Hürriyet

30 Eylül 2010 Perşembe

YEŞİL YEŞİL

Tüm engellere inat yemyeşil, tüm kilitlere rağmen rengarenk.
Güneşin bir katresiyle çoşan , suyun bir zerresiyle doyan..
Aza tamah edip, sonunda çoğu bulan..
Bulduğu çoktan bir anlam çıkartamayıp,
Azına dönen, kararıyla yeten..
Bu sefer mutlu, çok daha mutlu
Beniyle var olan, seniyle çoğalan
O'ndan başka hiçbirşeyi istemeyen...

24 Eylül 2010 Cuma

BODY SHOP'TA İNDİRİM, GLORIA'DA OREGON CHAI VE KIŞA SERENAT

Body Shop vanilya serisinde 2 al 1 öde kampanyası var. Soğuk kış günlerinde tatlı tatlı kokmak isteyenlere duyurulur.

İlk sıktığınızda çok ağır bir koku geliyor burnunuza. Bu sizi yanıltmasın. Biraz sabır 2 dakika sonra hafif şekerli , yumuşacık bir kokuya dönüşüveriyor.

Soğuk kış günlerimin vazgeçilmezi, yumuşak boğazlı bir  kazak ,bol kesim bir kot, botlarım ve yumuşak vanilya kokusu... Üstüne de gloria'dan sıcacık- mis tarçın kokulu oregon chai. Elimde beni alıp başka diyarlara götüren bir kitap. Soğuktan kızarmış burnunu ısıtmak için anne örgüsü kaşkolun içine saklamak saklambaçların en sıcağı. Ani bastıran yağmurdan korunmak için tanımadığın insanlarla , tanımadığın dükkanların içlerine sığınmak. Koşarak eve gitmek ıslaklarını çıkarıp sabun kokulu eşofmanlarını giymek.

Hele de o gün cumartesi ise, hele de pazar için boş boş oturmak en büyük sosyal aktiviten ise.

Pazar günü uzunn bir kahvaltı, dışarıda seni kışkırtan güneş nasılsa yok. Kır bacağını otur aşağı. Üç beç gazetenin en bininci kelimesine kadar hatmet. Saçma saban programlarda zap et. Oturmaktan popon uyuşsun, ruhun uyuşukluktan mırıl mırıl bir kediye dönüşsün.

Battaniye altında vanilya kokulu uyku. Üstüne bir de hafiften kar atıştırsa ömre bedel.

Parfüm indiriminden nerelere geldim.

Heyhatt bir koku nelere gebe..

22 Eylül 2010 Çarşamba

BİR DANS GÖSTERİSİ AİLE FACİASINA NASIL DÖNÜŞÜR

Onca konserin, dans gösterisinin düzenlenmesinde emeğim olmuştur da işim gereği ,bir tanesine gitmemişimdir şimdiye kadar. Yok bu abartı oldu 3-5 tanesine gitmişliğim vardır ama onlar zararsız sessiz sedasız gösterilerdi. Genelde işimi yapar ve gösteri esnasında hemen tüyerim ortamdan.

Bu sefer organizasyonda emeğimin olmadığı bir gösteriye davet edilince yoğun ısrarlara dayanamayıp aldım bizim aslankralı gittim.

Gitmesine gittim de be kadın, durdun durdun kocayla " Los Vivancos" konserine mi gittin sonunda. Sahnede 7 tane İspanyol adam, flamenkocu, yunan tanrıları gibi dikiliyor. Hani Cortez var ya Cortez x 7 = Los Vivancos.

Salonun çoğunluğu hatun kişi. Sevgilileriyle beraber gösteriye gelen erkekler bin pişman , suratlarından düşen bin parça dokunsan ağlayacaklar. Bir sahnedeki dans üstatlarına bakıyorlar bir de yanlarında onlara deli gibi tempo tutan hatunlarına. Adamlar sadece dans etse iyi. Her biri ayrı ayrı müzik enstürmanları çalıyor. Vücutları söylememe gerek yok hepsi taşş. Dolayısı ile benim aslan kralında salonun erkek nüfusunun tuttuğu derin yasa katılmaması mümkün değil o da derin bir yas ve üzüntü içinde.

Adam gösteriden kopmuş , otomatiğe bağlamış " spora başlamam" lazım diyor.Ben de saf saf anlatıyorum. Bu Elias bilmem kaç yaşında, aslında çok şeker çocuklar bunlar çok mütevaziler falan diye. Sussana be kadın! Adam zaten kıl olmuş .. Durumun vehametini farkedince opera izlemeye gelmiş 70'lik gibi takındım edebimi. Sakin sakin izledim. Velhasıl ortam coştukça coşuyor, gösteri süper mümükün değil sakin durmak.

Koyverdim sonunda. Avuçlarım patladı alkışlamaktan. Arada göz ucuyla aslankrala bakıyorum. Vakur bir eda ile oturmaya çalışıyor ama nafile çatlayacak kıskançlığından. Hangi aletle kaç saat çalışırsa sahnedeki vücutların şekline ulaşır onu hesaplamıyorsa o an ben de bozbek değilim. Ama benim gözler adamların havada uçuşan ayaklarında, kaslarıyla alakam yok fakat farkında değil aslankral.

Adamlar dans gösterileri gereği üstlerini çıkartıyorlar aslankral bana sinirleniyor. Sanki dansın kareografı ben mişim gibi.
Tam o esnada " Sıkmışlar suyu üstlerine gelmişler sahneye peahh!! onun için böyle pürüzsüz bu vücutlar " yorumu takdire şayan oldu.

Gösteri bitti biz hatunların suratında bir sırıtma büyük bir memnuniyet salondan çıkmak istemiyoruz, erkekler kaçarsasına salonu terkediyor.

Beğendin mi ? dedim aslankrala " Fena değildi, benim acil spora başlamam lazım" dedi.

Adamlar dans etmiyor resmen uçuyordu dimi? dedim, "Evet öyle idi bu arada ben yarından itibaren rejime başlıyorum" dedi.

Baktım bu mevzuyu değiştirmek lazım adam hayata küsmüş besbelli. "Eve gidince kitaplarını kaplayacağım kızın" dedim " Yok kesin ışıklardan falan öyle duruyordu onlar benim acil spora başlamam lazım " dedi. Sustum...

PS : Aslankral eve gelince erkekler tuvaletindeki bir enstantaneyi anlattı . Bir çocuk tuvalete girmiş ve " Evettt hepiniz ağlayabilirsiniz çekinmeyin burası erkekler tuvaleti hatunlar görmez" demiş..

21 Eylül 2010 Salı

ÇOCUĞUMA DOKUNMA!

Geçenlerde bir sosyal paylaşım sitesinde bir video vardı. Üstüne açıklama yazısında " İşte Şeriat Budur!" yazıyordu. Görüntüler şeriat ile yönetilen bir ülkenin ilkokulunda çekilmiş . Çocuklar cetvel ile sıradayağına çekiliyor.

Bugün anadilde eğitim için çocukları okula göndermeme boykotunu konuşuyor herkes.

Bir kaç ay önce polise taş atan çocuklar vardı gündemde.

 2 sene önce 1 Mayısta kendi gözümle gördüğüm minicik çocuklar vardı yaşları en fazla 10 olan ellerindeki monotof kokteyllerini apartmanımızın içine atan ve kendilerinden büyük ağabeyleri için gözcülük yapan.

Yıllar önce üniversitede okurken bir kandil günü kantinimizi basan milli görüşlü "sözde" üniversite öğrencilerini de gördüm. Hepsi lise öğrencisi idi..

Çocukları siyasete karıştırmak da çocuk tacizinin , çocuk tacizciliğinin başka bir şekli bence. Bu büyük alçaklık, çocuklara büyük ihanet ve eziyet..
Çocuğuma dokunma!

20 Eylül 2010 Pazartesi

OKUDUM

 Soluksuz okuduğum, okumak için iki arada bir derede fırsat yarattığım nadide polisiye romanlardan biri. Hatta ilki diyebilirim. Çünkü ben polisiye roman sevmem.

Ahmet Ümit İstanbul'da bir yolculuğa çıkarmış bu kitapla okurlarını. Okudukça bu şehrin yaşanmışlıklarını, tarihini ve her bir taşının ne demek istediğini anlıyor insan.

Okullarda İstanbul'un tarihini anlatmak için yardımcı kitap olarak seçilebilir nitelikte tarihi bilgiler içeren kitap, okuyucularını bir taraftan İstanbul'un gizemli tarihi içinde seyahat ettirirken ilginç bir cinayet serisini aydınlatmak için zihin jimlastiği de yaptırıyor.

Ben okurken çok keyif aldım, yaşadığım kentle ve belki de hergün gördüğüm tarihi yapılar ile ilgili hiçbirşey bilmediğim farkettim. Meğerse her taşın bir anlamı varmış bu şehirde sessizce bize fısıldadığı ...

15 Eylül 2010 Çarşamba

ÇOCUK DA YAPARIM KARİYER DE???

Yalannnnnn. Çalışan ve iki çocuk annesi bir kadın olarak söylüyorum ki yalannn.
Daha doğrusu olaya hangi açıdan baktığına bağlı.
Kariyer yaparken çocuk yapabilir misin ? Evet yaparsın .. Ama yapmak ve bakmak arasında farklar var ..
Çocuk bakarken kariyer yapabilir misin? Yaşadığın ülke Türkiye ise açıkçası o biraz zor..

Çalışan anneler ile ilgili her makalede aynı cümle; "Çalışan annelerin çocukları kendine daha güvenli oluyor."

Doğru mu? Bilemem pedagog değilim, işin ilmini yapmadım. Bildiğim bir şey var annem çalışmıyordu ama demir gibi bir özgüvenim var ve ayaklarımın üzerine çok çok sağlam basarım. Çok uzun yıllardır çalışıyorum....Annem rol modelimdir. O ilkokul mezunu ben üniversite. O çalışmıyordu ben çalışıyorum..Ama kişiliğimin temeli annemdir. Çocukluk hatıralarımda annemin yeri çok büyük. Vıcık vıcık bir ilişkimiz olmadı hiç ama çok da yakındık.

Modern dünyanın dayatmalarına fena kaptırdık kendimizi.

Çocukla birlikte kariyer, kariyerle birlikte çocuk.
1 saat vakit geçir, kaliteli vakit geçir..
Çalışmayan anneler kendilerine vakit ayıramadıkları ve kendilerini yetersiz gördükleri için çocuklarına verimli olamıyor..
En iyi anne çalışan anne..sloganları uçuşuyor etrafta..

İçgüdülerime dayanarak söylüyorum ki, mecbur olmasaydım çalışmazdım.. Çocuklarımla birlikte olur , ilk adımlarını , ilk gülücüklerini kazırdım hafızama..Yemeklerini yapardım kendi ellerimle, parklara götürür sosyalleşmelerini izlerdim. Bakıcıdan ya da annemden dinlemez yaramazlıklarını bizzat kendim şahit olurdum.
Derslerini ben çalıştırırdım, okul pikniklerinde ben de yanlarında olurdum.
"Anne noolur işe gitme, para kazanmana gerek yok, söz dondurma istemicem " cümlesi içimi yakmazdı.

Her çocuğun annesinin koşulsız sevgisine, ilgisine ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. En az 4 yaşına kadar..
Geri kalan psikolojik irdelemeler, kaliteli zaman geyikleri falan boş palavra benim için.

Vazgeçebilseydim, mecbur olmasaydım çocuklarım için işimden bin kere vazgeçerdim..
Aksini düşüneni ise benim mantığım bir türlü kabul etmiyor?
Mantığı kabul eder varsa bana açıklasın lütfen..

10 Eylül 2010 Cuma

BU BAYRAM DA BİR EKSİKLİK VAR

Arife günü gümbe de güm güm davul çalıp para toplayan davulcular,
Bayram sabahı en yakın camiden duyulan bayram vaazı,
Cicilerini bicilerini giyip kapı kapı dolaşan neşeli bayram çocukları,


Bu bayram hepsi neredeler?

7 Eylül 2010 Salı

ŞİKAYETNAME

Fuzulinin yazdığı şiirler beğenilince devrin padişahı Kanuni Fuzuli'ye maaş bağlar ve onu saraya beklediğini söyler.  Bunu duyan Fuzuli İstanbul'a gelir. Maksadı hem kendine bağlanan maaşı almak hem de padişahı ziyaret etmektir. Fakat görevliler Fuzuli'yi saray kapısından içeri dahi almazlar. Bunu üzerine Fuzuli Nişancı Celalzade Çelebi'ye bir mektup yazar..

*************************************
Selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar. Hüküm gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler. Eğerçi görünürde itaat eder gibi davrandılar ama bütün sorduklarıma hal diliyle karşılık verdiler.


Dedim: - Ey arkadaşlar, bu ne yanlış iştir, bu ne yüz asıklığıdır?
Dediler: - Bizim adetimiz böyledir.
Dedim: - Benim riayetimi gerekli görmüşler ve bana tekaüt beratı vermişler ki ondan her zaman pay alam ve padişaha gönül rahatlığı ile dua kılam.
Dediler: - Ey zavallı! Sana zulüm etmişler ve gidip gelme sermayesi vermişler ki, daima faydasız mücadele edesin ve uğursuz yüzler görüp sert sözler işitesin.
Dedim: - Beratımın gereği niçin yerine gelmez?
Dediler: - Zevaittir, husulü mümkün olmaz.
Dedim: - Böyle evkaf zevaidsiz olur mu?
Dediler: - Asitanenin masraflarından artarsa bizden kalır mı?
Dedim: - Vakıf malın dilediği gibi kullanmak vebaldir.
Dediler: - Akçamız ile satın almışız, bize helaldir.
Dedim: - Hesaba alsalar bu tuttuğunuz yolun fesadı bulunur.
Dediler: - Bu hesap, kıyamette sorulur.
Dedim: - Dünyada dahi hesap olur, haberin işitmişiz.
Dediler: - Ondan dahi korkumuz yoktur, kâtipleri razı etmişiz.

Gördüm ki sualime cevaptan başka nesne vermezler ve bu berat ile hacetim kılmağın reva görmezler, çaresiz mücadeleyi terk ettim ve mey'us ü mahrum guşe-i uzletime çekildim.
*********************
Şaştım kaldım anlatılanlar hala güncelliğini koruyor, demek ki işgüzar her devirde işgüzar..

DİKKAT SINAV

Üç tarafı denizlerle kaplı nadide yurdumda ilköğretimden sonra okuyabilmek için, okuduğun okulu değiştirebilmek ve yükseltebilmek için, okuldan sonra devlet kademelerinde görev alabilmek için, ehliyet için, bankalara girebilmek için, ot için, b.k için kısaca yaşayabilmek için zibilyon tane gerekli gereksiz sınava girmek zorundasın. (Bir tek ülkeyi yönetebilmek için tabii olunması gereken bir sınav yok bu da ayrı bir muamma ve ayrı bir yazı konusu.) Fakat sınava girmek de yeterli olmuyor cennet yurdumda çünkü habire sınavlar iptal ediliyor.. Dolayısı ile aynı amaç uğruna defalarca sınava girebilitesi yüksek bir vatandaş olmak makbul olanı yoksa çuvallarsın.Bir sınava beş şaibe bedava ülkemde, sınav korkusundan çok ya iptal edilirse korkusu doluyor insanın yüreği hele ki sınav az biraz iyi geçti ise.

Üniversiteyi kazandığım yıllar sene 1996, yanlış yerleştirmeler olmuştu. Bir çok insan tercih etmediği bölümlere yerleştirilmişti. Bir kısmı itiraz etmiş bir kısmı ses etmemişti. Ses etse " Aaaa siz kazanamamışsınız pardon biz yanlışlık yapmışız " diyecekler diye.

Sene 2010.. 14 yılda sistematik olarak değişen tek şey sınav sistemleri, değişmeyen tek şey ise sınavlardaki şaibeler..

Sınav sorularına sahip olamayan devlet, kopyayı engelleyemeyen devlet sınavı iptal olan millet. Ben anlamadım kim cezalandırılıyor kim ödüllendiriliyor kimden nasıl bir hesap sorulup nasıl bir düzeltme yoluna gidiliyor.

Be kardeşim, sınava baş örtülü / baş örtüsüz - girilir/girilmez diye tartışıp duracağına önce milletin girdiği sınavın güvenliğini sağlamaya çalışsan, sorulara bi sahip çıksan .. Sen daha kendi hazırladığın soruların güvenliğini sağlayamazken, güvenlik nedeni ile sınavlara başörtülü girişi yasaklıyorsan , öğrencileri sınav stresinden kurtarmak için habire sistem değiştirip gencecik kafaları sulu balkabağına çevirmekle kalmayıp bir de senelerce hazırlanıp girdikleri sınavlarda şaibe söylentilerini engelleyemiyor hatta o sınavları iptal ediyorsan ben daha sana ne diyeyim???

Esas sizi sınava tabii tutmak lazım hemde senede 5 kere.. düşünme yetileriniz hala sağlam mı değil mi diye?

2 Eylül 2010 Perşembe

KENDİ KENDİME

Uzun zamandır, uzun yollardan dönüşlerim hep kendime. Uzun uzun yolculuklardan paket paket hediyeler getirişim, rüyalarımda gördüğüm hep benim. Aynadan yansıyan yüzüm yorgun, kırgın, umutlu bir o kadar  da kızgın ve sevecen. Dokunduğum, üzerlerinde parmaklarımı gezdirdiğim çizgilerimde yıllarım var. Saçımda ilk beyazımı görüşümü hatırlayışımda dudaklarımda beliren tebessüm bir kabullemişlik. Ojelerim daha bir kırmızı, çocuklar artık daha bir çocuk bana. Sabrım yüksek, öfkem daha tehlikeli.

Aklımdaki gitme düşüncesi, aklımdan uçtu gitti. Çünkü ben artık hep gidiyorum ve ben artık hep dönüyorum aynı yolardan.. Uzun zamandan beri dönüşlerim hep kendime.Çünkü gitmenin güzel tarafının kendine dönmek olduğunu anladı uçarı ruhum. Nereye gidersen git seni bekleyen yumuşacık bir battaniye olduğunu bilmek, döndüğünde fesleğenlerini camında bulmak, mahalledeki çocukların hala pencerenin önünü terketmediğini görmek, kapı önünde miyavlayan aynı kedinin sesi ve o seslerle geri dönüş uykusuna dalmak. Arındırmak bedeninin yolculuk yorgunluğundan ve yepyeni bir gelişin güneşli ve bilindik sabahına uyanmak.

Artık yolculuklarım hep kendime , ruhumun derinliklerine. Okurken bir kitabı altını çizdiğim cümle , izlerken bir filmi kıssadan çıkardığım hisse, fotoğraf çerçevesindeki renk, yemeğimin tuzu, masamın süsü, çarşaflarımın kokusu, duvarımdaki tablo, penceremin önünde yetiştirdiğim çiçekler, gittiğim yollar, kulaç attığım dalgalar, avuçlarımda biriktirdiğim kumlar, dönerken cebime doldurduğum deniz kabukları, tarlalarda gülümseyen yüzleriyle günebakanlar, yol kenarındaki köylü kadınlarının içtenliği, annemin şevkati herşey kendime - kendim için, ruhuma, taa en derinime...

1 Eylül 2010 Çarşamba

NAZIM HİKMET ve SONBAHAR ŞİİRİ

Saksılarda hâlâ tek tük karanfil bulunursa da


ovada güz nadasları yapıldı çoktan,

tohum saçılıyor.

Ve zeytin devşirilmekte.

Bir yandan kışa girilmekte,

bir yandan bahar fidelerine yer açılıyor.

Bense hasretinle dolu

ve büyük yolculukların sabırsızlığıyla yüklü

yatıyorum demirli bir şilep gibi Bursada...

Nazım Hikmet Ran..

AH GENÇLİK VAH GENÇLİK

Çocuk yetiştirmekle ilgili ahkam kesenlerden hiç hoşlanmadım, her yiğidin yoğurt yiyişi kendine derler ya öyle düşündüm hep. Kimsenin çocuğunu da hiçbir davranışı yüzünden kınamadım şimdiye kadar.

Ama meleklerimizden büyüğü artık 9 yaşına gelipde ağır oturaklı davranmaya, hayatı sorgulamaya, çevresiyle daha içli dışlı olmaya başlayınca benim de bakış açım biraz değişti.

"Ne oldu bu gençliğe, hepsi niye böle saygısız , örf adetten haberleri yok, biz böyle değildik" diye cümleleri ardı ardına sıralarken hepsine haksızlık yaptığımızı düşünmeye başladım.

Herkes takkesini alsın koysun önüne bakalım. Bizler bu çocuklara nasıl bir aile içi eğitim veriyoruz.

Matematikteki başarısı kadar dinini ( dini her ne ise) ne kadar bildiğini önemsiyor muyuz? Yaşına uygun eğitim veriyor muyuz?

Tenis oynasın, piyano çalsın diye kurs kurs koştururken yaşlılara nasıl davranması gerektiğini anlatıp bir hafta sonunu da Darüllacezeye ayırıyor muyuz?

Bitmek tükenmek bilmeyen isteklerini karşılamak yerine evde gereksiz kullanmadığı eşyaları onunla birlikte toplayıp rotamızı çocuk yetiştirme yurduna çevirip kendinden daha kötü durumda olanları görmesini sağlıyor muyuz? Paylaşmayı , paylaştıkça çoğalmayı öğretiyor muyuz?

Sokakta her istediğini eline tutuşturmak yerine, sokakta birşey yenmeyeceğini , maddi imkansızlıklar yüzünden bunları alamayanların canının çekeceğini öğütlüyor muyuz?

Mp3 playerlarına Pop Müziklerinin yanı sıra Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği parçaları serpiştirip kulak aşinalığı sağlıyor muyuz?

Örnekler çoğaltılır.. Ama bence hem bunları yapmıyor hem de gençliğin geleceğinden endişe ediyorsak onlara haksızlık ediyoruz demektir..İnsan vermediği bir ahlakı ve kültürü çocuğundan nasıl bekleyebilir ki?

Sevgiyle...