Hürriyet

31 Ekim 2009 Cumartesi

ARAP KIZINI SEL ALDI



Yağmur yağıyor
Seller akıyor
Arap kızı
Camdan bakıyor...

Herşeyden bir eğlence çıkarmak çocukluk meşgalesi imiş demek. Cama vuran yağmur damlalarına bakıp şarkı söylemek ne güzeldi eğrisini doğrusunu, varlıklısını yoksulunu, evlisini evsizini düşünmeden.

Kocaman kocaman, tasasız art niyesiz gülmek çocukken oluyormuş meğer. Yağmur altında ıslanmak ve eğlenmek için sokağa çıkmak, yağmurun altında dans etmek kanlarımızın deli aktığı zamanlarda kalmış. Ayaklarının ıslağını hissetmiyormuş o zamanlarda insan, sıçan gibi ıslak eve gelmek mutlulukmuş.

Yağmur yağıyor şakır şakır. Gök denilen kubbenin dibi mi , tepesi mi neresi bilmem ama bir yerleri delindi.

Çocukken coşku ile karşıladığım yağmuru şimdi endişe ve iç sıkıntısı ile izliyorum sıcak, kuru ve kombili evimden.

Kim bilir kaç kişi elinde kova, evin içine dolan suları çıkarmaya çalışıyor, kim bilir kaç evsiz geceyi kuru geçirebilmek için boş bir ATM makinası içi, saçak altı, apartman girişi arıyor, kaç bebenin ayakları ıslak, kaç yavrunun elleri soğuk, kaç anne baba çaresiz gözü yaşlı.

Rahmet yağıyor. Yağmur kimilerine rahmet oluyor, kimilerinden rahmet alıyor. Terazi misali dünya iki kefeside dolu.

Büyümek koşullu sevinmekmiş, gülerken üzülmekmiş. Şükrederken isyan etmekmiş bazen.
Yağmuru camdan izleyen Arap Kızını şarkısını mırıldanırken , sele kapılan Arap kızının arkasından ağıt yakmakmış.

Yağmur yağdı
Camdaki Arap kızını
Seller aldı...

30 Ekim 2009 Cuma

GÖL


Ortaokula giderken bir resim öğretmenimiz vardı. Engin Bey...Soyadını hatırlamıyorum. Genç ve idealist bir öğretmendi. Çöp adam bile çizemeyen, sanattan ve yetenekten bihaber, yaşı nedeni ile aklı bir karış havada olan biz öğrencilerine resim yaptırmak yerine, ressamlardan, resim tarihinden, sanattan, şiirden edebiyattan bahseder, ressamların hayatlarını, tabloların öykülerini anlatırdı. E serde ergenlik var , adam genç ; biz kızlar da ağzımızın suyu akarak dinlerdik öğretmeni yada seyrederdik demek daha doğru galiba. Bir aralar sınıftan bir kaç kız öğretmenimize aşık olmuş sana baktı bana baktı diye birbirimizle çekişir durur hale gelmiştik hayal meyal hatırlıyorum.

O yıllarda okuyanlar bilir. Bir hatıra defteri ve anket defteri yazdırma modası vardı. " Kalbin kadar temiz olan bu satırları bana ayırdığın için" diye başlayan bir cümle ile arkadaşın hatıra defterine giriş yapmak facebook hesabı açtırmak kadar moda idi o zamanlar. Bu hatıra defterini öğretmenlerimize de yazdırırdık. Bizim resim öğretmenimiz Engin Bey, kendisine bu talepler ile gelen öğrencilerine birer kitap hediye ederdi. İçine de adettendir diyip sevgi dolu sözler yazmaz, yabancı şairlerin tercüme edilmiş şiirlerini yazardı.

Bana hediye ettiği kitap ne idi, nerede idir hiç bilmiyorum. Ama gariptir ki kitabın kapağında yazan şiiri hala ezbere biliyorum. Bugün geçip giden zaman hakkında düşünürken, bir dakikanın bir an bir günün nasıl bir dakika gibi geldiğinin hesabını yaparken bir anda bu şiir aklıma geldi.

GÖL

Zaman dur artık geçme,
Bahtiyar saatler siz akmaz olunuz artık
Tadalım en güzel günümüzüno sürekli hazlarını azcık!
Ne kadar talihsizler size yalvarır hergün
Hep onlar için akın
Günleri ile birlikte dertlerini de götürün
Mesutları bırakın
Nafile isteyişim geçen saatleri
Alıp gidiyor zaman
Geceye daha yavaş deyişim boş
Tanyeri ağıracak birazdan
İnsan için liman yok,
Sahil yok zaman için.
O gider, biz göçeriz..

ALPHONSO DE LAMARTINE

Nerdesin, ne yaparsın bilmem hocam ama umarım huzurlu ve mutlusundur.İyi öğretmenmişsin vesselam. Sevgiyle...

28 Ekim 2009 Çarşamba

YORUMLARA CEVAP

Uzun zamandır yorumlara cevap yazamıyorum. Nedendir bilmiyorum ama bir türlü yazdığım cevapları blogda yayınlamayı başaramadım.
Uğraşıyorum didiniyorum ama sorun neyse bir türlü çözemedim. İnat ettim çözeceğim.
Yazılarıma yaptığınız yorumlar için sevgiler, teşekkürler. Sanmayın ki cevap yazmıyorum. Yazıyorum ama bir türlü site de görünmüyor anlamadım neden?

27 Ekim 2009 Salı

BİR GÜNÜN ENVANTERİ

Çocuk uyuturken kafasında şimşekler çakar mı insanın? Çakar.. Bir anda beyninde bir ampul aydınlanır mı? Aydınlanır... Aklını kaybetme ya da depresyona girme eşiğinde olduğunu farkeder mi? Farkeder... İçindeki uyuyan canavarın uyandığını hisseder mi? Hisseder...

Uzun çocuk uyutma uğraşlarından sonra, hele bir de o gün tatil günü ise ama o günü, temizlik, çamaşır, birinin dersi, öbürünün faaliyeti, yemek vs gibi şeylerle geçirmiş ve kendine on dakika bile ayıramamışsa insan , insanlıktan çıkmak üzere olduğunu keskin bir şekilde hisseder.

Bir günün envanterini yapar kendince . Gün 24 saat. 10 saati işte, 8 saati uykuda,3 saati yolda, 1 saati akşam yemeği hazırlayıp yemekle, 1 saati ödev kontrolle, diğer 1 saati bebek melekle ilgilenmekle geçiyor diye düşünür bir bakar ki 24 saat bitmiş. Ama daha hesaplamadığı birsürü şey de yaptığını varsayarsak garip bir boşlukta bulur kendini insan ve kafasındaki ampuller tek tek yanmaya başlar. GEri kalanlarını hangi vakitte yapıyorum, acaba yapmıyorum da bana yapıyor muyum gibi geliyor, gün 24 saat değil mi gibi saçma sapan geyik düşüncelerin yanında , ben kendime hiç vakit ayıramıyoruma doğru uzanan kendi kendine acıma yolculuğunun sonunda bir delirium vakası.

Hangi psikolog çare bulur, kim düzeltir, saatleri mi uzatırlar, hayatı mı kısaltırlar bilmiyorum ama 24 saat yetmiyor onu çok iyi biliyorum..

21 Ekim 2009 Çarşamba

SENİ SEYRETTİM ANNE

Dün akşam uyurken seni seyretim anne. Gece kalkıp üstünü örttüm. Uyurken başını okşadım. Yüzündeki kırışıklıkları sevdim tek tek. Saçının beyazlarını kokladım, pamuk ellerini öptüm.

Yılların izi nasılda sinmiş yüzüne. Her kırışıklığında bir acı, her beyazında bir umut gizli sanki. Sen bizim tarihimizsin anne. Savaşlarımız, zaferlerimiz, acılarımız, umutlarımızsın. Çocukluğumuz sensin anne. Delişmen duygularımızsın sen, küsmeyen, incinsede incitmeyensin. Olmayı istediğimsin hep anne, bir türlü beceremesemde.

Sıcacıktın dün akşam, yumuk gözlerinin kenarında yaş vardı. İçini çekiyordun . Kimbilir ne görüyordun rüyanda . Son zamanlarda ağzından düşürmediğin anacığını çok özlediğin ablacığını görüyordun belki de..Bende seni rüyamda gördüğümde ağlayacakmıyım böyle?

"Annemi kırdığım zamanlar geliyor aklıma" dedin geçenlerde bana. " Keşke olsaydı da telafi edebilseydim" dedin için yanarcasına. Ben şimdiden telafi etmeliyim. Beni herşey için affeder misin anne?

Ne yıllar bıraktın ardında Ne insanlar, ne kahkahalar, ne anılar. Çay kokulu ne sabahlar, ne endişeli geceler. Ne dostlar biriktirdin, hiç düşmanın yok mu senin anne?

Ayağımda ki yara izine takıldı gözüm. Bir tahta parçası batmıştı. Sırtında taşımıştın hastaneye kadar. Dertleri taşıdığın gibi beni de sırtında taşıdın bir ömür. Sırtın ağrımaz mı senin hiç anne?

Cüzdanıma baktım. Senin verdiğin uğur parası. Sonra aklıma geldi, sen üç kuruş paranı bile biriktirip bana verirdin moda olan o ayakkabıyı almam için. " Benim ayakkabım çok" derdin. Oysa ıslanırdı ayağın yağmurda anne. Hiç şikayet etmezdin. Hiç üşümez miydi ayağın?

Geçenlerde etrafı toplarken bir bilet çarptı gözüme. Çok eski yıllardan kalma bir konser bileti. Gitmeyi çok istiyorum diye yüzüğünü bozdurmuştun . Sahi ben senin parmağında hiç altın yüzük , hiç bilezik görmedim. Sevmem ben diyordun. Gerçekten sevmez miydin? Yoksa bizden mi fırsat kalmadı anne?

Dün akşam seni seyrettim anne. Yüzünün kıvrımlarında kayboldu ruhum. Koynunda ısıttım ellerimi. Sen benim umudumsun anne. Sen benim annemsin. Ben de senin hiç büyümeyen bebeğin.

Büyütme beni anne!

19 Ekim 2009 Pazartesi

İLERLEYELİM BEYLER!

Lise yıllarımdı. Kulağımın aşina olduğu bir cümle idi " İlerleyelim Beyler". Yıllar geldi geçti, üniversite bitti, ben girdiğim işlere servile gittim, hafta sonları araba vs derken toplu taşıma ile pek bir teşvik-i mesaim olmadı. Son 5 senedir ev-iş arası 1 sokak mesafesi çalışmamdan ve İstanbul'un en merkezi yerinde olmam dolayısı ile otopark parasını taksiye verip ulaşımımı taksi ile sağlamamdan mütevellit toplu taşıma hadisesinden iyice uzaklaşmıştım. Malum işyerim taşındı, ben metrobüsün faydalarından yararlanmak isteyen bir vatandaş olarak başladım metrobüs güzergahını kullanmaya. Ama farkettim ki geçen yaklaşık 10 küsür senede toplu taşıma mevzusundaki vatandaş portresi hiç değişmemiş.

Anam ne tuhaf milletiz ki karımızı , kocamızı sahiplenmiyoruzdur o otobüs direklerini sahiplendiğimiz kadar. Otobüse biniliyor, bir direk göze kestiriliyor ve o direk ile yakın duygusal bir bağ geliştirilerek yolculuk sonuna kadar o direk bırakılmıyor. Bırak kardeşim! Bırak! İlerde daha iyileri seni bekliyor. İlerle , yeni direklere yelken aç! Ufkun genişlesin. Otobüsün arka taraflarını da ziyaret et. Gezmediğin , görmediğin yer kalmasın otobüste. İlerle ki diğer insanlar da binsin, yeni binenler tuzluk gibi ortada kalmasın, onların da tutunacak bir dalı , bir direği olsun.

Kesinlikle okullarda okultulması gereken bir ders olmalı bu toplu taşıma kuralları.
Hiç değilse hayat bilgisi dersinde bir ünite olarak işlenmeli.

Son sözüm altın günlerinden dönen teyzelere. Be teyzecim! Devlet bile memurlarını özel sektörden erken çıkarıyor ki trafik dağılsın yığılma olmasın. E siz durup durup milletin iş çıkış saatini mi bekliyorsunuz evlerinize gitmek için?

13 Ekim 2009 Salı

SESLENİŞ

Ey belediye yetkilileri ! Size sesleniyorum..

Şu kaldırımları döşerken, ince topuklu ayakkabı giyen bayanları da bir düşünen çıkacak mı acaba?

Topuğumuz taşların arasına giriyor, ayakkabı orda kalıyor, biz de rezil olduğumuzla kalıyoruz ...

12 Ekim 2009 Pazartesi

DITTTT!

"Güne kahveyle başladım, ağzım kuru zihnim açık "diye başlıyor mp3'ümdeki şarkı.
Eskiden walkman dinlerdik, kasetler bozulunca da o kahverengi şeritleri çeker çeker uzatır oyalanırdık kendimizce. Mp3 var şimdi, daha temiz, daha nezih, daha teknolojik. Ses kalitesi daha yüksek ama ne kadar teknolojik ise o kadar da soğuk işte.

Ofisime varacağım birazdan, güvenlikte çalışan arkadaşlar beni tanımıyor ama teknolojik kapı boynumda asılı duran giriş kartımın chipini tanıyor. Dıtt!, dıtt !günaydın diyorlar birbirlerine. Güvenlik ile ben selamlaşmıyoruz ne tuhaf. Kartım yoksa ya da chipi bozuksa rüştümü ispat edemiyorum. E teknoloji insan dilinden anlamıyor hali ile. Her yer kamera güvenliğimiz için! Asansöre biniyorum, karşımdaki kameraya el sallıyorum. Eğer diğer taraftan izleyen insanlar var ise belki gülümserler.

Ofisteyim. Gürül gürül klimalar, havalandırmalar çalışıyor. Cam açmak yasak burda. Zaten açılacak bir cam da yok. Karşım boydan boya cam ama oksijeni bile filtre ederek veriyorlar bize. Plazadayız ya herşey teknolojik !!

Öğle yemeği yedikten sonra yine kartlarımızı dıttlatıyoruz, önceden yüklenmiş sanal paralar hesaptan düşüyor. Yine bize pek gerek yok makinalar kendi aralarında anlaşıveriyorlar. Binadan çıkmak için bile kartımızı manyetik okuyucuya okutmamız gerekiyor.

İstanbul'u kuşbakışı seyretmek güzel ama ben filtrelenmemiş okjsijen istiyorum, dıtt dıtt yerine günaydın istiyorum.

Eski ofisimi istiyorum..

8 Ekim 2009 Perşembe

NE ZAMAN GELDİN?

Ne zamandır yanımdasın bilmiyorum. Yine ne zaman geldin? Kaç gün oldu? Hiç hesaplamadım. Yağmurlu bir günde yatağıma yatmış camımın önündeki çiçekleri seyrederken anlamıştım geldiğini. Yağmur zamanı geldin yine, toprak kokusuyla geldin.

Sen geldiğinden bu yana içimde var olan sızıyı hissediyorum sadece. Sen geldin ruhum firar etti.

Sen geldin daha bir ben oldum sanki. Yüksek sesle ve büyük harfler ile itiraf ediyorum kendimi kendime. Aynada her gün gördüğüm yüz yok artık.

Sen geldin daha bir kadın oldum sanki. Sen geldin sevgili oldum, dost oldum, aşk oldum , nefret oldum. Ağzımdan kaçıveren kelimeler, cümlelere yer verdi. Cümlelerim var artık ben ile başlayan ve sonunu istediğim gibi getirdiğim. Pişmanlıklarım var, keşkelerim var beni gülümseten.

Tek dudağım havada zaman zaman, kahkahalarım içten haykırırcasına. Dibine kadar mutlu, dibine kadar üzgün, dibine kadar benim artık.

Ne zaman gideceksin bilmiyorum. Biraz daha kalsan?

1 Ekim 2009 Perşembe

İKİNCİ DEFA (4)

Haftalar, aylar hızla geçti. Minik bebeğin gelişi iyice yaklaşmıştı. Hormonların değişiminin de verdiği etkiden dolayı kadının bütün psikolojisi alt üst olmuştu. Kafası karmakarışıktı. Birgün çok mutlu , hayat dolu bir başka gün ise karamsar ve korku içinde idi. Korkularını kimse ile paylaşamıyor, eşine bile bu hissettiklerini anlatamıyordu. Birgün bir yakını ile konuşurken ansızın gözyaşlarına boğuldu ve içindekileri birer birer kusmaya başladı.

"- Korkuyorum " dedi kadın.
"-İncinmekten, incitmekten korkuyorum. Bebeğimi sevememekten korkuyorum. Küçük kızımın üzülmesinden, kendini kötü hissetmesinden korkuyorum. Ben kızımla beraber büyüdüm sayılır. Onunla o kadar çok şey yaşadım, o kadar çok zorluk çektim ki şimdi ona verdiğim sevginin aynısını doğacak bebeğime verememekten korkuyorum. Herkese haksızlık yapmaktan korkuyorum " dedi.

Bir taraftan da öyle heyecanlıydı ki. Bebeğinin eşyalarını alıyor, tek tek yıkayıp ütülüyor, odasını düzenliyordu. Karnını okşayarak ninniler söylüyor, bebeği ile konuşuyor, onun o karanfil kokusunu yüreğinde hissediyordu.

Ne zaman ninni söylemeye başlasa minik bebeği karnında hareket ediyor ve sanki annesine ben burdayım seni duyuyorum diyordu.

Hamileliğin son günleri idi artık. Kadının endişeli bekleyişi yerini , heyecan ve sabırsızlığa bırakmıştı.

Beklenen büyük gün gelip çattı. Eşyalar hazırlandı ve ailece hastanenin yolu tutuldu.
Kadın kocasına ve kızına sevgiyle sarıldı. İkisini de birdaha hiç görmeyecekmiş gibi öptü ameliyathaneye giderken.

" - Ters birşey olursa ve ben buraya dönmez isem her iki kızımda sana emanet" dedi kadın kocasına.

Kadının sözlerinin altında yatan endişeyi hissetmişti adam. Ne de olsa kendinden iyi tanıyordu karısını.

" - Merak etme hiçbirşey olmayacak. Kızım ve ben , ailemizin yeni üyesini getirmen için burada bekliyor olacağız ve sen minik kızımızla geri geleceksin. Ama olur da birşeyler ters giderse her iki kızımıza da gözüm gibi bakacağım, söz veriyorum!" dedi adam karısına.

Kadın sedyede ameliyathaneye götürülürken, "ikinci defa anne oluyorum" dedi içinden. Bu muhteşem bir duyguydu. Ameliyat masasında, acaba eşim de "ikinci defa baba oluyorum " diye hissediyor mudur diye düşündü. Bu oldukça iddialı bir istekti ve bunun farkında idi. Ama tüm inancı ile bunun gerçek olması için dua ediyordu.

Gözkapaklarını açmaya çalıştığında odasında olduğunu farketti. Karnında inanılmaz bir acı hissediyordu. Eşi ve kızı yanıbaşında el ele tutuşmuş ayılmasını bekliyordu. Gözlerini araladı ve " Bebeğim" dedi. - " Bebeğim iyi mi?"

-" Herşey yolunda" dedi adam şevkatli ve sevinçli bir sesle. " Bebeğimiz çok iyi, birazdan getirirler"

Odanın kapısı açıldı ve odaya bir karanfil kokusu yayıldı. Anne gözlerini açıp , yatağından doğrulamasa da bebeğini kokusundan tanımıştı. Yavaşça kollarının arasına aldı minik bebeği. Bu büyülü anın sonsuza dek sürmesini istiyor ve bebeğine baktıkça içinin eridiğini hissediyordu. Daha önce kızı doğduğunda da aynı şeyleri hissettiğini anımsadı. Demek ki var olan sevgi ikiye bölünmüyor, olan ikiye katlanıyordu. Annelik böyle birşeydi. Annesini şimdi çok daha iyi anlamıştı.

Eşine döndü "- Sen şimdi baba mı oldun? " dedi . " - Benim aşkım baba mı oldu?

- " Evet birtanem". dedi adam. " Evet, hem de ikinci defa baba oldum".

Zamanın durduğu andı. Kadının duaları kabul olmuştu. Eşinin ve kızının elini sıkıca tuttu, karanfil kokulu bebeğinin kokusunu içine çekti. Zaman mutlu olma zamanıydı artık.

Son...