak 2012 Cuma

ÇÖL

Sen çölün ortasında
Herkese hayat veren kökleri sağlam bir ağaç gibi
Heybetle dururken
Kimse görmüyor
Kızgın kumla verdiğin bitmez savaşı....

KAFAMDAKİ ADAMLAR

Unutamamak laneti benim beynimin.

Garip bir hafızam vardır. İyi, kötü, eski, yeni herşeyi hatırlarım. Çıfıt çarşısı gibi kafam. Bir sürü adamlar, kadınlar, olaylar, mekanlar, o mekanlara ait şarkılar, o olayların olduğu gün kahramanların üzerlerindeki kostümler, köşede duran ağaç, yanan mum, ucu kıvrılmış battaniye.

Bir hafıza herşeyi ama herşeyi saklar mı. Benim ki saklıyor..Eskici dükkanı gibi ne ararsan var.
Birşey mi hatırlamak istiyorum. Önce mekan geliyor aklıma, sonra o an orda bulunan insanların üzerine giydiği kıyafetler ve  o olayla ilgisi olmayan gereksiz bir detay. Sonra açılıyor perde hafızam başlıyor filmi izlettirmeye bana. Dakika dakika, saniye saniye ne olmuşsa hepsini bir bir hatırlıyorum.

Bazen keyifli oluyor ama çoğu zaman yorucu. Sürekli birşeyler hatırlamak gözünün önünde binlere arı uçması gibi birşey Vızz Vızz Vızz..Sesler, gürültüler, resimler. Sürekli bir karmaşa, zihni düzene sokma çabası, aklımda uçuşan kelimeler ve onları kovalamaya çalışan ben.

Kafamda konuşan adamlar var diyorum, beni anlamıyorlar çoğu zaman..

Var mı içinizde benim gibi olan??

3 Ocak 2012 Salı

GİDERAYAK

Birgün öleceğim ya
Gözüm açık gideceğim
Ve bir tek sen bileceksin neden kapanmadığını
O gözlerin
Gideraayak
Benden sana kıyak ...

ATEŞKES

Hangi ateşkes antlaşması durdurabilir ki
Adına aşk denilen o büyük savaşı...

1 Ocak 2012 Pazar

GÜNEŞSİZ EVLER

"Doktor girmeyen eve güneş girer diye öğrettiler bize okulda. Ama bizim evlerimize ne doktor ne güneş girdi" diye başladı cümleye.

Geniş omuzları, simsiyah saçları, buğday rengi teni, yeşil gözleri ve insanın içini delen kararlı bakışları vardı. Bakışlarının tersine kelimeler ağzından ürkek ve zorla çıkıyor gibiydi.

Devlet büyükleri ziyaret ederdi evimizi. Anamıza babamıza çocuklarınızı okula gönderin diye sıkı sıkı tembihlerlerdi. Ama bilirler miydi bizim köyden okula gitmek bir ömür yoldu. Bizim oraların kışı çetin olur. Hele kar yağdı mı kurtlar kuşlar bile kalmaz ortalıkta. Ama yine de tembihlerlerdi çocuklarınızı okula gönderin diye. Çocuk aklımla bunları düşünemezdim. Kızardım anneme babama okula göndermiyorlar beni diye. Nasıl olduysa ikna oldular birgün. O günü hiç unutmuyorum. Bisiklet alsalar o kadar sevinmezdim. Gerçi bizim oranın yollarında bisiklette kullanılmaz. Bir hayli zaman yürüyerek gittik okula, ayaklarımın ağrısını hala unutmam. Ama olsun, gidiyordum ya , herşeye değerdi!

Ben gofreti, şişede sütü, boya kalemlerini, telefonu, renkli kitapları ilk defa okula gittiğimde gördüm.

Gidip gelmek zor olurdu kışın okula. O yüzden yatılı kalmaya başladık. Öğretmenlerimizi ana baba bilirdik. Çok eğlenirdik.

Birgün okulun müdürü çağırdı beni yanına. Yüzü sıkıntılı alı al moru mor. Gözleri nemli. O anda anladım bizim oralarda birşey olmuştu. İnsan anasına ölümü yakışıtırır mı hiç? Yakıştıramadım.. Ama ölüm kendi yanına anamı yakıştırmıştı. Annen öldü dediler. Zaman durdu.
 Doktor yoktu, şehire yetişemedi dediler. Dilim lal oldu.

İşte o an ant içtim kendi kanımı içer gibi. Güneş olup doğacak, doktor olup girecektim o evlere. O günden sonra çalıştım. Çalışmamak haramdı bana. Anam için çalıştım, kendi coğrafyamdaki insanlar için çalıştım. Çaresizliği yenmek için çalıştım. Dağlara çıkıp, isyan etmemek için çalıştım. Çorbada tuzum, duvarda bir tuğlam, dünyada bir izim olsun diye çalıştım.

Derecelerle bitirdim okulumu. Yurtdışına gittim. Gitti gelmez dediler. Arkamdan güldüler. Ama işte şimdi burdayım. Bildiklerimi paylaşmaya, öğrendiklerimi öğretmeye, yaraları sarmaya, güneş olup doğmaya geldim. Benim gibi birsürü güneşin doğabileceğini kanıtlamaya, onlara örnek olmaya geldim....

İşte benim hikayem dedi genç ve başarılı doktor.

Gazeteci kadın gözleri nemli teybin tuşuna bastı. Kayıt durmuştu.
Kendi okul yıllarını hatırladı. Utandı...