Hürriyet

31 Aralık 2009 Perşembe

DİLEK TUT


Bu sene bir değişiklik yap!
Dilek tutarken gözlerini kapama ,
Kocaman aç gözlerini ve
Bak masmavi gökyüzüne.
Dileğini sessizce içinden tutma,
Yüksek sesle haykır isteğini semaya.
Yeni gelen yıl, her ne istiyorsan
Onu getirsin sana...

İyi Seneler...

30 Aralık 2009 Çarşamba

GİT GÜNEŞ GİT

Sabahtan beri bir aksiliktir gidiyor.

Sabah çalan saati yaklaşık 5 kere erteledikten sonra, sürünerek yataktan bir kalkış gerçekleştirdim ve banyonun yolunu tuttum. Suyu açtım elim haşlandı, elimi sudan kaçırayım derken diş fırçalarının olduğu bardağa çarptım hepsi yere saçıldı, onları toplamak için eğildim kalkarken kafamı vurdum. Uyandığımda planım mışıl mışıl uyuyan ufaklığı uyandırmamak için sessiz hareket etmekti ama sayemde değil bebiş, bütün apartman ayağa kalktı.

Koştur koştur hazırlandıktan sonra, bir okula gidecek afacanı kaldırmaya çocuk odasına, bir işe gidecek olan bezgin tekir kocamı kaldırmaya yatak odasına koştum.Karşılıklı 4 ring seferi sonunda amacıma nail olup diğer işleri halletmeye koyuldum. Bu arada 2 kere dirseğimi, 3 kere dizimi çarptım evin muhtelif yerlerine. Kahvaltı hazırlar iken kahvaltı bıçağı ile elimi kestim.

Apar topar evden çıktık, çocuk okula biz işe yola koyulduk. Arabadan indim , karşıdan karşıya geçerken eziliyordum. Metroya bindim , allahım şükürler olsun şansım yaver gitti yer buldum diye sevinirken o koltuğun niye boş olduğunu koltuğa oturduğumda gelen kokulardan anladım. Be insan evlatları içinizden biri oturmadan uyarır dimi??

Sağ sağlim işe geldim diye sevinirken giriş kartımı evde unuttuğumun farkına vardım. Ehliyetimi vermek için ehliyetimi ararken onu da bulamadım. Güvenlikte ki yakışıklı amca halime acıdı ve beni ofisime doğru yolladı.

Şimdi de sabahtan beri boydan boya penceremden güneş bana bütün ışınlarını gönderiyor. Kış ayında güneş bile bugün benim için fazla mesai yapıyor imdatt! Işınlar gözlerimi açtı, beynimdeki kılcal damarlara ulaştı.
Git güneş git, sen rahat bırak bari bugün beni..

29 Aralık 2009 Salı

ZAMANIN HESABINI TUTMAK


Yıllar var ki , geçen zamanın envanterini hiç çıkarmayan bir yüreği buruk. Ne almış, ne vermiş, neyi geride bırakmış, ne kadar kaybetmiş, ne kadar kazanmış. Kerteriz defterinin on senelik sayfası bomboş. Sadece iyi anıları var aklında belli belirsiz. Bir de , kafasında sürekli konuştuğunu söylediği küçük adamlar. O birilerine kızıyor , küçük adamlar konuşmaya başlıyor.

Yeniyıl coşkusunu, 2000 yılında sokaktaki bir kaç çocuğa dağıttığı yeniyıl hediyelerinde bırakan bir divane. En son o sene büyük bir heyecanla millenium çılgınlığına kendini kaptırmış ; heyecanlı,başında kavak yelleri esen, elleri hep üşüyen bir üniversiteli kız..

Tepetaklak gider herşey buz elli, sıcak yürekli kızın hayatında ve o da bırakır yılların hesabını tutmayı. Gelen ne var ise başım üstüne der, giden her ne ise el sallar ardından. Ne bir damla gözyaşı, ne bir heyecan ne de sevinç duyar olanlar karşısında. Taştan bir yürek, kupkuru göz pınarları. Neyi neden yaptığının hesabını kendine bile veremez olur. En sonunda kapatır defteri, bırakır kar zarar hesabı yapmayı , küser zamana. Ne de olsa herşey olacağına varıyordu. Uğraşmak da onu çok yoruyordu.

Büyük acılar yaşar, bu zamansız ve hesapsız süre içinde . İçinde sızlayan bir yara gibi kanar ve geçer günler. Ama bir gün durur ve anlar ki aslında Kerteriz Defterinde bir sürü kayıt vardır farketmediği ya da farketmek istemediği. Zaman alıp giderken biriktirdiklerini, aldıklarının yerine yeni şeyler bırakmıştır . Götürdüklerinin izi durmaktadır belki hala ama getirdikleri ile durdurmuştur çimen gözlü kızın kanayan yarasını.

Bir bakar ki içine taa en derinlerine ; sabretmeyi öğrenmiş bu inatçı ruh zamanla. Gözlerini uzaklara dikip , uzun uzun düşünen insanları anlar olmuş bu delifişek kız. Affetmeyi öğrenmiş, hayır diyebilme gücüne erişmiş, acılarıyla barışmayı, özlemeyi , ilk aşkın tadını ve nasıl unutulmadığını anlamış. Bir başkasını canını feda edebilecek kadar sevebilmenin mümkün olduğunu bilmiş artık, annesini anlamış belki de ilk defa.

Şarkılar biriktirmiş belleğinde, arkadaşları eski dost sıfatına sahip olmuş yavaş yavaş, tesadüfen fotoğrafını gördüğü bir arkadaşının saçlarının beyazladığını hayretler içinde görürken, kendi beyaz saçlarını okşamış usulca ve barış imzalamış akıp giden zamanla.

Artık delifişek kız, kocaman bir kadın olmuş. İçinde kanayan yara durmuş, gözleri hala çimen yeşili, ruhu hala deli, elleri hala soğukmuş...

28 Aralık 2009 Pazartesi

SU KOVASI ve CİNNET EŞİĞİ

Yeşil bir su kovasının bir cinnet sebebi olcağı kimin aklına gelir ki?

Duşa kabinin içinde öyle kendi kendine duran, sakin sessiz yeşil bir kova.
Her sabah duş alınırken aslankral tarafından duşa kabinin dışına çıkartılıyor ve orada bırakılıyor. Her akşam benim tarafımdan yerine koyuluyor. Bu sinir harbi uzunca bir süre devam ettikten sonra , cinnet geçiren ben ve aslankral arasında şöyle bir diyalog gerçekleşir

BOZBEK :Ya hayatım şunu dışarı çıkarmayı bilen o güzel ellerin, tekrar yerine koymayı ne zaman öğrenecek? ( En nezaketli ve şevkatli ses tonumla)

ASLANKRAL: Aaaaa sen de ya! Hiç pratik değilsin. Nasılsa sabah yine çıkarıcam. Niye 2 iş yapayım dursun orda öyle... (Hem suçlu, hem güçlü bir de bana pratik olma dersi veriyor. Bozbek'in kafasındaki yaylardan biri atıyor )

BOZBEK : Bak benim aklıma daha pratik birşey geldi o zaman. Nasılsa her sabah evden çıkıp işe gidiyorsun sen. Pratik olsun eve hiç girme olmaz mı?!

25 Aralık 2009 Cuma

FEMİNİZM

Şu feminizm denilen ve artık kesinlikle erkek icadı olduğunu düşündüğüm akımı şiddetle kınıyorum ve ben kadın gibi kadın olmak istiyorum arkadaş.

İstemem işlerime erkek yardımı. Gölge etmesinler başka ihsan istemem. Mutfağıma erkek girmesin kardeşim, balkona çıkıp çamaşır falan da asmasın benim adamım. Ayağında çocuk sallayıp, ninni söylemesin veyahut " Dane dane benleri var yüzündeee yüzündee" diye toz almasın etraftan. O erkekçe işleri yapsın. Ampul değiştirsin, vida sıksın, conta taksın, eşya taşısın, su bidonu itelesin, market poşetlerini taşısın.

Varsın ben ayağına çay götüreyim, varsın sağda solda bıraktığı bardağı bulaşık makinasına koyayım. O benim ağrıyan ayaklarıma , tutulmuş omuzlarıma masaj yapsın yeter.

Sabah kalkayım, kocamı işe göndereyim, çocuklarımı okula postalayım. Yapayım kahvemi alayım kitabımı keyif yapayım. Akşam yemeği hazırlayayım, çocuklara ders yaptırayım.
Kadınsal işlerle ben uğraşayım.

Feminizm çıktı erkeklere yaradı. Çalışan kadın olucam, kariyer de yapıcam, çocuk da bakıcam, ev de temiz olucak, hünkar beğendi 30 dakikada hazır, en bakımlı olucam, conta da değiştiririm erkeklerden neyim eksik, bir ampule mi yenileceğim derken adamlar yaydılar kendilerini oturdular aşağı. Adamların g.tleri, göbekleri büyüdükçe eş zamanlı olarak bizimkiler küçüldü. Sıfır beden modasının çıkış noktası da bu değilse benim adım da bozbek değil.

Bunca işi yap, bir de üstüne en bakımlı , en gülümseyen ve en enerjik halinle kocanın karşısına çık ki ,adamı elinden kaçırma. Hadi ordan be!

Dedim ya şiddetle kınıyorum. Feminist falan değilim ben kardeşim. Olmayacağım da.
Bu tuzağa düşmeyelim, düşenleri uyaralım!

23 Aralık 2009 Çarşamba

CANIMIN CANI


"Canımın canı gidiyor! " diye bağırıyordu kadın yolun ortasında.
Hava buz gibi, trafik karman çorman, araba sesleri birbirine girmişti.
" Açın yolu, canımın canı gidiyor!"diye feyat etmekteydi kadın.
Çıplak ayaklarında rengi solmuş ev terlikleri vardı. Belli ki üstünde ne var ise öylece çıkmıştı canının canına bekçilik etmeye.
Ambulans iç kıyıcı bir sesle , arabaların gürültüsünü bastırmaktaydı.
Çaresizce arabaların camlarına vuruyordu kadın.
"Açın yolu, allah aşkına açın yolu!"
Trafik polisleri ışığı, yayayı bırakmış arabaların yolu açmasını sağlamaya çalışıyordu.
Ambulans çığlık çığlık bağırıyordu.
İnsanlar işlerine yetişmeye çalışıyorlar, araçlar birbirine girmiş ve trafiği kitlemişti.
Ambulans şöförünün yüzünde alışılmış bir çaresizlik vardı. Ne de olsa hergün yaşıyordu aynı sahneleri.

Kadın feryad ediyordu
" Canımın canı gidiyor, canımın canı gidiyor!"

Bir türlü yol açılmıyordu...

22 Aralık 2009 Salı

ALINTI

Yazılarımda kullandığım tüm resimler; ordan , burdan , şurdan alıntıdır.

18 Aralık 2009 Cuma

ŞEMS'İN GİDİŞİ ve MEVLANA'NIN ŞİİRİ

Duydum ki Bizi Bırakmaya Azmediyorsun.. Etme!
Başka Bir Yâr Başka Bir Dosta Meylediyorsun.. Etme!

Sen Yadeller Dünyasında Ne Arıyorsun Yabancı
Hangi Hasta Gönüllüyü Kasdediyorsun.. Etme!

Çalma Bizi Bizden, Gitme Bizden O Ellere Doğru
Çalınmış Başkalarına Nazar Ediyorsun.. Etme!

Ey Ay Felek Harap Olmuş Alt Üst Olmuş Senin İçin
Bizi Öyle Harap Öyle Alt Üst Ediyorsun.. Etme!

Ey Makamı Var İle Yokun Üzerinde Olan ( Kişi )
Sen Varlık Sahasını Öyle Terk Ediyorsun.. Etme!

Sen Yüz Çevirecek Olsan Ay Kapkara Olur Gamdan
Sen Ayında Evini Yıkmaya Kastediyorsun.. Etme!

Bizim Dudağımız Kurur Sen Kuruyacak Olsan
Gözlerimizi Öyle Yaş Dolu Ediyorsun.. Etme!

Aşıklarla Başa Çıkacak Gücün Yoksa Eğer
Aşka Öyleyse Ne Diye Hayret Ediyorsun.. Etme!

Ey Cennetin ve Cehennemin Elinde Olduğu ( Kişi )
Bize Cenneti Öyle Cehennem Ediyorsun.. Etme!

Şekerliğimin İçinde Zehir Olsan Dokunmaz Bize
Sen Zehri Şeker, Şekeri Zehrediyorsun.. Etme!

Harama Bulaşan Gözüm Güzelliğinin Hırsızı
Ey Hırsızlığa da Değen, Hırsızlık Ediyorsun.. Etme!

İsyan Et Ey Arkadaşım Söz Söyleyecek An Değil
Aşkın Baygınlığıyle Ne Diye Meşk Ediyorsun.. Etme!

Hz. MEVLANA

16 Aralık 2009 Çarşamba

KOMŞU KOMŞU HUU!


Bir apartman 8 daireli.
Giriş kattaki yaşlı teyze yanlız başına yaşıyor ve her sabah erken saatte evden çıkarak bir yere gidiyor. Kandillerde, bayramlarda aşure helva getirir bize sağolsun. Hal hatır sorarız birbirimize gördüğümüzde. Ama onun dışında birşey bilmiyorum. Her sabah nereye gider o yorgun ve yaşlı haliyle , niye yalnız yaşar çoluğu çocuğu nerededir, niye geleni gideni yoktur ?

Onun karşısında birsürü adam kalıyor. En az 8 kişi. 1+1 büyüklüğünde bir eve sığmaya çalışıyorlar. Belli ki uzaklardan gelmişler İstanbul'a. Pencereleri açık oluyor bazı akşam üstleri. Sadece 3 tane ranza gözüküyor. Üstüste yatıyorlar. İstanbul rüyası kabus olmuş birilerine daha. Kimbilir arkalarında kimleri bıraktılar, kimbilir kimler ömürlerini tüketen bir hasretle bekliyor onları, ya da onların göndereceği üç kuruş parayı.

Onların üst katında öğrencilerimiz oturuyor ve evin mevcudu sürekli değişiyor. Gündüz uyuyup gece yaşıyorlar, apartmanımıza enerji ve bol bira kokusu pompalıyorlar. Kaba tabirle baba parası yiyiyorlar. Geçim telaşı henüz uğramamış zihinlerine. Geceleri ya bir müzik sesi oluyor bizi uyandıran, ya bir msn alarmı ya da bir bilgisayar oyunu efekti. Arada sırada bir kadın geliyor. Belli ki içlerinden birinin annesi. Kadın gelir gelmez evden apartmana, sıcacık poğaça kokuları yayılıyor. Çamaşır suyu ve lavanta kokuyor apartman. Apartmana girdiğimde ne zaman bu kokuyu alsam anlıyorum ki öğrencilerin annesi geldi. Anne anne kokuyor her yan.

Karşı komşum , eşi ve çocuğu ile yaşıyor. Çocuğu kızımın iyi arkadaşlarından. Benim kızım onlardan, onların kızı bizden çıkmıyor ama toplasan biz 5 kere gidip gelmişizdir birbirimize. Eşiyle ve ailesi ile ciddi sorunları var belli. Sıkıntısı yüzüne de , sesine de , kızına olan davranışlarına da yansıyor. Kapı önü uzun sohbetler yapıyoruz karşılaştığımızda. Ben çalışıyorum , o çalışmıyor bu yüzden de vakitlerimiz bir türlü çakışmıyor.

Üst katımdakileri hiç tanımıyorum. Sadece 2 erkek oturuyor onu biliyorum. Sabahları merdivende günaydın diyoruz birbirimize. Aynı duvarları paylaşıyoruz ama insani paylaşımımız bir günaydından ibaret. Muhtemelen onlar benim sesime çok aşina. İki çocuğu idare etme çalışmalarında zaman zaman yükselen sesim onları yerlerinden hoplatıyordur. Tıpkı onların yere düşen spor aletlerinin seslerini beni hoplattığı gibi. Yaklaşık 1 sene boyunca gelen seslere bir anlam veremedikten sonra anladım spor yaptıklarını ve evde bir sürü spor aleti olduğunu.

Onların karşısında makyöz bir kadın ve oğlu birlikte oturuyor. Kadın geceleri çalıştığı için gündüz uyuyor. Ve gündüzleri oluşan en ufak bir sese bile çok tahammülsüz. Geçen gün büyük bir kavga çıkardı sokaktaki sesler yüzünden. Tesadüfen ben de evde idim o gün. Kadının bizim apartmanın delisi ilan ettim. Hiç kimseyi bulamaz ise kendiyle kavga ediyor. Yine de bana bir zararı yok. Gördükçe birbirimizi selamlaşır konuşuruz , bizim kızları pek sever.

Aynı çatıyı, aynı duvarları, aynı merdivenleri paylaşıyoruz komşularımızla. Bir deprem olsa, bir yangın çıksa belki aynı kaderi de paylaşacağız. İçimizden birinin hıçkırıkları karışırken geceye bir diğerimiz de ortak oluyoruz bu sese. Kahkahalarımız çınlatırken evimizin duvarlarını, duvarın diğer tarafında onların odaları.

Komşu komşu hu!!

14 Aralık 2009 Pazartesi

Hey Sen! Hey içimde ki ben!

Dur ve sesimi dinle. Ey var olduğunu sandığım aklım. Ruhumu ve gönlümü özgür bırak.
Ey içinde ne denizler dalgalandıran gönlüm. Aklımın peşinden gitme.
Bu yol akıl yolu değil. Bu yol ,aklını gönlüne feda etme yolu. Beyninle değil, kalbinle düşün, kulağında değil ruhunla işit.

Milyonların arasında hiç et kendini. Bırak ruhun aslına koşsun, bırak gönlün sahibini bulsun. Uzaklaş kendinden fersah fersah, sonsuzluğu hisset, bütünde bir parça olmanın keyfini çıkar. Kucaklaş asliyetinle, tüm kibirini at yere, ayaklarınla çiğne. Ruhunu aşk ile yıka , gönlünü semaya aç.

Aklını ruhunun ateşinde erit, ben varım deme artık. Ben yokum de...

11 Aralık 2009 Cuma

İÇİMDEKİ ŞEYTAN

Havadan mı mütevellit bilmiyorum ama içimde bir şeytan, beynimde minik minik adamcıklar. Münazara halindeler sabahtan beri. Hava isli, gün puslu ve nemli.
İçim de aynen öyle. Karanlık, kapkaranlık. Gökkuşağımın renkleri griye çalar olmuş da ben yeni mi farkına varmışım acaba?

Yerim dar, yenim dar, avucum bir yumruk tak tak tak masaya vurmakta sıkıntıdan. Sol ayağım da ona uymuş tempo tutar sıkıntımın senfonisine.

Bugünkü orkestra şefimiz içimdeki kış şeytanı. İsli , puslu havaları pek seviyor bu şeytan. Binbir yaramazlık peşinde, sevinçlere çomak sokmakta, umudumun tekerini patlatmakta ve beni bir obur haline getirip gittikçe şişmanlatmakta, uykudan gözkapaklarımı kat kat yapmakta.

Lahana bebek gibi giyindikçe soğuktan, şeytan daha da azıyor , bana daha da afakanlar basıyor ve paltolar ile zor sığdığımız o metrobüste, içimden imdattt diye bağırmak geliyor avazım çıktığı kadar .

Şemsiyem ters döndükçe kahkahalar atıyor kış şeytanı, ana avrat küfür edip bir taraftan da eteğimi tutarak rüzgara karşı yürürken iyi şeyler düşünmeliyim diye teskin etmeye çalışıyorum kendimi ama nafile. Küfürlerim gittikçe edepsizleşiyor.

Kafamda balkabağı gibi bir şapka mecburiyetten, şapka çıktı kel göründü misali şapkayı çıkartınca inek yalamış saçlar karşınızda.

Karizma da seksepalite de kış şeytanına yenik. Bizi kandırıyorlar filmlerde. Halbuse filmlerdeki kış sahneleri ne romantik. Karda buzda bile sevgililer el ele kolkola yürüyebiliyor. Biz popo üstü düşmeden iki adım atabilirsek ne ala. Ya da yağmurda kadınlar bir ıslanıyor ki sanırsın yağan yağmur değil loreal paris makyaj malzemeleri. Biz ıslanınça sudan çıkmış sıçan.

Vodoo büyüsü, kum büyüsü ne büyüsü bulursam yapıcam. Kış çabuk bitsin...

GERİYE NE KALDI?

Berna 30'lu yaşların başında güzel sayılabilecek bir kadındı. 2 tane kızı, iyi bir evliliği , her ne kadar pek memnun olmasa da iyi sayılabilecek bir işi vardı.

Sosyal bir kadındı Berna. Bol bol kitap okur, film seyreder, konser ve tiyatroya gitmeye bayılır, iş çıkışları arkadaşları ile sık sık buluşurdu.

Hem çocukları, hem arkadaşları, hem de kocası ile başbaşa vakit geçirebileceği özel anlar yaratmakta çok becerikliydi ve sık sık evli arkadaşlarına bu konu ile ilgili tavsiyeler verirdi.

O'na göre, her kadın çocukları ve kocası haricinde kendine özel bir hayat yaratmalı idi. Çocukları ve kocası dışında konuşabileceği konuları olmalıydı kadınların. Bunun yolu da sosyal ve kültürel faaliyetlerden geçiyordu.

Ayrıca kocası ile başbaşa da kalabilmeliydi bir kadın. İyi iletişim, iyi bir evlilik demekti ve çocukların ruhsal gelişimi açısından anne baba arasındaki etkileşim çok önemliydi.

Berna arkadaşları ile buluştuğu zamanlarda çocukları ya anneanelerine bırakır, ya da evde onlara bakacak birini ayarlardı. Çocuklar uyumadan evde olmaya gayret gösterirdi. Bu yüzden bazen sohbetleri yarıda bırakıp kalktığı bile oluyordu. Etrafındaki arkadaşlarının çoğunun çocukları yoktu. Zaman zaman Berna'yı anlamakta güçlük çekseler bile, o kısa vakitler hepsine çok iyi geliyordu.

Arkadaşları ile buluşacağı ve kız kıza bir iki saat vakit geçirecekleri bir gün, Berna içinde tarif edilemez bir sıkıntı hissetti. Bir taraftan arkadaşları ile buluşmak istiyor öte taraftan aklı çocuklarında kalıyordu. İki yerde birden aynı anda olmayı o kadar çok istedi ki o an, içinin sıkıntısı iki kat daha arttı.

"Bir bahane bulsam ve kızlar ile buluşmasam bu akşam" diye düşündü. "Ama yok yok "dedi içindeki diğer ses. "Bu akşam buluşamassak kimbilir kaç hafta sonra görüşeceğiz anlatacak çok şey birikti."

En sonunda kızlar ile buluşmaya karar verdi Berna. O akşamdan sonra ne zaman arkadaşları ile buluşsa hep bir yanı evde, bir yanı arkadaşlarında idi. Bir taraftan "Şu anda çocuklarımla olmalıyım, ben çalışan bir anneyim onlarla vakit geçirmem gerekiyor" diye düşünürken diğer taraftan " Kendime vakit ayırmaz isem ben bu dünyada boğulurum, biraz nefes almalıyım" diye içi içini kemirirdi hep.

Yine rutin bir kızlar buluşmasında kızlardan biri "Bu akşam çocuklardan ve kocalardan konuşmak yok" dedi.

Berna gayri ihtiyari " Eee geriye ne kaldı ki?" diye cevap verdi. Herkes bu cevaba gülüştü hatta bekar arkadaşlarından biri " Gördünüz mü? Kendinize ait bir hayatınız bile yok " diye dalga geçti. Berna kahkaha ile karşılık verdi arkadaşına. Güzel bir geceydi , sonunda Berna koşarak evin yolunu tuttu. İçindeki o tanıdık sıkıntıyla beraber , bir an önce evde olabilmek için sokakta adeta koşar adım yürüyordu.

" Güzel bir geceydi" diye düşündü , " Ama keşke çocuklarımla olsaydım, acaba ödevler bitmiş midir? Acaba karınları tok mudur? Acaba kocamı çok yormuşlar mıdır?" düşünceleri içinde eve girdi Berna. Evde herşey yolunda idi. Çocuklar derslerini bitirmiş ve çoktan uykunun sıcak kollarına bırakmışlardı minik bedenlerini.

Onlar uyumadan eve gelemedi diye için için rahatsız olsa da bu rahatsızlığı pek kafasına takmadan sırt üstü yatağa uzandı ve birden zihninde arkadaşları ile yaptığı konuşma dönmeye başladı.

" Bu gece çocuklardan ve kocalardan konuşmak yok!"
-" Eeee, geriye ne kaldı?


KENDİ İÇİN BİRŞEYLER YAPARKEN SUÇLULUK DUYGUSU İLE YAPTIĞINDAN KEYİF ALAMAYAN ANNELERE İTHAF EDİLMİŞTİR...

10 Aralık 2009 Perşembe

TWITTER

Yanlızlıktan mıdır, onaylanma isteği midir ya da benim küçük aklımın anlayamadığı başka ulvi bir sebepten mi bilmiyorum ama artık twitterdan milletin hayatının başlıklarını an be an izleyebilir olduk. İnsanlıkça süper iletişiyoruz. Ancak bu ne yaman çelişki, bu ne çıldırtan denge karşıya gelince, üç kelimeyi bir araya getiremiyoruz. Yazı dilimiz kuvvetlenir iken konuşma dilimize bir haller oldu. Kullanmaya kullanmaya dil pas tutarken, parmaklar klavye de bir flamenko dansçısı edası ile bol bol dans etmekte.

Vapurdasın mesela, twitter'a at mesajı;
İnebolulu Haydar Paşa Vapuru'nda mendirek istikametinde ilerliyoruz . Her yer yosun. Küresel ısınma diz boyu

Yolda yürüyorsun wap bağlantılı cep telefonundan bağlan internete;
Yoldayım, ayağım taşa takıldı, topuğum kırıldı imdattt

Patrona kızdın;
İşteyim sinirden köpürüyorum yok mu beni sakinleştiren

Evdesin akşam yatmak üzeresin;
Süt içtim, dilim yandı

Sevgilinle kavga ettin;
Küstümm, küstümmm ( Mesaj elbet sahibini bulur)

Alışverişe gittin;
Kendime 2 don , 1 atlet, 1 çorap aldım. Çoraplarım yeşil

Diyee uzarr gider bu liste. Bu kadar on-line, bu kadar teşhirci ve bu kadar aleni olmaya gerek var mı sizce? Biraz gizem daha iyi olmaz mı?

4 Aralık 2009 Cuma

İNİŞLER SOL TARAFTAN

Metrobüs açıldı, yeni bir meslek icad oldu. İnişler sol taraftan beyler çığırtkanlığı.

Kelli felli koca bir adam, metrobüs durup yolcular perona indiklerinde bir koyun sürüsünü güder gibi bağırmaya başlıyor.

-İnişlerrr soll taraftan beylerrr, inişler sol taraftan beylerrr!

Aşağıda da başka bir adam metrobüs istasyonuna girmeye çalışanları hizaya sokuyor.

- Sol taraftan çık arkadaşımm! Sol taraftann! Boşuna mı koyduk zinciri. Evett sol taraftan çıkalım lütfen!!

Arada da bir zincir var şaka değil. İnsanlar sol taraftan çıkar gibi yapıp adamın görüş mesafesinden çıkınca atlayıveriyorlar öte tarafa. Zaten o kadar kalabalığa öyle bir iniş çıkış yeri ve peron yapmışlar ki hiç yapma daha iyi. İster sağdan , ister soldan, ister uçarak ilerle birilerini rahatsız etmeden yürümen mümkün değil. Şaka gibi bir hadise.

Ayrıca bize sağdan yürümenin doğru olduğu öğretildi yıllar boyu. TRT bu bilinci geliştirmek için bir şarkı besteleyip bangır bangır çalıyordu çocukluğumuzda.

Sağdan git , hep sağdan
Geçidin de sağından..

Anlaşılan o ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin taşeron firmalarının mühendisleri o döneme yetişemedikleri için iniş çıkışı soldan yapmışlar. Hadi bunu görmezden gelelim diyeceğim ama insanın kanına dokunan başka bir durum var.

Aptal mıyım ben de adamın biri bas bas bağırıyor arkamdan "Soldan in !", Soldan in! diye. Koyun muyum ben sırf işi bunu yapmak olan bir adama devlete ödediğim vergiler vasıtası ile maaş veriyorum. Adamlar hem bizi gerzek yerine koyuyor hem de maaşını ödetiyor.

Pes vallahi pes!

3 Aralık 2009 Perşembe

PERFORMANS PERFORMANS DEDİKLERİ


İlkokul 2. sınıfa giden kızımın proje ödevini yapmaya oturduk dün akşam her akşam olduğu gibi. Ben çocukluk yıllarımda bile bu kadar çok karton kesip yapıştırmamıştım. Dünkü konumuz MESLEKLER. Mesleklerin resimlerinin bulunduğu bir albüm hazırlamaktı görevimiz. Kitapta gazete ve dergilerden bulduğunuz resimler ile yapın diyor ama her normal evde 1 bilemedin 2 günlük gazete ve belki 1 dergi bulunur. Onlarda da bu resimler bulunur mu o ayrı bir uzmanlık alanı. Akşam 19.00da işten gelip de böyle bir ödevle karşılaşmak da ilginç bir deneyim . Ama serde geçen senenin tecrübesi var. Önceden ders kitapları karıştırılıp verilmesi muhtemel ödevler tahmin edilip konu ile ilgili resimler tarafımdan önceden tedarik ediliyor.

Yeni eğitim sistemi bir ilginç. Çocukla ailenin birlikte çalışmasını teşvik edecek birşeyler yaptırmayı hedeflemişler ama yine herzaman olduğu yüzlerine gözlerine bulaştırmışlar.

Performans ödevleri, proje ödevleri, aile ile birlikte öğrenelim ödevleri derken ev bir atölye. Bizler perişan, heryer uhu. Öğrenmeyelim aile ile , çocuk öğreniversin. Aile zaten biliyor. Ya da öğrenelim ama çocuk yapsın tüm bu ödevleri ben niye yapıyorum. Yapma dediğinizi duyar gibiyim ama na-mümkün. Çünkü öğretmenimiz her ödevi jilet gibi istiyor, anne elinden çıkmış gibi. Çocuk hatası barındırmayan proje ödevleri görmek istiyor. Durum böyle olunca da iş başa düşüyor kes-biç-yapıştır.

Birkaç kez kızıma yaptırıp gönderdim ama ara karneniz zayıf gelecek diye tehtit etti beni öğretmenimiz. Ba! ba! ba! karneyi bana verdiğini de itiraf etti sanki. Ama ben yine de azimliyim. Yarısını ben yapıyor isem yarısını da benim zillimaşa kızıma yaptırıyorum. Hem o öğreniyor, hem benim sıtkım daha az sıyrılmış oluyor.

Geçenlerde işten erken tüyüp bir alışveriş merkezinde gezintiye çıktım. Maksadım kendime ayıracak bir kaç saatlik bir zaman yaratmaktı. Bayram öncesi önce bindirilmiş sonra da indirilerek olağan fiyatına getirilmiş ve yüzde 70 indirim diye bize kakalanmaya çalışılan etiketlere bakar iken yanımda bir hatunun telefonla konuşmasına istemeen kulak misafiri oldum.

- Hımm , öğretmenin ne dedi bu işe?
- Gerekli malzemeleri aldın mı peki? Anlıyorum gelince konuşuruz ama ben yapmam kendin yapacaksın bu sefer..

Telefonu kapattı söylenmeye başladı.
-Performansına da...Projesine de...

Duyunca atladım bende hemen lapin gibi.

-Offff ,offf. Sormayın herkes aynı dertten muzdarip hanımefendi. Koskoca bir cumartesimi verdim ben o proje ödevlerinden bir tanesine.

Kadıncağız dert yanacak birini ararmış ki hemen içindeki sıkıntıyı kusuverdi beni şok eden sözleri ile:

- Performansına koyayım!! Proje ödevine de! Yapmayacağım kardeşim! Ben çalışan bir kadınım bütün gecemi kartonlar ile koklaşarak geçirmek istemiyorum. Yok planlarım arasında bu gece uhu ile teşvik-i mesai. Çocukların yapabileceği ödevler versinler ben alıcam sanki okuldan o diplomayı.

Ben tek kelime etmeden kadını dinliyorum ; " Şükür yarabbim benden beterleri varmış , kadın kayışı koparmış" diye düşünüyorum.

Eğitim sistemimizin çarpıklığı bir çalışan anneyi daha çarkında eritmiş diye hayıflanır iken kadın birden normale döndü;

- "Çok pardon size birşey danışacağım" diye tekrar başladı söze sanki benimle yeni konuşmaya başlıyormuş gibi.
- Şu üzerimdeki elbisenin üzerine bir hırka arıyorum. Sizce ne renk uygun olur?

Elbiseye uyabilecek bir iki alternatifi gösterdikten sonra yavaşça uzaklaştım kadının yanından, alışveriş merkezindeki kırtasiyeye uğrayıp akşamki ÖDEVİM! için karton ve yapıştırıcı almak üzere.

25 Kasım 2009 Çarşamba

ÖĞRETMENLER GÜNÜ VE GÜLNİHAL'İN MOR MENEKŞELERİ


Çok uzun yıllar önce öğretmenler gününün velilerin gövde gösterisine dönüşmediği zamanlarda kutlanan sevgi dolu öğretmenler günleri varmış.

O zamanlarda veliler öğretmene hangi takı setini alsak diye kara kara düşünmezlermiş Öğretmenler ise Ayşe niye bana hediye getirmedi diye dertlenmezmiş hiç. Bahçeden kopartılmış bir çiçek, minicik eller ile yazılmış şiirler öğretmenlere yeterli olur , Ahmet'in velisi Ali'nin velisinin öğretmene ne hediye getirdiği ile pek ilgilenmezmiş. Sınıfta para toplanıp da hediye alındığı zaman parası olmayıp da para veremeyenlerin de adı yazılırmış hediyenin üstüne.

Minik Gülnihal'in ailesinin maddi durumu pek iyi değilmiş o yıllarda. Annesi çiçek yetiştirmeye özellikle de menekşelere çok meraklıymış. Her öğretmenler gününde kızı okula eli boş gitmesin diye gözü gibi baktığı mor menekşelerden bir tanesini allar pullar öğretmene gönderirmiş hediye olarak. Gülnihal'in öğretmeni de oyalı yazmalara çok meraklı imiş. Öğretmenin bu merakını iyi bilen Gülnihal'in annesi mor menekşelerin yanına bir de oyalı yazma koyuverirmiş her seferinde.

Minik Gülnihal, oyalı yazmayı çok değerli bir hediye olarak görürken mor menekşeleri niye götürdüğüne bir anlam veremezmiş. Nasılsa öğretmeni çiçeğe bakamayacak ve bir iki hafta içinde çiçek ölecek diye düşünürmüş.

Gülnihal'in öğretmeni her öğrencisine aynı sevgi ve sıcaklığı gösterip hediyeleri bir bir içtenlikle kabul edermiş kutlanan her öğretmenler gününde.İlerleyen günlerde ise herkesin getirdiği hediyeleri kullanarak hediyeleri getiren öğrencilerini sevindirmeye çalışırmış. Gülnihal getirdiği yazmayı öğretmeninin boynunda her gördüğünde içi içine sığmaz çok sevinir, bir taraftan da mor menekşelerin akibetini düşünürmüş.

Minik Gülnihal 5 sene boyunca her öğretmenler gününde 1 oyalı yazma ve 1 mor menekşe götürmüş öğretmenine. Yıllar yılları kovalamış, Gülnihal ile İlhan Öğretmen bir alışveriş merkezinde karşılaşmışlar. Adresler, telefonlar alınmış; öğretmene ziyaret sözleri verilmiş.

Birgün verilen sözü tutma zamanının geldiğine karar vermiş Gülnihal. Elinde bir demet çiçek ile çalıvermiş öğretmeninin kapısını.

Yıllar öncesinin sevgisi ve sıcaklığı ile karşılamış İlhan Öğretmen eski öğrencisini.
Salona buyur etmiş. Salonun önündeki kocaman balkonda duran yüzlerce çiçek çekmiş Gülnihal'in dikkatini. Öğretmeninin mutfağa gitmesini fırsat bilerek çiçek bahçesini andıran balkona çıkmış Gülnihal.

Çeşit çeşit çiçeğe ev sahipliği yapan her saksının altında bir isim, bir tarih ve bir numara yazılı imiş.

Gülnihal Dermanlı / 1-C / 49 / 1989 - Gülnihal Dermanlı / 2-C / 49 / 1990 diye sıralı beş tane mor menekşeye ilişmiş gözü. Öğretmenim bu çiçekleri atar dediği çocukluk günleri gelmiş aklına, bir de şimdi kutlanan öğretmenler günleri...

Eski öğretmenlerimize sevgi ile...

17 Kasım 2009 Salı

İMDAT!!! BELEDİYENİN ELİ CEBİMDE!

İstanbul'da yaşayanlara acılı haber. Metrobüs ücretleri %33 zamlandı. 1 lira 50 kuruş olan metrobüsler artık 2 lira. Üstelik aktarma falan da işlemiyor metrobüslerde. Sanırım metrobüs lüks toplu taşıma aracı sınıfına giriyor !!!

İşine gelip giderken iki toplu taşıma aracı kullanan bir zavallı İstanbullu'nun kullandığı araçlardan biri eğer metrobüs ise ve şanslı olupta cumartesi günü çalışmıyor ise ayda 20 günden hesaplandığında yaklaşık 125,00 TL yol parası vermesi gerekiyor.

Herkesin işsiz kaldığı, kriz yüzünden zam yerine nasihat aldığı, ev sahiplerinin bile insafa gelip kiraları düşürdüğü bir ortamda İstanbul Büyükşehir Belediyesi hangi akla hizmet bu zamları yaptı anlamak güç. Aslında 4 sene daha yönetimde olacak olmanın rahatlığıyla yapılmış bu zamlar , insanlara siz aptalsınız demenin nezaketli bir yolu.

Aptalız biz evet, sonuna kadar da müstehak bize bu başımıza gelenler!!

10 Kasım 2009 Salı

10 KASIM

Milli Bayramları , anma günlerini , Atatürk ve geçmişimizle ilgili olan özel anları daha farklı mı kutlamalıyız diye düşünür oldum.

Okul yıllarıma gidiyorum Cumhuriyet Bayramı'ndan aklımda kalan yağmurlu bir havada mecburi okula gelişler ve o bitmek bilmeyen sıkıcı töreni izlemek zorunda olduğum. Ayakların üşür, ıslanır ama yine de o töreni izlersin. Törenden mi kaçtın ya dayak ya disiplin cezası.

23 Nisan ve 19 Mayıs ona keza. Girilen tuhaf kılıklar, velilere yapılan gösteriler, izleyen öğrenciler için ise bitse de gitsek dedirten bir tören programı.
Şansın var da gösteri ekibinde görevli isen velin için bir zevktir bu töreni seyretmek zaten bir tek de onlar keyif alır bu törenden.

10 Kasım.. 09.05 bir siren sesi. Sireni duyduğun yerde dur. Ama yanındaki arkadaşınla konuşmaya kaldığın yerden devam et. Sadece dur ve bekle. Çünkü herkes öyle yapıyor.

Bu mudur anmak? Bu mudur kutlamak? Bu mudur Atatürk'ü anlamak, yolundan gitmek, izini sürmek. Elin adamları milli bayramları yok iken bayramlar icad edip şölen havasında kutlar iken, dünyanın aklına uydurma bayramını kazımış iken benim atamın, dedemin, Atatürk'ümün kemikleri sızlamaz mı yattığı yerde?

Rahat uyu, izindeyiz...

31 Ekim 2009 Cumartesi

ARAP KIZINI SEL ALDI



Yağmur yağıyor
Seller akıyor
Arap kızı
Camdan bakıyor...

Herşeyden bir eğlence çıkarmak çocukluk meşgalesi imiş demek. Cama vuran yağmur damlalarına bakıp şarkı söylemek ne güzeldi eğrisini doğrusunu, varlıklısını yoksulunu, evlisini evsizini düşünmeden.

Kocaman kocaman, tasasız art niyesiz gülmek çocukken oluyormuş meğer. Yağmur altında ıslanmak ve eğlenmek için sokağa çıkmak, yağmurun altında dans etmek kanlarımızın deli aktığı zamanlarda kalmış. Ayaklarının ıslağını hissetmiyormuş o zamanlarda insan, sıçan gibi ıslak eve gelmek mutlulukmuş.

Yağmur yağıyor şakır şakır. Gök denilen kubbenin dibi mi , tepesi mi neresi bilmem ama bir yerleri delindi.

Çocukken coşku ile karşıladığım yağmuru şimdi endişe ve iç sıkıntısı ile izliyorum sıcak, kuru ve kombili evimden.

Kim bilir kaç kişi elinde kova, evin içine dolan suları çıkarmaya çalışıyor, kim bilir kaç evsiz geceyi kuru geçirebilmek için boş bir ATM makinası içi, saçak altı, apartman girişi arıyor, kaç bebenin ayakları ıslak, kaç yavrunun elleri soğuk, kaç anne baba çaresiz gözü yaşlı.

Rahmet yağıyor. Yağmur kimilerine rahmet oluyor, kimilerinden rahmet alıyor. Terazi misali dünya iki kefeside dolu.

Büyümek koşullu sevinmekmiş, gülerken üzülmekmiş. Şükrederken isyan etmekmiş bazen.
Yağmuru camdan izleyen Arap Kızını şarkısını mırıldanırken , sele kapılan Arap kızının arkasından ağıt yakmakmış.

Yağmur yağdı
Camdaki Arap kızını
Seller aldı...

30 Ekim 2009 Cuma

GÖL


Ortaokula giderken bir resim öğretmenimiz vardı. Engin Bey...Soyadını hatırlamıyorum. Genç ve idealist bir öğretmendi. Çöp adam bile çizemeyen, sanattan ve yetenekten bihaber, yaşı nedeni ile aklı bir karış havada olan biz öğrencilerine resim yaptırmak yerine, ressamlardan, resim tarihinden, sanattan, şiirden edebiyattan bahseder, ressamların hayatlarını, tabloların öykülerini anlatırdı. E serde ergenlik var , adam genç ; biz kızlar da ağzımızın suyu akarak dinlerdik öğretmeni yada seyrederdik demek daha doğru galiba. Bir aralar sınıftan bir kaç kız öğretmenimize aşık olmuş sana baktı bana baktı diye birbirimizle çekişir durur hale gelmiştik hayal meyal hatırlıyorum.

O yıllarda okuyanlar bilir. Bir hatıra defteri ve anket defteri yazdırma modası vardı. " Kalbin kadar temiz olan bu satırları bana ayırdığın için" diye başlayan bir cümle ile arkadaşın hatıra defterine giriş yapmak facebook hesabı açtırmak kadar moda idi o zamanlar. Bu hatıra defterini öğretmenlerimize de yazdırırdık. Bizim resim öğretmenimiz Engin Bey, kendisine bu talepler ile gelen öğrencilerine birer kitap hediye ederdi. İçine de adettendir diyip sevgi dolu sözler yazmaz, yabancı şairlerin tercüme edilmiş şiirlerini yazardı.

Bana hediye ettiği kitap ne idi, nerede idir hiç bilmiyorum. Ama gariptir ki kitabın kapağında yazan şiiri hala ezbere biliyorum. Bugün geçip giden zaman hakkında düşünürken, bir dakikanın bir an bir günün nasıl bir dakika gibi geldiğinin hesabını yaparken bir anda bu şiir aklıma geldi.

GÖL

Zaman dur artık geçme,
Bahtiyar saatler siz akmaz olunuz artık
Tadalım en güzel günümüzüno sürekli hazlarını azcık!
Ne kadar talihsizler size yalvarır hergün
Hep onlar için akın
Günleri ile birlikte dertlerini de götürün
Mesutları bırakın
Nafile isteyişim geçen saatleri
Alıp gidiyor zaman
Geceye daha yavaş deyişim boş
Tanyeri ağıracak birazdan
İnsan için liman yok,
Sahil yok zaman için.
O gider, biz göçeriz..

ALPHONSO DE LAMARTINE

Nerdesin, ne yaparsın bilmem hocam ama umarım huzurlu ve mutlusundur.İyi öğretmenmişsin vesselam. Sevgiyle...

28 Ekim 2009 Çarşamba

YORUMLARA CEVAP

Uzun zamandır yorumlara cevap yazamıyorum. Nedendir bilmiyorum ama bir türlü yazdığım cevapları blogda yayınlamayı başaramadım.
Uğraşıyorum didiniyorum ama sorun neyse bir türlü çözemedim. İnat ettim çözeceğim.
Yazılarıma yaptığınız yorumlar için sevgiler, teşekkürler. Sanmayın ki cevap yazmıyorum. Yazıyorum ama bir türlü site de görünmüyor anlamadım neden?

27 Ekim 2009 Salı

BİR GÜNÜN ENVANTERİ

Çocuk uyuturken kafasında şimşekler çakar mı insanın? Çakar.. Bir anda beyninde bir ampul aydınlanır mı? Aydınlanır... Aklını kaybetme ya da depresyona girme eşiğinde olduğunu farkeder mi? Farkeder... İçindeki uyuyan canavarın uyandığını hisseder mi? Hisseder...

Uzun çocuk uyutma uğraşlarından sonra, hele bir de o gün tatil günü ise ama o günü, temizlik, çamaşır, birinin dersi, öbürünün faaliyeti, yemek vs gibi şeylerle geçirmiş ve kendine on dakika bile ayıramamışsa insan , insanlıktan çıkmak üzere olduğunu keskin bir şekilde hisseder.

Bir günün envanterini yapar kendince . Gün 24 saat. 10 saati işte, 8 saati uykuda,3 saati yolda, 1 saati akşam yemeği hazırlayıp yemekle, 1 saati ödev kontrolle, diğer 1 saati bebek melekle ilgilenmekle geçiyor diye düşünür bir bakar ki 24 saat bitmiş. Ama daha hesaplamadığı birsürü şey de yaptığını varsayarsak garip bir boşlukta bulur kendini insan ve kafasındaki ampuller tek tek yanmaya başlar. GEri kalanlarını hangi vakitte yapıyorum, acaba yapmıyorum da bana yapıyor muyum gibi geliyor, gün 24 saat değil mi gibi saçma sapan geyik düşüncelerin yanında , ben kendime hiç vakit ayıramıyoruma doğru uzanan kendi kendine acıma yolculuğunun sonunda bir delirium vakası.

Hangi psikolog çare bulur, kim düzeltir, saatleri mi uzatırlar, hayatı mı kısaltırlar bilmiyorum ama 24 saat yetmiyor onu çok iyi biliyorum..

21 Ekim 2009 Çarşamba

SENİ SEYRETTİM ANNE

Dün akşam uyurken seni seyretim anne. Gece kalkıp üstünü örttüm. Uyurken başını okşadım. Yüzündeki kırışıklıkları sevdim tek tek. Saçının beyazlarını kokladım, pamuk ellerini öptüm.

Yılların izi nasılda sinmiş yüzüne. Her kırışıklığında bir acı, her beyazında bir umut gizli sanki. Sen bizim tarihimizsin anne. Savaşlarımız, zaferlerimiz, acılarımız, umutlarımızsın. Çocukluğumuz sensin anne. Delişmen duygularımızsın sen, küsmeyen, incinsede incitmeyensin. Olmayı istediğimsin hep anne, bir türlü beceremesemde.

Sıcacıktın dün akşam, yumuk gözlerinin kenarında yaş vardı. İçini çekiyordun . Kimbilir ne görüyordun rüyanda . Son zamanlarda ağzından düşürmediğin anacığını çok özlediğin ablacığını görüyordun belki de..Bende seni rüyamda gördüğümde ağlayacakmıyım böyle?

"Annemi kırdığım zamanlar geliyor aklıma" dedin geçenlerde bana. " Keşke olsaydı da telafi edebilseydim" dedin için yanarcasına. Ben şimdiden telafi etmeliyim. Beni herşey için affeder misin anne?

Ne yıllar bıraktın ardında Ne insanlar, ne kahkahalar, ne anılar. Çay kokulu ne sabahlar, ne endişeli geceler. Ne dostlar biriktirdin, hiç düşmanın yok mu senin anne?

Ayağımda ki yara izine takıldı gözüm. Bir tahta parçası batmıştı. Sırtında taşımıştın hastaneye kadar. Dertleri taşıdığın gibi beni de sırtında taşıdın bir ömür. Sırtın ağrımaz mı senin hiç anne?

Cüzdanıma baktım. Senin verdiğin uğur parası. Sonra aklıma geldi, sen üç kuruş paranı bile biriktirip bana verirdin moda olan o ayakkabıyı almam için. " Benim ayakkabım çok" derdin. Oysa ıslanırdı ayağın yağmurda anne. Hiç şikayet etmezdin. Hiç üşümez miydi ayağın?

Geçenlerde etrafı toplarken bir bilet çarptı gözüme. Çok eski yıllardan kalma bir konser bileti. Gitmeyi çok istiyorum diye yüzüğünü bozdurmuştun . Sahi ben senin parmağında hiç altın yüzük , hiç bilezik görmedim. Sevmem ben diyordun. Gerçekten sevmez miydin? Yoksa bizden mi fırsat kalmadı anne?

Dün akşam seni seyrettim anne. Yüzünün kıvrımlarında kayboldu ruhum. Koynunda ısıttım ellerimi. Sen benim umudumsun anne. Sen benim annemsin. Ben de senin hiç büyümeyen bebeğin.

Büyütme beni anne!

19 Ekim 2009 Pazartesi

İLERLEYELİM BEYLER!

Lise yıllarımdı. Kulağımın aşina olduğu bir cümle idi " İlerleyelim Beyler". Yıllar geldi geçti, üniversite bitti, ben girdiğim işlere servile gittim, hafta sonları araba vs derken toplu taşıma ile pek bir teşvik-i mesaim olmadı. Son 5 senedir ev-iş arası 1 sokak mesafesi çalışmamdan ve İstanbul'un en merkezi yerinde olmam dolayısı ile otopark parasını taksiye verip ulaşımımı taksi ile sağlamamdan mütevellit toplu taşıma hadisesinden iyice uzaklaşmıştım. Malum işyerim taşındı, ben metrobüsün faydalarından yararlanmak isteyen bir vatandaş olarak başladım metrobüs güzergahını kullanmaya. Ama farkettim ki geçen yaklaşık 10 küsür senede toplu taşıma mevzusundaki vatandaş portresi hiç değişmemiş.

Anam ne tuhaf milletiz ki karımızı , kocamızı sahiplenmiyoruzdur o otobüs direklerini sahiplendiğimiz kadar. Otobüse biniliyor, bir direk göze kestiriliyor ve o direk ile yakın duygusal bir bağ geliştirilerek yolculuk sonuna kadar o direk bırakılmıyor. Bırak kardeşim! Bırak! İlerde daha iyileri seni bekliyor. İlerle , yeni direklere yelken aç! Ufkun genişlesin. Otobüsün arka taraflarını da ziyaret et. Gezmediğin , görmediğin yer kalmasın otobüste. İlerle ki diğer insanlar da binsin, yeni binenler tuzluk gibi ortada kalmasın, onların da tutunacak bir dalı , bir direği olsun.

Kesinlikle okullarda okultulması gereken bir ders olmalı bu toplu taşıma kuralları.
Hiç değilse hayat bilgisi dersinde bir ünite olarak işlenmeli.

Son sözüm altın günlerinden dönen teyzelere. Be teyzecim! Devlet bile memurlarını özel sektörden erken çıkarıyor ki trafik dağılsın yığılma olmasın. E siz durup durup milletin iş çıkış saatini mi bekliyorsunuz evlerinize gitmek için?

13 Ekim 2009 Salı

SESLENİŞ

Ey belediye yetkilileri ! Size sesleniyorum..

Şu kaldırımları döşerken, ince topuklu ayakkabı giyen bayanları da bir düşünen çıkacak mı acaba?

Topuğumuz taşların arasına giriyor, ayakkabı orda kalıyor, biz de rezil olduğumuzla kalıyoruz ...

12 Ekim 2009 Pazartesi

DITTTT!

"Güne kahveyle başladım, ağzım kuru zihnim açık "diye başlıyor mp3'ümdeki şarkı.
Eskiden walkman dinlerdik, kasetler bozulunca da o kahverengi şeritleri çeker çeker uzatır oyalanırdık kendimizce. Mp3 var şimdi, daha temiz, daha nezih, daha teknolojik. Ses kalitesi daha yüksek ama ne kadar teknolojik ise o kadar da soğuk işte.

Ofisime varacağım birazdan, güvenlikte çalışan arkadaşlar beni tanımıyor ama teknolojik kapı boynumda asılı duran giriş kartımın chipini tanıyor. Dıtt!, dıtt !günaydın diyorlar birbirlerine. Güvenlik ile ben selamlaşmıyoruz ne tuhaf. Kartım yoksa ya da chipi bozuksa rüştümü ispat edemiyorum. E teknoloji insan dilinden anlamıyor hali ile. Her yer kamera güvenliğimiz için! Asansöre biniyorum, karşımdaki kameraya el sallıyorum. Eğer diğer taraftan izleyen insanlar var ise belki gülümserler.

Ofisteyim. Gürül gürül klimalar, havalandırmalar çalışıyor. Cam açmak yasak burda. Zaten açılacak bir cam da yok. Karşım boydan boya cam ama oksijeni bile filtre ederek veriyorlar bize. Plazadayız ya herşey teknolojik !!

Öğle yemeği yedikten sonra yine kartlarımızı dıttlatıyoruz, önceden yüklenmiş sanal paralar hesaptan düşüyor. Yine bize pek gerek yok makinalar kendi aralarında anlaşıveriyorlar. Binadan çıkmak için bile kartımızı manyetik okuyucuya okutmamız gerekiyor.

İstanbul'u kuşbakışı seyretmek güzel ama ben filtrelenmemiş okjsijen istiyorum, dıtt dıtt yerine günaydın istiyorum.

Eski ofisimi istiyorum..

8 Ekim 2009 Perşembe

NE ZAMAN GELDİN?

Ne zamandır yanımdasın bilmiyorum. Yine ne zaman geldin? Kaç gün oldu? Hiç hesaplamadım. Yağmurlu bir günde yatağıma yatmış camımın önündeki çiçekleri seyrederken anlamıştım geldiğini. Yağmur zamanı geldin yine, toprak kokusuyla geldin.

Sen geldiğinden bu yana içimde var olan sızıyı hissediyorum sadece. Sen geldin ruhum firar etti.

Sen geldin daha bir ben oldum sanki. Yüksek sesle ve büyük harfler ile itiraf ediyorum kendimi kendime. Aynada her gün gördüğüm yüz yok artık.

Sen geldin daha bir kadın oldum sanki. Sen geldin sevgili oldum, dost oldum, aşk oldum , nefret oldum. Ağzımdan kaçıveren kelimeler, cümlelere yer verdi. Cümlelerim var artık ben ile başlayan ve sonunu istediğim gibi getirdiğim. Pişmanlıklarım var, keşkelerim var beni gülümseten.

Tek dudağım havada zaman zaman, kahkahalarım içten haykırırcasına. Dibine kadar mutlu, dibine kadar üzgün, dibine kadar benim artık.

Ne zaman gideceksin bilmiyorum. Biraz daha kalsan?

1 Ekim 2009 Perşembe

İKİNCİ DEFA (4)

Haftalar, aylar hızla geçti. Minik bebeğin gelişi iyice yaklaşmıştı. Hormonların değişiminin de verdiği etkiden dolayı kadının bütün psikolojisi alt üst olmuştu. Kafası karmakarışıktı. Birgün çok mutlu , hayat dolu bir başka gün ise karamsar ve korku içinde idi. Korkularını kimse ile paylaşamıyor, eşine bile bu hissettiklerini anlatamıyordu. Birgün bir yakını ile konuşurken ansızın gözyaşlarına boğuldu ve içindekileri birer birer kusmaya başladı.

"- Korkuyorum " dedi kadın.
"-İncinmekten, incitmekten korkuyorum. Bebeğimi sevememekten korkuyorum. Küçük kızımın üzülmesinden, kendini kötü hissetmesinden korkuyorum. Ben kızımla beraber büyüdüm sayılır. Onunla o kadar çok şey yaşadım, o kadar çok zorluk çektim ki şimdi ona verdiğim sevginin aynısını doğacak bebeğime verememekten korkuyorum. Herkese haksızlık yapmaktan korkuyorum " dedi.

Bir taraftan da öyle heyecanlıydı ki. Bebeğinin eşyalarını alıyor, tek tek yıkayıp ütülüyor, odasını düzenliyordu. Karnını okşayarak ninniler söylüyor, bebeği ile konuşuyor, onun o karanfil kokusunu yüreğinde hissediyordu.

Ne zaman ninni söylemeye başlasa minik bebeği karnında hareket ediyor ve sanki annesine ben burdayım seni duyuyorum diyordu.

Hamileliğin son günleri idi artık. Kadının endişeli bekleyişi yerini , heyecan ve sabırsızlığa bırakmıştı.

Beklenen büyük gün gelip çattı. Eşyalar hazırlandı ve ailece hastanenin yolu tutuldu.
Kadın kocasına ve kızına sevgiyle sarıldı. İkisini de birdaha hiç görmeyecekmiş gibi öptü ameliyathaneye giderken.

" - Ters birşey olursa ve ben buraya dönmez isem her iki kızımda sana emanet" dedi kadın kocasına.

Kadının sözlerinin altında yatan endişeyi hissetmişti adam. Ne de olsa kendinden iyi tanıyordu karısını.

" - Merak etme hiçbirşey olmayacak. Kızım ve ben , ailemizin yeni üyesini getirmen için burada bekliyor olacağız ve sen minik kızımızla geri geleceksin. Ama olur da birşeyler ters giderse her iki kızımıza da gözüm gibi bakacağım, söz veriyorum!" dedi adam karısına.

Kadın sedyede ameliyathaneye götürülürken, "ikinci defa anne oluyorum" dedi içinden. Bu muhteşem bir duyguydu. Ameliyat masasında, acaba eşim de "ikinci defa baba oluyorum " diye hissediyor mudur diye düşündü. Bu oldukça iddialı bir istekti ve bunun farkında idi. Ama tüm inancı ile bunun gerçek olması için dua ediyordu.

Gözkapaklarını açmaya çalıştığında odasında olduğunu farketti. Karnında inanılmaz bir acı hissediyordu. Eşi ve kızı yanıbaşında el ele tutuşmuş ayılmasını bekliyordu. Gözlerini araladı ve " Bebeğim" dedi. - " Bebeğim iyi mi?"

-" Herşey yolunda" dedi adam şevkatli ve sevinçli bir sesle. " Bebeğimiz çok iyi, birazdan getirirler"

Odanın kapısı açıldı ve odaya bir karanfil kokusu yayıldı. Anne gözlerini açıp , yatağından doğrulamasa da bebeğini kokusundan tanımıştı. Yavaşça kollarının arasına aldı minik bebeği. Bu büyülü anın sonsuza dek sürmesini istiyor ve bebeğine baktıkça içinin eridiğini hissediyordu. Daha önce kızı doğduğunda da aynı şeyleri hissettiğini anımsadı. Demek ki var olan sevgi ikiye bölünmüyor, olan ikiye katlanıyordu. Annelik böyle birşeydi. Annesini şimdi çok daha iyi anlamıştı.

Eşine döndü "- Sen şimdi baba mı oldun? " dedi . " - Benim aşkım baba mı oldu?

- " Evet birtanem". dedi adam. " Evet, hem de ikinci defa baba oldum".

Zamanın durduğu andı. Kadının duaları kabul olmuştu. Eşinin ve kızının elini sıkıca tuttu, karanfil kokulu bebeğinin kokusunu içine çekti. Zaman mutlu olma zamanıydı artık.

Son...

30 Eylül 2009 Çarşamba

İKİNCİ DEFA (3)

Birden işyerinde olduğunu hatırladı. Küvetin kenarından kalktı , elini yüzünü yıkadı. Aynada gördüğü endişeli yüz onu uzun bir süre yanlız bırakmayacaktı.

Yeni bebek haberi tüm ailede sevinçle karşılanmıştı. Minik bebek annesinin karnında hergeçen gün biraz daha büyüyordu. Annesinin ona olan sevgisi ve gelecek hakkında ki endişeleri de öyle..

Kızını öyle çok seviyordu ki , bu sevgiyi ikiye bölebilecek miydi ? Minik bebeğini , kızını sevdiği kadar çok sevebilecek miydi acaba? Hem yeni gelecek olan bebeğe , hem de kızına haksızlık yapmaktan, onları incitmekten ölesiye korkuyor bu düşünceler onu yiyip bitiriyordu. Tüm bu düşüncelerin ortasındayken bir yaz akşamı küçük ama akıllı kız annesinin kendine bile itiraf etmekten çekindiği o soruyu çocuk masumluğu ile annesine soruverdi.

- Anne, ben kardeşimden önce doğdum. Kardeşim babamın gerçek çocuğu ama ben değilim biliyorum. Kardeşim gelince babam beni daha mı az sever?

Ve minicik gözlerinden inci tanesi yaşalar dökülmeye başladı. Annesinin yüreğini delen ikinci cümle arkadan geldi

- Anne, kardeşim doğunca ben fazla olacağım aranızda. Beni göndericek misin? Anne korkuyorum! Beni diğer babama gönderme!

Kadın, canından çok sevdiği kızının da içinde büyük fırtınalar koptuğunun farkına vardı. Minicik ruhu ne kadar büyük dertler ile uğraşıyordu böyle. Kızını kollarının arasına aldı , sıkıca sarıldı.

- Sen bizim biriciğimiz, ilk göz ağrımızsın. Minik bebeğimizin ablasısın. Önemli olan kim sayesinde doğduğun değil; sana kimin baktığı, sana kimin sevgi gösterdiği ve seni kimin yetiştirdiğidir. Sen babanın gerçek çocuğusun. Çünkü o seni çok seviyor ve senin için büyük emek veriyor. Bir çocuğun yetişmesinde emeği ve payı varsa o insanlar gerçek anne ve babadır. Bunu aklından sakın çıkarma. Büyüdükçe bunu çok daha iyi anlayacaksın. Bu konuyu ve endişelerini onunla da paylaşabilirsin. Sen hep bizimle kalacak ve asla bir yere gitmeyeceksin. Biz bir aileyiz ve hep öyle kalacağız. Sen diğer babanı görmek isteyene kadar, seni onunla karşılaştırmayacağım. Sakın korkma. Zaten nerde olduğunu ve ona nasıl ulaşabileceğimi de bilmiyorum. Sana daha önce de anlattığım gibi, sen daha küçücük bir bebek iken biz ayrıldık ve birdaha birbirimizi hiç görmedik. Biraz daha büyüyünce olanları sana daha rahat açıklayabileceğim ve sende daha iyi anlayacaksın.

Deniz mavisi gözlerini yumdu çocuk. Annesinin anlatıkları onu rahatlatmıştı. Yüzünde tatlı bir tebessümle uykuya daldı.


Devam edecek...

28 Eylül 2009 Pazartesi

İKİNCİ DEFA ( 2)

Kendide , bebeğide küçücüktü yeni hayatlarına başlarken. Deyim yerinde ise birlikte büyümüşlerdi. Yepyeni hayatlarına birlikte adım atmışlar, bir çok zorluğa birlikte katlanmışlardı. Taa ki, kadının karşısına hep beklediği hayat arkadaşı çıkana, çocuğuna babalık yapmaya başlayana kadar. Yeniden evlendiğinde kızının yaşı 3'ü biraz geçmişti. Herşey rüya gibi başlamış ve rüya gibi devam ediyordu. Kızı yeni babasını çok çabuk kabullenmiş, kabullenmekten de öte kalbinin en sevgi dolu yerine yerleştirmişti bile. Öyle içten baba diyordu ki, her duyanın gözleri doluyordu.Meğer ne kadar çok ihticayı vardı bu küçücük yüreğin baba demeye. Ağız dolusu baba diyor, yürek dolusu seviyor, öpücüklere boğuyordu yeni babasını. Babasının da ondan aşağı kalır yanı yoktu. Küçümenciğin ihtiyacı olan bütün şevkati veriyordu.

Kadın bulutların üstünde idi. İyi bir evliliği vardı. Aşık olduğu adam yanında idi. Aşık olduğu adam baba olmaya çok çabuk alışmıştı. Kadın mutluydu, çocuk mutluydu, adam mutluydu..

Şimdi ailelerine yeni bir üye daha katılacaktı. Acaba birşeyler değişecek miydi? Kadının aklına böyle bir cümle düşünce yüreği buz kesti. Elini şevkatle karnının üstüne koydu. Gözleri buğulandı. Kalbi bir başka deli atmaya başladı. Minik kızının yüzü geldi gözlerinin önüne. Masum, mutlu yüzü. Bu bebek bu mutluluğu gölgeler miydi acaba? Kafasını sağa sola sallayarak silkindi. Bu düşünceyi kafasından uzaklaştırmaya çalıştı. Hem böyle birşeyi düşünmekten kendini alıkoyamıyor hem de aklına böyle bir düşünce geldiği için kendinden utanıyor , karnındaki minicik bebeğine ihanet ettiğini düşünüyordu.

Devam edecek...

26 Eylül 2009 Cumartesi

İKİNCİ DEFA ( 1)

Kalbi hızla çarpıyordu. Acaba testin sonucu ne çıkacaktı? Bir kaç saniye sonra minik bir canlının daha dünyaya merhaba diyeceğinin habercisi olan o pembe çizgi beliriverdi.. Hamileydi..Kalbi atmaya , midesinde kelebekler uçuşmaya başlamıştı. Bu ilk tecrübesi değildi, bir kızı vardı 5 yaşında. Ama sanki ilkmiş gibi heyecanlanmıştı.

Küvetin kenarına oturdu. Biraz sakinleşmeye ihtiyacı vardı. Kafasının içinde binbirtürlü düşünce, sonu birtürlü gelmeyen cümleler dolanıyor, küçük küçük adamlar konuşuyordu. Heyecan, sevinç, korku, telaş, endişe ... Bütün duygular birbirine girmiş biri diğerinden birtürlü ayrılmıyordu.

Hamile olduğunu kocasına nasıl söylemeliydi acaba? Peki kızına bu durumu en doğru şekilde nasıl anlatacaktı? Acaba erken bir zaman mıydı bir çocuk sahibi daha olmak için? Doğru mu yapıyordu? Yoksa kimselere söylemeden bu hamileliğe bir son mu verseydi? Evet belki de en doğrusu buydu!

Bu ikinci evliliği idi. 5 yaşındaki kızına ilk evliliğine sahip olmuştu. Kızı onu annelik payesi ile taçlandırdıktan 6 ay sonra evliliğini bitirme kararı almış ve eski eşini birdaha hiç görmemişti.

Devam edecek..

23 Eylül 2009 Çarşamba

GELDİ BAYRAM, GEÇTİ BAYRAM

Bayram geldi, geliyor, eski bayramlar, bozulan gelenekler derken bir bayram daha geldi ve geçti. Kiminin evlerinde büyük bayram sofraları kurudu, kimileri misafirler ağırladı, mini mini çocuklar bayram harçlıklarını cebe, şekerleri mideye indirdi, yeni yeni ciciler giydi. Ne mutlu bana ki bayramı coşku içinde geçirdim ben de ailemle birlikte. Ama bu coşkuyu yaşarken hep bir yanım buruktu.

Bir camın önüne oturup birisi kapısını çalsın diye bekleyen ihtiyarcıkları düşündüm, elini öpecek annesi babası olmayan minicikleri, çocuğuna yeni bir çorap bile alamayacak durumda olup buna kahrolan anne babaları, tüketimi körüklemek için bol bol duygu sömüren reklamları izleyipte eski hatıraları canlanan insanları, yetiştirme yurdundaki çocukları, huzur evindeki yaşlıları, bayram sofrasına yiyecek bir şey bulamayanları, kapı kapı dolaşıp topladığı şekerleri midesi bozuluncaya dek yemek yerine onları satıp kendine üç kuruş harçlık yapmaya çalışan çocuk adamları, sokak çocuklarını, evsizleri... Bayramı bayram olarak yaşayamayanlar hiç çıkmadı aklımdan. Sevincim buruk kaldı. Çocuğumun başını şevkatle okşayan elimden utandım. Annemin babamın ellerini öpen dudaklarım yandı.

Keşke hayat, HERKESE bayram olsaydı.

18 Eylül 2009 Cuma

SABIR TAŞI


Türk Dil Kurumu'na çağrıda bulunuyorum. Annelik kelimesinin anlamına sabırtaşını da eklesinler. Hatta bu 2 kelime eşanlamlı kelimeler listesinde yer alsın bunda sonra. Çalışan ve çocuklarına annesi tarafından bakılan bir anne olarak olayın vehametinin farkında değilmişim meğer.

Evde iki adet canavar, iki adet saatli bomba varmış da ben anlamamışım. Canım anneciğimi akşamları eve geldiğimde pestili çıkmış vaziyette bulmamın elzem bir nedeni varmış anlaşılan.

Bu çocuklar bu enerjiyi nerden buluyor? Biz de çocukken böylemiydik? Öyle yaratıcılar ki anlatamam ..Koltuğun arka yastıkları kaydırak, çamaşır leğeni kaydırağın önündeki havuz oluveriyor bir anda. Çiçeklere su fısfısladığım alet duşa dönüşüyor hemen. Yerdeki kilim üstüne biri oturupta ucundan çekilmeye başlandığında alın size uçan halı. Müzik çalmak için oyuncağa ne gerek var.Bir tahta , bir metal ve bir plastik yemek kaşığı ile dünya müziklerini icraa etmeye başlıyorlar hemen. Legolar boşuboşuna alınmış, mandalları ucuca ekleyip değişik şeyler yapmak varken lego ile kim oynar. Masanın altı çadır, önü bahçe, süs çiçekleri bahçedeki sebzeler.
Ben çocuklar ninni ile uyur diye bilirdim benimkiler İzmir Marşı ile uyuyor.

İzlerken bir yandan gülüyorum, hoşuma gidiyor ama bazen de "imdatttt " derken yakalıyorum kendimi.

Acaba ben işte daha mı az yoruluyorum ????

17 Eylül 2009 Perşembe

MOLA BİTTİ, YAZMAYA DEVAM

Hayata verdiğim bu kısa molaya bir nokta koyuyorum ve yavaş yavaş geri dönmeye başlıyorum. İnsanoğlu herşeye alışır derler ya hakikaten doğruymuş. O kadar zor ve bir o kadar da acılı günler yaşadıktan sonra sağlığıma yavaş yavaş kavuşuyorum. Bu dönem içerisinde sürekli yatmak zorunda idim. Ne zormuş meğerse sürekli yatmak. Yatağımda yatar iken bir ömür yatmak zorunda olanları düşündüm. Hapşırdığımda acıyan dikişlerim açık kalp ameliyatı olan insanları getirdi hep aklıma. Yemek yiyemez, su içemez durumda iken bir lokmacık ekmek yiyebilmenin , onu hazmedebilmenin değerinin hiç birşeye değişilmeyecegini anladım bir kez daha. Tuvalete gidebilmenin, ayağa kalkıp bir adım atabilmenin, hatta yatakta yüzükoyun yatabilmenin çok derin anlamları var artık benim için. Koltukta ağrısız sızısız oturup bir fincan kahve
içebiliyorsanız gerisi boşmuş anladım ki. Meğer gün içinde yaptığımız ve önemini farketmedğimiz ne kadar çok şey varmış.

Artık döndüm. Umarım herkes bıraktığım yerdedir.Umarım herkes mutlu, huzurlu ve sağlıklıdır..

2 Eylül 2009 Çarşamba

BİRAZ MOLA


Hayata, telaşa, işe , güce biraz ara verme zamanı. Soluklanmalı, dinlenmeli, yepyeni ben olarak geri dönmeliyim.

Tam yenilenme vakti şimdi. Yeni bir mevsim, yepyeni ve daha sağlıklı bir ben.

Nicedir ihmal ettiğim sağlığımla ilgilenmem gerek. Allahın bize emanet verdiği bu vücudu ne kadar hor kullanıyoruz insan sağlığını kaybedince bunu daha iyi anlıyor.

Yeniden sağlığa kavuşma döneminin ( nekahat dönemi deniliyordu galiba) de keyfini çıkaracağım kendimce. Bol bol kitap okuyup, bol bol film seyredeceğim. Bedenim iyileşirken , ruhuma da iyi gelecek birşeyler yapacağım. Yatmaktan sıkılmak yerine yattığım yerden defterime yazacağım bu kez dönünce sizlerle paylaşmak üzere. Örgü örerim belki, kızlarıma bezden bebek dikerim oturduğum yerde. Geçer gider vakit..

Bir süre yediklerime dikkat etmem gerekecek ya şimdiden bunun endişesi sardı beni. Benim gibi yemek delisi bir insanın yemekle sınırlanması bir felaket. Bu akşam 21.00'den sonra birşey yememem gerekiyormuş öyle dedi doktor. Aklıma geldikçe acıkıyorum desem hiç abartmamış olurum. Birde hastanede kalma süresi var tabii. Şimdiden itilaf halindeyiz doktorumla. Ben bir gün sonra çıkacağım diye diretsem de o üç günden önce çıkarmam diyor. Bakalım bu savaşı kim kazanacak.

Bir süre yokum buralarda. Dönünce herkesi bıraktığım yerde , bıraktığımdan daha çok mutlu ve umutlu bulmak dileği ile..

1 Eylül 2009 Salı

ZAMANSIZ


Uyumuşsunuzdur bu saatte çoktan.Küçüçük başlarınız pamuk yastıkta, minik elleriniz başınızın altında, deniz gözleriniz yumuk kimbilir hangi yemyeşil bahçede , hangi rengarenk topun peşinden koşuyorsunuz. Birbirinizi gıdıklıyor, kıskanıyorsunuz belki de. En az elli cümle yazdım sizi anlatan ve tam elli kere sildim. İnsan çok sevdiğini anlatamıyormuş, hiç bir kelimeyi yakıştıramıyormuş sevdiceğine meğer.
Kitlendi beynim. Sözcükler akmıyor aklımdan ,klavyedeki parmaklarıma.

Hiç korkmazdım ölümden.Taa eskiden, anne olmadan önce. Anne olmak korkmak demekmiş aslında . Seni şimdi anlıyorum Anne! Ölmekten korkmakmış anne olmak, kaybetmekten korkmanın ne demek olduğunu öğrenme zamanıymış. Er meydanıymış annelik. Korka korka korkmamayı öğretmekmiş. Gelecek endişesinin en dibiymiş, bazen en yakınındakinden şüphe etmekmiş. Çocuklarının sağlığı için dua ederken, Allahım zamansız alma beni, ben gidersem ne yapar onlar diye yaradana sitemmiş annelik.

Allahım zamansız alma beni. Bilirim ki en doğrusunu bilir, en hayırlısını verirsin. Yazgına karşı çıkmak değil niyetim. İki küçük meleği ayakta durana kadar tutabilmenin peşindeyim.

Allahım zamansız alma beni. Daha kirletecekleri çok koltuk, kıracakları çok bardak var. Hepsini görmeliyim, tek tek ellerime temizlemeliyim. Temizlerken canları sağolsun demeliyim. Daha makyaj malzemelerimizi paylaşacağız, ana kız sokaklarda dolaşacağız. Köpüklü bir Türk Kahvesi içeceğim ellerinden. Yemek yapmayı öğreteceğim, sevgiyi , kadın olmanın güzelliğini anlatacağım. Erkekleri çekiştireceğiz birlikte. Küseceğim , anne olunca anlarsınız diyeceğim. Bir öpücüklerine kanacak anne yüreğim.
Daha çook gezinmeli elim ipek saçlarında, gece tutacak çok ateş nöbetim var daha. Yapmadığım bir sürü yemek, söylemediğim bir dolu şarkı, okunacak masallar bekliyor sırada. Daha bölmeyi öğretmedim, ilk sınav notunu göremedim abla meleğin. Ufaklığın daha saçları uzamadı, aldığım tokalar çekmece bekliyor. Yeni yeni cümle kuruyor, bir şiirini bile dinleyemedim. Birkaç sene sonra anaokuluna başlayacak, ilk gösterisi olacak.

Allahım zamansız alma beni. Ben anneyim..

KELİMELERİN BİTTİĞİ YER

Ruhum huysuz bugün. Kelimelerin tıkandığı , kafanın karıştığı, doğru ile yanlışın birbirine girdiği, haksız yere yargılamamak için empati yapmaya çalışıp da yapamadığın bir yer var ise tam da oradayım işte.

İki kızım var. Dünden beri düşünüyorum. Bir çöp konteynırında kafası kesilmiş olarak ölü bulunsa içlerinden biri bu acı bana neler yaptırır diye?

Böyle bir durumda insan nasıl uyur? Önündeki bir kase çorbadan bir kaşık alabilir mi? Hergün sokakta gördüğü konteynırlar onun mezarı olur mu? Kendi boynuna dokunup dokunup o acıyı kendinde hissedip hergün kafası bedeninden ayrılır mı? İnsan günde bin kere ölür mü? Evlat acısını hissetmeden bir an bile olsa bir nefes alabilir mi?
Mantıklı bir cümle kurması beklenebilir mi?

Bu acı adamı öldürmez belki ama süründürür. Ölmekten beter yapar. Ölmeyi ister ama davan uğruna yaşamak zorunda olduğunu haykırır kendine bin kere ölürsün günde. Gözünden yaş akmaz, ağzından söz çıkmaz olur belki de..Bu acı adamı delirtir, ne yaptığını ne söylediğini bilmez hale getirir. Ama bir gerçek daha var ki aynı zamanda bu acı adamı dimdik yapar. Kininden , öfkenden güçlendikçe güçlenirsin. Davanın peşinden sürüklenirken kimseye , kimsenin beş kuruş parasına tamah etmezsin. Dünyaları verseler de helal etmezsin..

31 Ağustos 2009 Pazartesi

SİNYAL VERİN EY ADEMOĞULLARI!

Ben bilmem ki şu bizim ülkenin ademoğulları sokakta yürümeyi niye bir türlü beceremez.

"Sağdan gittt, hep sağdannnn , geçidinde sağındann!" diye bir şarkı vardı çocukluğumuzda. Olay bu kadar basit işte. SAĞDAN GİT!Sağdan git ki, onun bunun önüne amaçsızca çıkma, omuz atma, bir köprüde iki keçi karşılaşmış misali yol verme -vermeme geyiklerini yaşama.

He birde yüce rabbim bizi yaratırken keşke arabalarda var olan gibi bir sinyalizasyon sistemi ile yaratsaymış. Yürürken sola döneceğimiz zaman sinyal verebilseydik arkadaki insan da ona göre davranırdı. Bazı haddini bilmez ademoğulları kalabalık bir kaldırımda seri bir şekilde yürürken bir anda sağa yada sola manevra yaparak sizin düşmenize falan bile sebep olabiliyorlar.

Bunu yazmam nerden mi icap etti? Bu sabah Mecidiyeköy'ün en işlek kaldırımında yürümek zorunda kaldım...

Tabi bir de diyelim bebeğiniz var ve yürüyüş yapmak istediniz. Tenha bir saat kolladınız ve dışarı çıktınız. Aaaaaaaa' biri kaldırımları çalmış! Memleketimde kaldırım yok. Özellikle de ara sokaklarda. Varolan nadide kaldırımlar ise arabalar tarafından park edilerek istila edilmiş. Ara ki kaldırım bulasın..

Sokakta rahat rahat yürüyebilme özgürlüğümüz bile yok, varın siz düşünün gerisini..

28 Ağustos 2009 Cuma

TEKNOLOJİ TEKNOLOJİ DEDİKLERİ

Vestel mp3 çalan buzdolabı yapmış. Reklamlarını izlemişsinizdir belki. Çocuklar görüntülerini kaydedip " iyikii doğdun babaaa" diyorlar.

Bu teknoloji çılgınlığı bir kabus olmalı ve biri beni bu kötü rüyadan uyandırmalı. Önce cep telefonları ile başladık geldiğimiz noktaya bak. Kimsenin kimseyi özlemeye fırsatı yok. Resimler bilgisayar ve telefonların duvar kağıtlarında , 3G denilen şey sayesinde resimde gereksiz artık. İstediğin kişiye canlı bağlanabiliyorsun. Kiminle, ne yapıyor, şu anda ne yiyiyor vs . hayal etmeye gerek yok. Bağlan gör. Msn sayesinde senelerce yüzünü görmediğin arkadaşlarının hayatında olanı biteni de biliyorsun, artık yüzyüze görüşmeye, ten temasına, sırt sıvazlamaya da gerek yok dertleşirken. Msn var, gönder bir ağlayan surat yada kucaklayan o minik canavar resimlerinden bitti. Sevgiline seni seviyorum mu diyeceksin kolayı var ağzını yorma hiç. Bir kalp figürü yada bir gül resmi işi hemen bitirir.

Düşünsene evden yeni çıkmışsın, sevgilin görüntülü arıyor, işe gittin mailleştin, msn de konuştun, resmi bilgisayarının duvar kağıdı, o da yetmedi yolda mesajlaştın (nasılsa 1000 mesaj bedava )eve geldin mutfağa gittin buzdolabını açacaksın kapakta bir ses ve görüntü "hoşgeldinnnn" yine sevgilin. Ama sevgilin aynı zamanda 1 saat sonra eve gelecek. Bu ne beee! Bi rahat bırakın ama..

Böyle vıcık vıcık , böyle sanalyaşayacağıma varsın eski model buzdolabı kullanayım, her yerden internete giremeyeyim, her dakika sevdiklerimin yüzünü göremeyeyim.
Sevdiklerimin yüzünü hayalimde canlandırıp, sesini özleyeyim baktığım heryerde sigara içilmez levhası gibi sevdiklerimin resimlerini görmeyeyim, seslerini duymayayım.

Özlemek istiyorum, beklemek istiyorum, hayal edebilmek, biraz da olsun merak etmek, heyecan duymak, kavuştuğumda o anın keyfini çıkarabilmek istiyorum..

Mutsuz insanların, mutsuz evliliklerin sebebi biraz da bu teknoloji diye düşünüyorum ve hayatımın gereksiz her alanından çıkartıyorum bu teknolojiyi.

Darısı başınıza

27 Ağustos 2009 Perşembe

EV İÇİ DİYALOGLAR

- Aşkımm, tuvalette okumak için hiç kitabım kalmadı!
* Vah Vah Vah, Türkiye büyük bir kültür çöküşü yaşayacak öyle ise..
- Bak yine çok konuşuyorsun ama ya dalga geçmesene
* Bi susarım sesime hasret kalırsın vallahi!
- Nerdeee, bademcik ameliyatı olmak bile senin sesini bir iki gün olsada azaltamadı. Kızlar da sana çekmiş zaten. Kimseyi bulamazlarsa kendi kendilerine konuşuyorlar
* Ne güzel işte cıvıl cıvıllar. Kocaları eğlenir, rahat eder ileride
- Koca mı dayanır onlara bu çeneyle canım.
* Dayanır dayanır, bak sen bana nasıl dayanıyorsun
- Zorr, çok zorrr...

26 Ağustos 2009 Çarşamba

PİRELİ ŞİİR

Bu ne acaip bilmece
Ne gündüz biter ne gece
Kime söyleriz derdimizi
Ne hekim anlar ne hoca

Kimi işinde gücünde
Kiminin donu yok kıçında
Ağız var kulak var burun var
Ama hepsi başka biçimde

Kimi peygambere inanır
Kimi saat köstek donanır
Kimi katip olmuş yazı yazar
Kimi sokaklarda dilenir

Bu düzen böyle mi gidecek
Pireler filleri yutacak
Yedi nüfuslu haneye
Üç buçuk tayın yetecek

Karışık bir iş vesselam
Deli dolu yazar kalem
Yazdığı da ne
İpe sapa gelmez kelam


ORHAN VELİ KANIK

Eğlenceli bir düzenleme olmuş.

25 Ağustos 2009 Salı

AÇILMADAN BÖLÜNDÜK

Ben anlamam ki ne istersiniz bu ülkeden, bu ülkenin anasından, babasından , askerinden, çoluğundan, çocuğundan, huzurundan, düzeninden.

Daha açılmadan bölündük. Açılım tamamlanınca ne hale gelinecek orası meçhul.
Sanatçısından ,halkına, Kürdünden, Türküne , Lazından , Çerkezine herkes ayakta. Herkesin söyleyecek bir lafı, edecek bir isyanı var.

Benim de var. Günlerdir bir taş oturdu yüreğime. Kendi kendime isyan ediyorum. Yok! Birtürlü kabul etmiyor içim yapabilecek birşey yok. Hazmedemiyorum, yediremiyorum, sindiremiyorum duyduklarımı, gördüklerimi.

Bütün etnik topluluklar ayaklanmaz mı şimdi? Çerkezin , Lazın, Gürcünün Kürtlerden ne eksiği var. Silah alıp da dağa çıkmadılar ufacık çocukları, anasının koynundan askere gitmiş mehmetçikleri öldürmediler. Suçları bu mu? Uğraşıp didinip meclise girmediler, dokunulmazlık zırhı altında T.C. kanunlarına göre suçlu olan bir terörist için ağıtlar yakmadılar, milli birliği bölmeye çalışmadılar. Bu mudur suçları?

T.C. kanunlarına göre yargılanmış, suçu sabit bulunmuş ve müebbet hapis cezası alarak cezasını çekmek üzere cezaevine konmuş bir suçlunun muatap kabul edildiğinin açıklaması ve buna herhangi bir tepki gelmemesi ve hatta neredeyse bu teklifin kabul edilmesi nasıl bir adalettir. Yazık değil mi , doğuda ve güneydoğuda can veren o askerlere, hepsi bir hiç uğruna mı öldü şimdi. Yazık değil mi o ölen askerlerin analarına babalarına , geride kalan çocuklarına. Madem muhatap kabul edip masaya oturacaktınız , niye öldü o gencecik insanlar diye haykırmak geliyor içimden?

Kendinizi onların yerine koymayı bir deneyin. Orada vatanının bölünmez bütünlüğünü savunmak adına can veren sizin çocuğunuz olsaydı? Yada o ölen askerin karısı olsaydınız? Ya da o ölen asker babanız olsaydı? Bu kadar çabuk kabul eder miydiniz bu sözde açılımı. Bu kadar çabuk kabul eder miydiniz etnik bir kimliğe milli bir kimlik kazandırma çabalarını?

Açıldıkça bölünüyoruz, bölündükçe batıyoruz . Bizim bölünecek bir ülkemiz, açılacak da herhangi bir fikrimiz yok. Buna ilaveten herhangi bir etnik kimlikle de sorunumuz yok.Merak ve heyecanla bekliyorum hala bir türlü açıklanamayan şu Açılımı’nın ardından neler çıkacak.. Hala bekliyorum daha kaç can yanacak. Ve korkuyorum . Çocuklarımın geleceğinden korkuyorum. Hiç istemeden ayrımcı bir nesil yetiştirmekten korkuyorum. Belki de hiç hak etmeyen insanlardan nefret etmekten korkuyorum..

AYLARIN SULTANI


Bir başkadır Ramazan ayı.

Ramazan çocukluğumdur, anneannemin beyaz yazması sarı tespihidir. Öğlene kadar tuttuğum ve sonra sattığım oruçtur. Bayram harçlığı umududur. Yeni ayakkabılar, yeni kıyafetler, bir avuç dolusu şeker vaadidir Ramazan. Mahalleye gelen zincir salıncağı, televizyonda Karagöz Hacivattır. Sofra başında edilen sabır, unutularak yenilen bir ekmek ve bir Eyvah! , bir yudum suya duyulan hasrettir Ramazan.

TRT’de iftar vaktinde her sene aynı duayı yeni duyuyormuşçasına kulak kesilip dinlemek ve en içten en derinden tekrar etmektir Ramazan.

Dedeyle gidilen bir teravih sonrası , alınan horoz şekeridir.

Minarede aceleyle okunan ezan, fırın önünde mis gibi pide kokusu, bir sinir harbi sonrası “ oruçlu oruçlu günaha sokma beni, çekil şurdan! “ cümlesidir Ramazan. Hoşgörüdür , hoşgörülü olma çabasıdır , eline, beline , diline hakim olmaktır Ramazan.

Fakiri anlamak, aç ile aç kalmak, tokluğunu paylaşmaktır . Gecenin bir yarısı evlerdeki tıkırtıdır Ramazan. Uykunu bölmektir , uyanamayan komuşuyu uyandırmaktır, davulcuya harçlık vermek, yaradandan ötürü yaradılanı sevmektir Ramazan. Bir sahur vakti okunan Kuran, gecenin ayazında kılınan namazdır Ramazan.

Kadir gecesidir. Bir yakarış, bir haykırış, affedilme çabasıdır. Allah’tan başka hiçkimseye yalvarmama isteği, nefsin dizgini, ruhun besinidir Ramazan. Aynanın arka tarafını görmektir. Ramazandan daha fazlasıdır Ramazan. Bir aşkın peşinden gitmek, aslını aramaktır. Bir sevdadır, seni sen yapanı anlamaya çalışmaktır .

Yarımı bütün yapma çabasıdır , ışığı bulma hevesidir, manayı çözme isteği, bayrama erme sevincidir.

Hayırlı Ramazanlar ...

24 Ağustos 2009 Pazartesi

HADDİNİ AŞAN İSTEKLER


Sağdan soldan geliyorlar bana bugünlerde. Bir sıkıntı, bir huzursuzluk hali. O geçiyor bir şımarıklık bir ne istediğini bilmezlik.

Minicik çocuklar gibi daldan dola konuyor yüreğim. Bir gazete alıyorum elime bir kitap, bir televizyon izliyorum bir radyo dinliyorum. Canım uyumak istiyor ama uyuyacağımı düşününce canım sıkılıyor geçecek vakite yanıyorum. E uyusam mı uyumasam mı diye düşünürken vakit geçiyor ne uyku keyfi yapabiliyorum de ne uyanıklık meşgalesi bulabiliyorum. Mutfakta takılayım yemek yapayım , değişik tatlar bulayım diyorum sonra üşenip makarna suyu koyuyorum. Evi süpürüyorum ama silmeye varmıyor elim.


Dikey pozisyonda yatar olmak istiyorum örneğin.
İnsanlarda MUTE tuşu olsun istiyorum.
Uyurken aynı anda arkadaşlarımla buluşabilmek istiyorum.
Kocalar ve anneleri için bir kullanma kılavuzu icat edilsin istiyorum.
Dünyanın çıkan çivisinin yerine takılmasını istiyorum.
Bayramlarda harçlık istiyorum.
Çocukken yaptığım gibi öğlene kadar oruç tutabilmek öğlenden sonra da orucumu satabilmek istiyorum.
Çocuklarım abuk subuk oyunlar yerine lastik oynasın, ip atlasın, yağ satarımm bal satarım diye bağırsın istiyorum.
Cumartesi Pazar çalışalım , diğer günler tatil olsun istiyorum.
Kumların üstünde güneşleneyim ama orama burama kum yapışması istiyorum.
Kokusuz yumurta istiyorum
Hem uyuyup , hem arkadaşlarımla buluşup, hem de çocuklarımla ilgilenebilecek bir yetenek bahşetsin istiyorum bana Allah.
Kafama bağlanan chipler vasıtası ile düşüncelerimi yazıya aktarabilen bir bilgisayar istiyorum.
Spor ayakkabı konforunda, parmak arası terlik serinliğinde, sivri burunlu 9 pontluk seksiliğinde bir ayakkabı istiyorum. Hatta hem yazlığından hem de kışlığından birer adet rica ediyorum.
Kuaföre gidip saçlarımı 10 dakikada boyatabilmek ve tırnağıma değer değmez kuruyabilen bir oje istiyorum.
Kitap okurken aynı anda gazete okumak ve o sırada çin mutfağından spesiyaller yapabilmek istiyorum.( tabi ki uyurken ..)
İş çıkışı bir Bodrum yapıp, iki kulaç atıp evime dönmek istiyorum.
İstanbul’dan heryere uçak olsun ama çok ucuz olsun istiyorum.
Tophane’de nargile içerken aynı anda Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde de nargile içmek istiyorum.
Sahilde yürüyüş yaparken , eş zamanda bir hamakta sallanmak istiyorum.
Dondurma ile pastırmayı aynı anda yiyeyim ama tatları karışmasın istiyorum..(iyyk dediniz duydum!)
Dökülen saçlarımı yerlere düşmeden havada yakalayabilecek bir düzenek istiyorum evime.
Çiçeklerim kendiliğinden dev gibi olsun istiyorum.
Kendi kendini temizleyebilen bir ev, çamaşırları yıkadıktan sonra asacak bir çamaşır makinası ve ütülemek için asılan çamaşırları ipten toplayacak bir ütü istiyorum.
Aynı anda hem yüzmek, hem koşmak, hem tenis oynamak hem de terasta güneşlenmek istiyorum.

Sürecek....

DOĞUM GÜNÜN BAYRAM OLSUN

İçimin denizi,
Mavim, sarım , siyahım, yeşilim
Gökkuşağım benim
Sendedir her renk,
Sendedir her ahenk.

Ağustos sıcağında içtiğim bir yudum buzlu su,
Zemheri soğuğunda morarmış parmaklarımı ısıtan nefes
Denizden gelen tatlı esinti,
Herşeyi yakıp yıkan fırtınam
Evimin direği,
Yemeğimin tuzu, ocağımın ateşi
Rüyalarına yattığım
Aşkı gözlerinde hergün tattığım
Çocuklarımın babası,
Yıllarca beklediğim,
Yüzümün cemali,
Ruhumun celali
Sebebimsin..

Sanadır hergün uyanmalarım
Nazım sitemim sanadır
Sanadır gülüşlerim,
Sanadır kızgınlığım hiddetim.
Aynada hergün gördüğüm sensin
Suyumun tadı, ekmeğimin adı
Yaşamın anlamı
Bütünümün parçası sensin..

Doğum günün bayram olsun,
İyi ki varsın,
İyi ki yanımdasın..

21 Ağustos 2009 Cuma

KADIN KALDI

Gitti adam , kadın kaldı
Adam giderken kadının yıllarını aldı..

Ben koşuyorum , sen yürüyorsun dedi adam kadına
Kadın bakakaldı

Yüreği dondu, dili tutuldu
Dizlerinin bağları çözüldü bir bir
Ak düştü yüreğine bir gecede
Duvarlar üstüne geldi kadının
Yastığı ıslandı
Yorganında diş, avuçlarında tırnak izleri vardı.
Kadının camdan ruhu darmadağındı

Ben koşuyorum , sen yürüyorsun dedi adam kadına

Bir leş kargası gibi çöktü kadının yüreğine hüzün
Geçen yılları düşündü kadın
Çarptı, topladı, böldü
Elinde kocaman bir boşluk kaldı.
Yürüdü boşluğa doğru kadın
Elbet boşluğun sonu ışık
Elbet boşluğun sonu ses
Elbet boşluğun sonu nefes
Yürüdü boşluğa doğru kadın
Elinde yılların hesabı kara kaplı defter
Dimdik yürüdü boşluğa doğru kadın..
Gözünde son bir damla yaş vardı..

ZEHİR


Senden önce ayak seslerin geldi
Aralıktı kapım, bekledim gir diye
Bir adım daha atsan düşecektin belki de rengarenk dünyama
Atmadın..
Hep aynı keşkeleri tekrarlarken çatlamış dudakların,
Gelmeyi, girmeyi, bilmeyi, dinlemeyi seçen olmadın
Göz hizasından takip ederken hayatı
Bir türlü atamadık aramızdaki o mahrem mesafe uzaklığını.
Gel desen gelecektim, hadi uç desen kanatlarımı serecektim belki önüne
Sev desen ölecektim
Demedin..
Uçan bir halıdan seyrederken hayatını
Yükseldikçe uzaklaştığını, uzaklaştıkça küçükdüğünü farketmedin dünyanın
İçini bir matkap gibi oyan sırlarını
Bir gün dökmedin o mühürlü dudaklarından
Şimdi zehrin içine akıyor
Gözlerinde eski gri bir parmaklık
Baktığın her yer çorak
Tuttuğun herşey dikenli
Sevdiğin herşey uzak
Damla damla içine akıyor zehir
Damla damla içine akıyor...

20 Ağustos 2009 Perşembe

BENDE ÖDÜLLENDİM :)



Daha bebek denebilecek bloğum canım arkadaşım tarafından ödüle layık görüldüğü için hem çok mutluyum hem de bana oldukça iyi bir cesaret oldu desem hiç de yalan olmaz.
Öncelikle bu ödülü bana layık gören BEDARDEMİME teşekkürü bir borç bilirim :).

Bu ödülün belli kuralları varmış. Check list

Ödül logosunu yayınla : OK
Sana ödül verene teşekkür et : OK
Beğendiğin 7 siteye ödül ver

MOMOL
UZAĞA GİDEN KADIN
NEHİRCEE
KADINLAR YAZIYOR
ÖYKÜ
İDEA
PANDORA

Kendin hakkında 7 ilginç şey yaz :

1- Arkam kapıya dönük ve kapı tarafında asla uyuyamam. Yüksek ses çıkartarak bir iş yapıyorsam Ev süpürmek, saç kurutmak vb. mutlaka evde birileri olmalıdır. Yanlızken yapamam.
2- Yumurta pişirilen kapları yıkamak yerine mümkünse atmayı tercih ederim ve açken çok sinirli olurum.
3- Burnum çok iyi koku alır ve hayatımı kabusa çeviren en kötü özelliklerimden biridir.
4- Kırmızıdan nefret ederim. Özellikle kırmızı kıyafetler beni çok sinirlendirir. Ama ne tuhaftır ki kırmızı ojeyi çok severim.
5- Tezgahın üzerinde 1 tane bile kirli birşey olsun asla yemek yapamam. Herseferinde önce kendimi parçalarcasına mutfağı temizlerim ve kendi yaptığım yemeği padişah bile beğense doya doya yiyemem. ( yaparken doyuyorum sanırım)
6-Masa hazırlamayı çok severim ama asla toplamam. elbet arkamdan toplayacak birilerini bulurum.
7- İnsanlar karşımda kağıdı katlayıp kat yerini elleriyle hele hele tırnakları yardımı ile sabitlemeye kalkarlar ise ben de onları öldürmeye kalkabilirim.

Aklıma gelenler bunlar..

ORMANIMA DOKUMA


Orada bir orman var uzakta. O orman benim ormanım. Yeşilime, ormanıma dokunma. Hafta sonu hayallerimi, kuş seslerimi, su havzalarımı,börtümü böceğimi, şehrimin ciğerini, boğaziçinin duvağı yeşilini rahat bırak. Çocuklarıma "Bak! Bu orman, benim şehrimin ormanı yeşili" diyebilme hakkımı elimden alma. Bu beton yığınının içinde gözümün ferini, gönlümün serinliğini yok etme.

Bırak trafikte 1 saat daha fazla kalayım, bırak evime biraz daha geç gideyim,yapma 3. köprüyü istemem. Yeter ki susuz , ormansız , yeşilsiz koyma beni.

Çimenlere basmak istiyorum, çocuklarıma salıncak kurmak istiyorum, bir pazar sabahı kuş sesleri ile piknik yapmak istiyorum, yağmur istiyorum, gözlerim yeşil istiyor, avuçlarım toprak, ayaklarım çimen, ciğerlerim temiz hava.

Beni demirparmaklıklı penceremin önündeki 3-5 fesleğene, tenekeye dikilip kapı önüne konulmuş bir süs ağacına mahkum etme. Çocuklarımın yeşilini, ciğerini elinden alma.

Ormanıma Dokunma!

TÜRK MİSAFİRPERVERLİĞİ

Dün akşam haberlerde gördüğüme ve duyduğuma inanamadım. Aslınsa pek de şaşılacak birşey değil haberler esnasında yaşanan bu inanamamazlık hali. Toplumsal olarak şiddetin ve cinnetin eşiğinde olmaktan öte o eşikten içeri adımımızı attık çoktan.

Bisikletleri ile dünya turu yapan 2 adam. Hindistandan yola çıkıyor. Afganistan'dan , İran'dan burunları bile kanamadan geçip ülkemize varıyor. Amaçları burdan İngiltere'ye gitmek. Fakat ne oluyor. Çıkışı olmayan ülkemizde takılıp kalıyor adamlar. Bir güzel dayak yiyiyorlar burda . Hem de odunla, hem de o dillere destan Türk Misafirperverliğine yakışır biçimde dayağın hakkı verilerek , kemikleri kırılana , adamlar hastanelik olana kadar. Korku tüneli gibi bir ülke olduk. Her köşe başında ayrı bir korkutucu olay.

Geçen sene Pibba Bacca'nın başına gelenler hala hafızalarımızda. Kendimize gelelim beyler, kendimize gelelim bayanlar.. Burası Türkiye, burdan çıkış yok naraları atan bir toplum olduk...

19 Ağustos 2009 Çarşamba

ANNELİKTEN Mİ? DELİLİKTEN Mİ?

Bazen "deliriyor muyum?" diyorum kendi kendime. Çünkü öyle tuhaf senaryolar yazıp yönetirken yakalıyorum ki kendimi, ben bile inanamıyorum sonra.

Geçen gece saat 3 sularında uyandım. Meleklere bakmak için odalarına gittim. O da ne! Ufaklık yatağından inmiş yerdeki minderlerin üstüne yatmış. Yerine yatırdım 2 dakika sonra yine aşağıya indi. Evham perileri iş başında, hemen senaryomu yazmaya başladım.

Senaryo 1 :

Ufaklık minderin üstünde yatıyor, ablamızın tuvaleti geliyor , uyku sersemi yatağından kalkıyor ve ufaklığın üstüne basıyor.

Senaryo 2 :

Ufak melek yine minderde yatıyor. Ablamız yatağında dönüyor ve ufaklığın üstüne düşüyor.

Sonuç :

Sabaha kadar tutulan nöbet ve sabah uykusuzluktan şişmiş gözler .

Biri bana söylesin. Annelikten mi? Delilikten mi?

18 Ağustos 2009 Salı

KAÇIK GELİN


Evlenmek de zor artık. Nerde o eski sorumluluk sahibi, evine ailesine karısına bağlı adamlar. Yok kardeşim hepsinin nesli tükemek üzere. Az sayıda olanlar da kapanın eline kalıyor. Diyelim ki evlenecek adamı bulabildin “ki bu devirde oldukça zor”, hadi onu evlenmeye ikna et. Evlenmeye ikna ettin, ailesine kendini sevdir “ ki bu sözkonusu evlenilecek kişinin annesiyse daha da zor”. Zira hem oğlunun evlenmesini ister erkek anneleri hem de oğullarının turşularını kurmak için yanıp tutuşurlar. Yüzyıllar geçmesine rağmen anlamadılar ki ikisinin bir arada olması imkansızzz!

Anne engeli de aşıldıktıktan sonra, yok düğün nerede yapılacak , ev nerede tutulacak , senin annene yakın oldu benim annem küstü, koltuk takımını beğenmedim, gelinlik çok dekolte bizim aile kaldırmaz , davetiyelerin rengi olmamış , nikah şekerleri çok para tuttu,- kızıma beş taş isterim- çok masrafa girdik tek taş alırız-, kız tarafı damada ne takacak, oğlan tarafı düğünde ne yapacak, hatçe hanım kayınvaldenin bakışlarını beğenmemiş , Ahmet Bey’in kızı yemekli düğünle evlenmiş benim kızımın neyi eksik, kına gecesine gelen çerezlerin içinde mısır patlağı yoktu, gelin hanım komşumuzun teyzesinin kızına hoşgeldiniz demedi, kavgalarının ortasında hedef tahtası haline gelen gelin artık cinnet geçirme sınırında ve zaten zor bulduğu koca adayından da vazgeçme kıvamındadır artık.

Toz pembe buğulu aşk meşk hikayelerini, beyaz gelinlik hayallerini, rüya gibi bir düğün düşlerini rafa kaldırmış olan gelinceğiz, canının kurtarma derdine düşmüştür. Bir an önce evlilik günü gelsin de şu çile bitsin diye düşünmektedir. Ya sabır çekerek tüm bu çileli yolların aşılmasından sonra eline nikah cüzdanını alan gelinin, ben şimdi evli bir adam mı oldum paniğinde ki damadın ve tüm bu zorlu yollarda kendilerine yardımcı olmaya çalışan arkadaşlarının aşağıdaki gibi pozlar vermesini de abesle iştigal bulmamak gerekir.


Zira o büyük gün gelmiş, yaşanmış ve bitmiştir. Bu sebepten dolayı ki o eskinin başı önde, kırım kırım kırılan, vur kafasına al lokmasını gelinlerinin yerini, kaçık gelinler almıştır.

Resimdeki kaçık gelin ise benim arkadaşım. Nikahına gidemedim, bu çileli anlarda ona pek destek olamadım ama dün bana bu resmi gönderince bu yazıyı yazmak istedim bir anda.

Mutlu ol arkadaşım.. Hayat gülen yüzünü hiç soldurmasın..

17 Ağustos 2009 Pazartesi

SENELİK İZİN DAVASI

Tatil bitti. Senelik iznimin son parçasını da binbir zorlukla ve kavgayla kullandım. Zira aklı evvel patronlar senelik izni yasal bir hak olarak değil de bir lutuf olarak gördükleri için işler her sene gittikçe daha da zorlaşıyor.

Neymiş efendim onlar tatil yapmıyorlarmış. E bende milyarlarca lirayı cebe indirmiyorum sizin gibi. Yada işe istediğim zaman gelmeme özgürlüğüne sahip değilim. Bu hafta Perşembeden Göcek’e gidip Pazartesiye kadar tekne turu yapıp Salı günü işe gelme fikrini anca rüyalarımda görüyorum. Nefret etsemde herkesin telefonlarına çıkmak zorundayım, öyle kafama estikçe muhasebeye ver kızım kasadan 2.000 TL diyemiyorum. İşe 9 da gelmek zorundayım. 10 ‘da gelip 11’e kadar kahvaltı yapıp 11’den önce bana işle ilgili birşeyler soran elemanlarıma kahvaltı yaparken bir rahat bırakmadınız diye fırça atamıyorum. Beni ziyarete gelen arkadaşlarım sanki yatıya gelmiş gibi gece yarılarına kadar ofiste kalamıyor , ofisin etinden sütünden , yemeğinden yararlanamıyor.

Şirketin şöförlerini özel şöförümmüş gibi kullanıp işlerin aksamasına alet olamıyorum birtürlü, üstelik kendi arabamızı kullanmadığımız için fırça yiyor olmamızda cabası. Öğle tatilinde kuaföre gidemiyorum, izin almadan doktor randevusu alamıyorum. Akşam üstü saat 4’de hadi ben kaçtım çocuklar deyip ortadan kaybolamıyorum. Sizi arayıp da ulaşamadığımda “Kardeşim sen ne biçim patronsun niye cep telefonun kapalı” diye fırça atamıyorum.

Öğlen odamın kapısını kapatıp 1 saat şekerleme yapamıyorum. Kıl tüy bir sürü insanla uğraşmak zorunda olduğum gibi, müşteri daima haklıdır politikası yüzünden ha bire içimden küfür etmek zorunda kalıyorum. Sürekli kıçımı toparlayan birileri yok etrafımda aksine ben birilerinin kıçını toparlıyorum.

Neymiş efendim seneye izinler kalkacakmış. Olduu! Sanki senin verdiğin hak da geri alıyorsun demek geliyor insanın içinden. Gerçi bir benzerini söyledim yine de durmadı şu dilim  Bülbülün çektiği dilinin belası demişler...

E hadi yer değiştirelim. Ben yukarıda yazanların hepsini yapabileyim benden size 2 haftalık değil 1 aylık senelik izin. İzin kullana kullana çalışıverin olmaz mı sevgili patronlarım.. 

14 Ağustos 2009 Cuma

HİÇ BİTMEYEN PUZZLE


Yorgunum bugün, kırgınım. Parçalı bulutlu havam ha yağdı, ha yağacak.

Sessiz, ıssız, puslu, isli bir İstanbul akşamı gibiyim. Bahar es geçmiş penceremden, yaz uğramamış kapıma. Poyraz esiyor üzerimde, kargalar çığlık çığlığa.

Her kafadan bir ses, her köşeden bir nefes..Uğultu var kulaklarımda, bir de fısıltı dudaklarımda. İki hecemden birini ben bile duymuyorum..

İçimde ince bir sızı var. Nedenini bilmediğim bir hüzün kapladı yüreğimi. Yaşadığım yıllar sanki üstüme üstüme geliyor. Yaşayacaklarım beni ürkütüyor. Sadece şu an huzur. Kitlesem kapıyı tüm dünyanın üstüne. Durdursam saatleri tam da şimdide. Rüzgar esmese, dal kıpırdamasa, ses olmasa. Kocaman bir boşluk ve huzur. Hiç bitmeyen bir puzzle parçalarını tamamlar gibi tamamlasam o boşluğu dilediğimce. Biraz mavi, biraz yeşil, bir iki erguvan, bir fesleğen, deniz kokusu, martı çığlığı, biraz deniz esintisi, meleklerimin sesleri, aşkımın nefesi, belki bir mısırcı. Verandada akşam üstü kahvesi, çay kokulu bir sabah, bir iki eski dost. Bir türlü yanmak bilmeyen bir mangal, tavlada mars ve okkalı bir küfür. Biraz gözyaşı, Bir avuç dolusu kahkaha. Hayatı yaşanır kılan ne varsa…

7 Ağustos 2009 Cuma