Hürriyet

30 Kasım 2010 Salı

SOROYA'YI TAŞLAMAK

Bir kadın düşünün...Acımasızca katledilmiş.. Karşı cinsi olan erkekler tarafından recm edilmiş. Suçu Zina..

Soroya'nın (Süreyya) aslında tek şanssızlığı, erkek egemen ve sözde islam yasaları ile idare edilen bir toplumda kadın olarak doğmuş olmak...

Şans eseri bir gazetecinin yolu o acımasız topraklara düşer. Zahra yeğeninin katledilişini hazmedememekte ve ona yapılan haksızlığı kabul edememektedir.

Gazeteci ve Zahra'nın yolları kesişir. Tüm dünya bu insanlık suçunu duymalıdır artık...

HAFTAYA HEP SALIDAN BAŞLASAK

Dün işe gelmediğim için bana hafta bugün daha yeni başladı. Keşke her Pazartesi tatil olsa diye düşünmeden edemiyorum.

Yeni kararlar alarak geçen haftayı bitirmiştim hatırlarsanız. Neler yaptım kendim için bu hafta sonu? Öncelikle sağlıklı beslenme kararı  kebaplar, tatlılar vs yüzünden 3.gününde sabotaja uğradı:) Bugün sağlıklı ve beslenme ile ilgili yeni bir karar aldım mecburen :))))

Okumayı ertelediğim kitapları bir güzel gözümün önüne çıkardım. Ve birinden başladım.
Tam tamına 4 tane film izledim.. " Sorora'yı Taşlamak" şimdiye kadar izlediğim en etkileyici filmlerden biriydi.
Gerçek bir hayat hikayesini konu alan film; İranlı Soroya ( Süreyya) 'nın uğradığı haksızlığı ve acımasızca recm edilişini anlatıyor. bir sonraki postta filmden ve izlenimlerimden ayrıntılı olarak bahsedeceğim.

Evi karıştırırken " Osmanlıca'ya ilk adım" diye bir kitap geçti elime. Tarih araştırmacısı olan ve mesleği icabı Osmanlıca'ya oldukça hakim bir arkadaşımın da teşvikleri sayesinde Osmanlıca öğrenmeye başladım. Şimdilik oldukça hızlı ilerliyorum. Bakalım konular zorlaştıkça neler olacak..3 günde bazı kelimeleri yazmaya ve okumaya bile başladım. Ne işine yaracayak diye sormayın.. Bilmiyorum.. Fakat çok keyif alıyorum .. Salgılattığı seratonin için bile uğraşmaya değer diye düşünüyorum..

Hayata bir yerlerden tutunmaya başladım. Yüzüm bir parça fazla daha güler oldu...

Hepinize gülümseyerek geçen bir hafta dileklerimle

26 Kasım 2010 Cuma

YENİ HAFTA

Bir hafta daha bitiyor. Ofiste işler oldukça kötü, boş oturdukça karar üstüne karar alıyor insan.
Hayatımla ilgili bir sürü radikal kararlar aldım bugün..
Karar alması kolay da uygulama kısmında nasıl sorunlar ile karşılaşacağım bakalım..
İlk etapta beslenme düzenimi değiştirmekle başlıyorum işe. Uzun zamandır böyle bir çabam var zaten. Aslan Kral yine deneysel yemekler mi yapıyorsun diye dalga geçse de her seferinde ben daha sağlıklı, daha leziz ve daha değişik mönüler oluşturma peşindeyim uzun zamandır..Ama eğlencelik olarak başlayan bu beslenme serüveni benim için bir hayat tarzına dönüşmeli artık dedim ve bugünden itibaren başlıyorum benim ve ailem için iyi olmasını dilediğim yeni beslenme biçimi...

Biriktirdiğim bir sürü kitap, izlemediğim bir sürü film var farkettim ki . Uzun zamandır hayatı ertelerken gittikçe agresif ve sinirli bir anneye dönüştüğümü itiraf ediyorum ve bugünden itibaren start düğmesine basıyorum...

Yeni hayatımı , nasıl gittiğini ve neyi becerip becemediğimi paylaşacağım sizlerle..

Sevgiyle...

25 Kasım 2010 Perşembe

BABA ve ÇOCUK

Bir baba düşünün..

Çocuğunu 6 aylık iken eşi ile ayrılmış, o ayrılmadan sonra çocuğunu hiç aramamış, sormamış, büyümesine maddi manevi hiç katkıda bulunmamış. Yolda görse o çocuğunu tanımaz, neyi sever , neyden nefret eder bilmez. 9 sene sonra ben çocuğumu göreceğim diye tutturmuş..

Başka bir baba düşünün...

Bu çocuğu 3 yaşındayken almış, bağrına basmış. Ateşliyken başında nöbet tutmuş, cebine harçlık veremeyince morali bozulmuş, arkadaşları ile arası bozulunca teselli vermiş, dersleri ile ilgilenmiş, psikolojik durumun takip etmiş, sevmiş, kızmış, saçını okşamış, elinden tutmuş.

Bir çocuk düşünün...

Bu olayların ortasında 9 yaşına gelmiş. Kendini yetiştirene baba diyor , düzeni keyfi yerinde. Diğerinin de varlığından haberdar...
Hoop 9 sene sonra hiç tanımadığı, görmediği adam ortaya çıkıyor. Çocuğumu göreceğim diye tutturuyor..
Çocuk görmek istemiyor, yanındaki babasına sıkı sıkı sarılıyor, gözleri doluyor istemiyorum diyor sadece. O küçük yürek pıt pıt atıyor. Benim babam var zeten, yenisine ihtiyacım yok diyor boyundan büyük büyük.
Beni zorlamayın, bu konuyu da bir daha açmayın diyor çakmak çakmak bakan gözleri ile.

Dünya bazen çok ama çok adaletsiz değil mi?

9 PONT'UN SESİ

Gözlerim uykuya yenik, işyerime doğru yürürken önümde de bir hanımefendi yürüyordu. Kısadan da kısa mini eteği, 9 pontluk panter desenli çizmeleri, kömür karası saçları ve hızmalı burnu ile alımlı hoş bir hatundu açıkçası. Hani sabahın mahmurluğu ona hiçç uğramamış, uyku mu o da nee dercesine güvenli adımlarla ilerliyordu o da işyerinin yolunda..

Şöyle bir erkeklere bakayım dedim .. Kızın önünden geçtiği her adamın uykusu dağılıyor, gözler faltaşı gibi açılıyor, bir bakan bir daha bakıyor..

Bre erkek milleti.! Bu kadar mı belli edilir saygısızlık , bir insan yolda yürürken bakışlarla, davranışlarla bu kadar mı rahatsız edilir.. Bir kısmı lafla rahatsız edecek kadar da ileri gidiyor ama direk kıza birşey söyleyemedikleri için kendi aralarında yüksek sesle konuşuyorlar. İki teyze bak bak şunun giydiğinde bakar tabi adamlar diye kendi aralarında durumun kritiğini yapıyorlar.

Hatun kendinden emin adımlarla tak! tak! tak! yürümeye devam ediyor..

Sabah sabah gülsem mi , ağlasam mı bilemedim.. Varın siz karar verin...

12 Kasım 2010 Cuma

KURBAN

Yine bir Kurban Bayramı geliyor ve yine aynı tartışmalar yaşanacak yurdumda.

Kurban kesmek yerine bir fakire aynı oranda yardım yapsanız.. Kurban kesmek vahşettir..

Yine bir Kurban Bayramı ve yine aynı görüntüle olacak yurdumda.

Kaçan kurbanlar, kan revan içindeki yollar, kesimleri dehşet içinde izleyen çocuklar...

Kurban kesmek bir ibadet biçimdir.  Tıpkı namaz kılmak gibi, tıpkı oruç tutmak gibi, tıpkı zekat vermek gibi, tıpkı yalan söylememek yetim hakkı yememek gibi.. Bir ibadetin diğerinin yerini tutması mümkün değil benim fikrime göre..

Ama Kurban gerekleri yerine getirilerek kesilmeli. Hijyenik ve temiz ortamlarda , alanen değil gözden uzak kurban kesimi için ayrılmış özel kapalı alanlarda, çocuklardan uzakta ve bu kesime onları şahit etmeden.
Konu komşuya dana kestiğini göstermek için bahçeyi kan gölüne çeviriyorsan o kurban değildir bence. İşte o vahşettir. Zira zaten dinimiz de ibadetin gizli olanını makbul tutmaz mı?

Kesilen kurban etleri bir senelik et ihtiyacını karşılamak için derin dondurucularda tutulmak yerine, arşınlanmalı sokaklar. Et girmeyen evlerle paylaşılmalı kurban. Her hafta evine et alan üst komşuya vermek yerine senede bir kez bile et alamayan aileler bulunmalı. Yok demeyin çok! Arayan bulur. Biraz vakit ayırmak yeterli..

Belki de o evlerde ki çocuklar bir kaç hediye ile sevindirilmeli. Kurban kesmek için aile bütçesinden 700 TL ayırabilen bir ailenin 200 TL'lik bir harcama daha yapmasının çok zor olduğunu sanmıyorum çünkü..

Sanırım işte böyle olduğu zaman Kurban kurban olur ve sevinir kurbanlığına, bayram bayram olur yüreklerde iz bırakır ve herşey amacına ulaşmış olur.

Herkesin Kurban Bayram'ı mübarek olsun.

Sevgiyle

10 Kasım 2010 Çarşamba

DÜŞÜNE DÜŞÜNE SENİ



Ereceğim sana usta, barışta, başarıda 

Öyle
Güçlüsün ki
Güçleneceğim
Öyle yücesin ki, yüceleceğim
Düşüne düşüne seni kocaman kocaman
Dağlara, dağlara karışacağım

Ozan mıyım, ordu muyum, su muyum anlaşılmaz
Çağlar upuzun allığı yüreğimde ülkünün
Sanki bayrak bir kalemdir, sanki gökler bir kağıt
Sanki ellerim gece
Sanki ellerim gündüz
Yazacağım seni daha, bir daha
Ben senin ölümünle yarışacağım

Fazıl Hüsnü Dağlarca


9 Kasım 2010 Salı

Sürekli daha fazlasını isteyen, nefsi aç , doymak bilmeyen, burnunu kaf dağından aşağı indirmeyen, küçük dağları ben yarattım altına da imza attım diyen ademoğullarına..Buyrun Kazak Abdal tam da size demiş..

Ormanda büyüyen adam azgını

Çarşıda pazarda insan beğenmez
Medrese kaçkını softa bozgunu
Selam vermeğe dervişan beğenmez

Alemi taneder yanına varsan
Seni yanıltır mes'ele sorsan
Bir cim çıkmaz eğer kamını yarsan
Camiye gelir de erkan beğenmez

Elin kapusunda kul kardaş olan
Burnu sümüklü hem gözü yaş olan
Bayramdan bayrama bir traş olan
Berber dükkanında oğlan beğenmez

Dağlarda bayırda gezen bir yörük
Kimi timarlı sipahi kimi serbölük
Bir elife dili dönmiyen hödük
Şehristana gelir ezan beğenmez

Bir çubuğu vardır gayet küçücek
Zu'mu fasidince keyif sürecek
Kırık çanağı yok ayran içecek
Kahveye gelir de fincan beğenmez

Yaz olunca yayla yayla göçenler
Topuz korkusundan şardan kaçanlar
Meşe yaprağını kıyıp içenler
Rumeli Yenicesi duhan beğenmez

Aslında, neslinde giymemiş hare
İş gelmez elinden gitmez bir kare
Sandığı gömleksiz duran mekkare
Bedestana gelir kaftan beğenmez

Kazak Abdal söyler bu türlü sözü
Yoğurt ayran ile hallolmuş özü
Köyden şehre gelse bir Türkün kızı
İnci yakut ister mercan beğenmez

Kazak Abdal

5 Kasım 2010 Cuma

BU DEVİRDE KADIN OLMAK ( CAN DÜNDAR'DAN)

Bazen ruhumun çok zorlandığını yorulduğunu hissediyorum. Belki izlemişsinizdir " Beyza'nın Kadınları" diye bir film vardı.

Bir kadın, 3 kişilik.. Bazen ben de hangi rolde olduğumu unutuyorum artık. Ya da bir rolden bir diğerine geçerken ruhum zorlanıyor . Mail yoluyla dün geldi Can Dündar'ın " Bu Devirde Kadın Olmak" aldı yazısı. Nasıl da analiz etmiş, nasıl da çözmüş ve ne güzel yazmış.. Empatinin böylesini ayakta alkışlıyorum..
Teşekkürler Can Dündar.. Bizi anlayan erkeklerin var olduğunu bilmek ne hoş!

BU DEVİRDE KADIN OLMAK
Fıkralarda bile yoktur, yarım hamile olmak. Ama hayatta var.


Bu devirde kadın olmak, yarı hamile olmak gibi bir sey.

Aynı anda hem hamile olmak, hem olmamak, hem de olmak-olmamak gibi yani...


Hem seksi ve erkeksi savaşçı Zeyna, hem de giyinip süslenip Ken'i bekleyen Barbie Bebek olmak.

Hem erkeklerle, aynı okullarda eşit şartlarda okumak.

Hatta daha iyi olmak. Hem de işe girebilmek için patronlara 30'una kadar evlenmeme,çocuk yapmama sözü vermek. Her sabah cocuklarının anası,sevdiğinin kadını olarak uyanmak.

Tum dişi içgüdülerinle aynada hoş birini görene kadar çabalamak. Ve ardından ekmeğin peşine düşmek.

Erkek gibi calişmak. Işinde mantıklı, dışarda duygusal olmak.

İşinde atik, yırtıcı, tuttuğunu koparan.

Evinde narin, hassas, şefkatli olmak.


Güzellik bir yere kadar deyip.

O bir yere bir türlü varamamak. Hiç bitmeyen güzel, bakımlı, ince, genç kalabilme çabalari vermek. Kozmetiklere,estetik müdahalelere servet yatırmak.Nice okullar, üniversiteler okumak.

Masterlar, doktoralar yapmak. Ama hayatın anlamını ille de bir erkekte bulmak.

Hem saygıdeğer eş, muhteşem ev sahibi,basarılı iş kadını

Hem de o.... olmak.

Çok ciddi toplantılar, buyuk pazarlıklar yapmak.

Bunlari yaparken giydiğin ciddi pantolon takımlarin altına seksi jartiyer giymeyi unutmamak.

Seninle birlikte olmak için  ne taklalar atan bu adamların,senin namusunu korumak için seferber olup kurallar koymasına gülmek.

Bu devirde kadın olmak. Ardı ardına değişimler geçirmek. Bitmek tükenmek bilmeyen şizofreniler yaşamak.

Bu devirde kadın olmak. Dedim ya.. Yarı hamile olmak gibi birşey. Aynı anda hem hamile olmak, hem olmamak, hem de

olmak-olmamak gibi....

1 Kasım 2010 Pazartesi

DÜNYA YORGUN ARTIK

Hayat yorgun artık.. Neşeli neşeli gülümsemek yerine , en hüzünlü yönlerini gösteriyor misafirlerine. Geçip giden bunca milyon yıl yaşlandırmış ki dünyayı, beli bükük bir ihtiyar gibi ağır aksak yaşanıyor günler.

Evrenin gözü yaşlı, kulağı kapıda. Bir kurtaran olsa da taşımasam bunca insanın yükünü dercesine isyan ediyor. Yağmurlar, fırtınalar, tusunamiler, depremler... İsyan üstüne isyan çıkartıyor da kimse farkında değil.

Tamah edecek azı da bulamaz olduk ama gözümüz hala çokda. Göz bu istiyor, dünya yaşlı, dünya yorgun dünya bezgin.. Vermeyenin iki yüzü kara misali , esirgemekte diretiyor yüzü kapkara dünya.

Bir tatlı huzur isteyenlerin huzuru bile iki kelime arasındaki saliselerde gizli. Yakaladın yakaladın yakalayamadın bir sonra zamana kalıyor . O zaman ne zaman gelir bilinmez...

Bir elin hiç birşeyi yok, iki elin sesi bile çıkmıyor artık..Üçüncü beşinci eller gerek ama ellerin yerinde yeller esiyor. İnsanlar sağ cebindekini sol cebinden saklıyor..

Komşuda pişen, kimseye düşmüyor artık. Çünkü komşudaki komşuya bile yetmiyor..

Dünya yorgun artık..Can çekişiyor