Hürriyet

22 Mart 2010 Pazartesi

CUMHURİYET KADINLARI / SEMİHA BERKSOY


Semiha Berksoy sergisine gittim Cumartesi günü.

Ben Yaşardım Aşkla ve Sanatla isimli sergi tek kelime ile muhteşemdi. Hatta serginin bitimine yakın ziyaret etmiş olmaktan dolayı da bir hayli ayıpladım kendimi.

Bir kadın vardı karşımda; güçlü, asil, cumhuriyetçi, naif, duygulu, çılgın, aydın, yenilikçi, hırslı, hayatı tarih, elleri fırça, bedeni tual, sesi kadife, zihni berrak. Kadın gibi kadındı gördüğüm. Bir tarihti. 94 yıllık bir arsivdi, 94 yıllık birikimdi, bilgiydi, cesaretti.

Hele bir Semiha Berksoy Yatak Odası var ki sergide" Bütün Dünya Odamın İçinde" diye adlandırdığı insanı bu diyardan alıp başka bir diyara götürüyor.

İnsanın öldükten sonra geriye bırakacak birşeyleri olması ne güzel. Öldükten sonra bir devri; bir fırça darbesinde, piyano sesinde, su bardağının çiçek motifinde ziyaretçilerinle paylaşmak ne hoş.

Kişisel bir tarihi arşivine sahip olmak, tarih yapraklarının bir sayfası haline gelmek ne büyüleyici..

YOLLARINA BAHARGELMİŞ ŞEHRİMİN

Her bahar olduğu gibi bu baharın gelişini de yollardaki hummalı çalışmalardan anladım bu sabah.

Ana arterlerdeki bir sürü yol trafiğe kapatılmış çalışmalar başlamış. Kaldırımlar sökülüyor, parke taşları yenileniyor, hafta sonları gırr gırr gırr, tak tak tak diye makina sesleri duyuluyor, asfaltlar kırılıyor.

Sokak araları öbek öbek kum, parke taş dolu yollarda yürünmüyor.

Büyükşehir çalışıyor, yollarına bahar gelmiş şehrimin.

Bir laleler eksik, onlar da yoldadır

18 Mart 2010 Perşembe

EN ACİL TARAFINDAN BİR TATİL KÖYÜNE REZERVE OLMALIYIM



Malum erken rezervasyon indirimleri başladı. Hatta bir tanesi bitti bile. Nice insan biliyorum ki , ilk erken rezervasyon indirimini kaçırdığı, ya da istediği otelde yer bulamadığı için karalar bağlamış, tüm tatil umutlarını yitmiş, depresyona girmiş..

Bir hafta öncesine kadar her yerde bir telaş, oteller inceleniyor. Herkes gönüllü otel denetleyicisi. Sanırsın hepsi Turizm Bakanlığı'nda özel staj yapmış. Kaç havuzu varmış, havuzun klor oranı yüzde kaçmış, şezlong minderinde kullanılan pamuğun kalitesi ne imiş, salataların üzerine kuş konduyorlar mı, gece çorbasında kaç çeşit çorba var. Hangi oteller çocuk dostu, hangisi çocuğa düşman sor bak vatandaş hepsinden habedar. Gerçi haksızda sayılmazlar. Bir hafta tatil yapabilmek için 12 ay boyunca tatil taksidi ödendiğini düşünürsek bu yapılanlar az bile aslında.

Velhasıl, incik mincik otellerin herşeyi incelendi. Kararlar verildi, şanslı olup da yer bulanlar rezervasyonlarını yaptırdı, yer bulamayanlar ikinci indirimi bekler oldu.

Ben de bu vesile ile kendimi acayip baskı altında hissediyorum. Terzi kendi söküğünü dikemez misali, turizm ile uğraşıyor olmama rağmen rezervasyon yaptırabildiğim bir otel otel yok ama uçakta yerler hazır. Acilen ikinci indirimde bir yer bulmalı ve oraya rezerve olmalıyım ki içim rahatlasın.Kredi kartımdan çekilmeye başlansın tatil taksitleri ki havam yerine gelsin. Ne de olsa borç yiğidin kamçısıdır.

Ama eminim ki tatile gittiğimde ordakilere aynen şöyle bakıyor olacağım

- Acaba ilk erken rezervasyon indiriminde yer bulup da benden daha ucuza gelen hain tatilciler hangileri?

Tespit ettiğimde hepsi için birer iyilik düşünüyor olacağım. Tek tek hepsini takip edip sabahtan kaptıkları şezlongların üzerindeki havlularını alıp, herbirini şezlongsuz bırakacağım.

Tatilde şezlongsuz kalmak ve güneşlenecek yer bulamamaktan daha büyük bir ceza var mı? Hele ki parasını 6 ay önceden ödediysen...

Yaşasın kötülükkkk!

17 Mart 2010 Çarşamba

OKUMAK ve YAŞAMAK ÜZERİNE

Kim olduğunu hatırlamıyorum ama bir yazarın röportajında okumuştum. "Yazmam için önce okumaya doymam gerekiyor" demişti yazar gazeteci kıza. " Günlerce, gecelerce okumalıyım. Sonra okuduklarımı bir patlama etkisi yaratarak yazmama neden oluyor" gibi bir takım cümleler sarfetmişti. Kelimesi kelimesine aynı olmasada anlatmak istediği buydu.

Okumak ve hissetmek arasındaki bağlantıyı, okumak ve yaşamak arasındaki dostluğu, okumak ve diğerlerini anlamak arasındaki etkileşimi , okumak ve hissetiklerini anlatabilmek arasındaki öğretici gücü özetleyen hoş bir anlatımdı yazarın bu sözleri.

Bir anlamda demişti ki , diğer insanların neler söylediğini , neler hissettiğini, nasıl baktığını görmez isem benim hissetiklerim boş ve anlamsız , yazacaklarım amaçsız. Önce diğerlerini anlamalı, sonra kendimi anlatmalıyım. Benim kelimelerimin onların cümlelerinin içinde kullanılışını görmeliyim ki baktığım pencere değişsin, ufkum genişlesin.

Peki okumak bu denli önemli ise, bizim ülkemizdeki kitap fiyatları niye bu denli yüksektir soruyorum size. Kitapların fiyat etiketleri gözleri yakıyor. En ucuz kitap neredeyse 20 TL. Hele ünlü yazarların kitaplarına bakılmıyor bile. İşte burada kim için ve ne için yazıyorlar sorusu ortaya çıkıyor ki bu ayrı bir post konusu.

Sağda solda çıkıp " korsana hayır" kampanyaları yapmadan önce şu kitap fiyatlarını biraz düşürseniz de kampanyalar bu kadar manidar olmasa. Korsana, emek hırsızlığına tabiki de sonuna kadar hayır. Başkalarının emekleri üzerinden para kazanmaya tabiki de hayır. Ama kitap okumaya ve okutmaya da sonuna kadar evet.

Geçenlerde bir ana haber bülteninde ismi lazım değil bir kitabın , yasal baskısı kadar korsan baskısının ele geçirildiği ilan edildi. Be kardeşim, demekki o kadar insan daha okuyor bu kitapları. Sırça köşklerinizden biraz fedakarlık edip, düşürün kitaplarınızın fiyatlarını herkes yasal baskıyı alsın. Siz kazanın, korsanın önünü de kesin, ama parası olmayanı da biraz düşünün. Türkiye'yi sadece bir kaç semtten ibaret sanan yazarlarımız şöyle bir silkinip kendilerine gelseler hiç de fena olmayacak.

Herkes okusun, herkes okumaya doysun. Ama unutmayalım ki insanlar karınlarını doyurduktan sonra ruhlarını ancak doyurabiliyorlar....

13 Mart 2010 Cumartesi

BULSAK BULSAK NE BULSAK?

Hayatınızı kolaylaştıracak bir makina icad etseydiniz bu ne olurdu? Kızımın bu haftaki ödevi. O düşünedursun ben de görev edindim eni konu kafa yordum bu konu üzerinde ne icat ederdim acaba diye.

Mesai bitimi beni ofisten eve ışınlayacak bir alet mi?

Benim yerime çalışacak ve angarya işleri yapacak bir insan kopyalama makinası mı?

Çamaşırları ütülenmiş ve katlanmış bir şekilde çıkartan bir çamaşır makinası mı?

Belki de bunların hepsi bir yerlerde icad edilmiştir de bizim haberimiz yoktur. Ne dersiniz?

1 Mart 2010 Pazartesi

BİR FİNCAN KAHVE


Kahve deyip geçme. Ne sohbetlere tanıklık eder , ne sırlar taşır telvesinde.

Geleceğe umut olur mavi mavi.

Geçmiş dillenir, sohbetler koyulaşır. Bazen bir kısmet, bazen yüklü bir deve, bazen üç vakte kadar vuslattır bir fincan kahve...

Güzel bir yemek üstüne ciladır ,

Akşamdan kalma bir sabahı aydınlatıverir, baş ağrısına birebir gelir.

Sarhoş naralarındaki isyan, oğlu askerde yüreği yaralı bir annenin beklediği iyi haberdir.

Meraklı komşunun eve sızma vesilesi, lokumun yarenidir kahve.

Sabırdır kahve, edeptir, gelenektir, töredir.

Allahın emri, peygamberin kavlidir.



MERAKLISINA NOT :

Osmanlı döneminde misafirliğe gidildiğinde misafire birşey içer misin diye sorulduğu zaman, misafir eğer kısa zaman önce kahve içti ise " Kahveliyim" diye cevap verirmiş. Bunu duyan ev sahibi uzunca bir süre misafirine ikram yapmazmış. Maksat kahveyi içen kişinin ağzındaki kahve tadını bozmamakmış.