Hürriyet

25 Şubat 2011 Cuma

HAYATIN KURALLARI VAR ALIŞACAKSIN!

İnsan herşeye alışır mı?

Cevabım koskoca bir EVVETTT!

Koskoca bir ameliyatı atlattık 14 saat süren. 5 saat sürmesi gereken ameliyat , kanamanın tekrar başlaması ile 13 saate uzadı.

O içeride, biz dışarıda savaş verirken neler gördüm neler yaşadım.

Ameliyathane - kan merkezi arası kan taşırken ellerinin arasında birinin hayatının sorumluluğunu taşımaya, acil kan için nöbetçi hekim imzası ararken düzen içindeki düzensizliğe uyum sağlamaya, o içeride iken dışarıda saatlerce haber almadan beklemeye, bu iş bitti diyip yavaş yavaş ölüm haberini duymaya alıştırıyorsun kendini.

Yoğun bakım kapısının önünde sabahlarken , savaşı kaybetmiş biri çıkartıldığında ilk tepkin ağlamak üzülmek yakınını teselli etmek oluyor. Bir süre sonra yoğun bakım kapısı açılıp içeriden her görevli çıktığında zıplar hale geliyorsun, aynı haberi  bende mi alacağım diye. 2,3,5 derken sonunda bir bakıyorsun ki, tepkisizleşmiş, bütün gelişi ile kabul eder hale gelmişsin herşeyi.

Yoğun bakımdan çıkarılan her yenik savaşçı, ilki kadar acıtmıyor canını. Bir iki günün sonunda ise sadece sesleri duyuyorsun ama gözünü bile açamıyorsun yanından geçirilene. Ruhun yorgun, bedenin yorgun ve olabilecek herşeye alışmış. Sen istemiyorsun belki böyle olmasını ama beyin kendi bildiğini okuyor ve hazırlıyor seni herşeye sen farkında olmadan.

Herkes de ayrı bir hikaye, herkes de ayrı bir hayat, herkes de ayrı bir dram. Ama o kapının önünde bekleyenlerin isteği duası hep aynı. " Hayırlısını ver Allahım! " diye yakarıyor herkes. Öyle hikayeler dinliyorsun ki , senaryo olsa insan yazamaz. Öyle kazalar, öyle hastalıklar, öyle hatalar. Ama birsüre sonra verdiğin tek cevap " Olacağı varmış, Allah sabır versin, Allah hayırlısını versin" oluyor. Çünkü duydukların , gördüklerin insan mantığı ile açıklanamayacak şeyler, açıklanamıyor.

Bazı hastalar bilinçleri açık yatıyor yoğun bakımda, sabah kahvaltılarını vermek üzere yakınları içeri alınıyor moral olsun diye. İşte o zaman başlıyor bir koşturmaca. Herkes içerideki yakınını tarif ediyor" bir bak" diyor " bir bak nasıl?"

İçilen bir yudum meyve suyu umut oluyor bazen , kaldırılamayan tek bir parmak umutsuzluk.Ama yine de herkes herşeyi duymaya görmeye alışkın orda. Doktorundan, hemşiresine, hastabakıcıdan kapının önünde bekleyen hasta yakınlarına herkes kabullenmiş olabilecek herşeyi. Farkında olmadan alışmış, alıştırmış kendini ama yine de yakınını az önce kaybeden bir hasta sahibinin oturduğu koltuğa oturmak istemiyor kimse kötü şans gelmesin diye....

Hayatlar bitiyor, hayatlar başlıyor.. Aşağısı acil servis. Her dakika bir olay, her dakika bir ambulans sesi.
Ben ambulans sesi duyduğumda fena olurum, ben ambulans sesi duyduğumda içim ezilir. Ona bile alıştım. Bir süre sonra duyulmaz oluyor o ses. Sıradan normal bir gürültü hepsi bu...

Hayat orada da akıyor, başka yerlerde de. Sadece kendi kuralları ile ve olacaklara yavaş yavaş seni alıştırarak..

16 Şubat 2011 Çarşamba

RH + / RH -

Bir haftadır hastane, kan merkezi, donör, taze kan, kan testi ailemizin yeni lügatı oldu. Babam koroner bypass olacak, istedikleri kanları toparlamaya çalışırken şahit olduklarım, yaşadıklarım, insanların yaşadıkları beni başka yerlere aldııı götürdü..

- Lütfen kan bağışı yapın. Herkes söylüyor heryerde uyarılar var. Sürekli duyulan şey sıradanlaşırmış ama bu gerçekten önemli bir olay .. Ben insanların yoldan adam çevirip kan sorduklarını gördüm!

- Lütfen kan bağışı yaparken formları samimi bir şeklide doldurun. Unutmayın ki sakladığınız herşey kanınızı verdiğiniz hastayı ölüme götürebilir.

- Test esnasında kanınız temiz çıksa bile , yakın zamanda yaşadığınız herhangi birşey enfeksiyon kapmanıza neden olmuş olabilir ve bu testlerde en az 3 ay içinde çıkar. Bu yüzden samimiyetiniz çok önemli yok samimi olmayacaksanız hiç kan vermeye gelmeyin zaten.

- Parayı bastırırım kanı alırım mantığını bir kenara atın. Herkes parayla kan almaya kalkar ve kan vermez ise parayla alınacak kan da kalmaz etrafta.

Birgün hepimizin ihtiyacı olabilir. Unutmayın!

Yarın büyük gün , babam ameliyat oluyor. Kan hususunda devletin de yapması gerekenler var. Herşeyden önce kan vermeyi eziyet halinden çıkartıp, özendirmeli.  Bu konudaki fikirlerim de  bir sonraki yazıya..




Sevgi ve sağlıkla kalın...

11 Şubat 2011 Cuma

HER YERDE KALP VAR!

Her yer kızardı, kıpkırmızı. Heryerde irili ufaklı bir sürü kalp var. Size yemin ederim bir kasap dükkanında bile gördüm bugün.

Adam üşenmemiş, kasap dükkanının camını sevgililer günü için özel olarak süslemiş kalplerle.

Bir eczanenin camında bir yazı " Sevgililer gününe özel kampanya. 2 viagra alana 3. viagra bedava". Abartmıyorum vallaha da billahada gözlerimle gördüm, görmez olaydım.

Belediyeler de katılmış aynı çılgınlığa. " Sevgiler gününde sevgilinize bir can hediye edin" sloganı ile sahipsiz yavru köpeklere yeni yuva arıyorlar. Ve geri alma garantisi de veriyorlar!!!! Hani diyorlar ki sevgilinden ayrıldın diyelim ve aldığı hediyeyi de gözün görmek istemiyor. Getir geriii !!!

Eminim çıkıp dolansam daha birsürü saçma ve komik şeylerle karşılaşırım. Ama daha fazlasına şahit olmak istemiyorum.

Sevgililer günlerinde en çok erkeklere acırım ben. Kabul edelim ki en romantik, en sürpriz yapmayı seven erkeğin yaptığı organizasyon bile yapay ve zorlamadır o gün. Çünkü yapmak zorundadır. Çünkü eşi, sevgilisi, karısı bunu ondan beklemektedir. Bu bir insan için nasıl bir azaptır?? Bir sürpriz yapmak zorundasın, romantik olmak zorundasın, hediye almak zorundasın. Hem de o gün! Tüm dünya ile aynı günde!

Hele ki partner hatun  böyle günlere takık , evdeki norman adamının sevgililer gününde süpermen olmasını bekleyen, sürprizlere aşık, sevgililer gününde hediyelere boğulmak isteyen biri ise vay o adamın haline!!

Basit ve sıradan bir gülün bile bir önceki gün 3 TL'ye satılırken, sevgililer gününde 30 TL'lere kadar çıktığını varsayarsak ben erkeklere acırım arkadaş. Nice adam tanırım ki , sevgililer gününden bir gün önce gülü alıp özenle dolapta saklayan ve bir gün sonra sevgilisine veren.

Bir de bana zaten inandırıcı gelmez o gün gelen hediyeler o da ayrı mevzu. Bilirim ki hatırlamasına gerek yoktur o günün. Zira her türlü dükkan, reklam, ilan, pankart, komşu, eş, dost tarafından erkeğin kendisine doğrudan ya da dolaylı yoldan hatırlatılmış , hatta gözüne gözüne sokulan bir gündür sevgililer günü.

Hem baskı altında alınan hediyeden, yapılan sürprizden ne hayır gelir allasen! Bir de insan ister istemez şartlanmıyor mu o güne ona uyuz oluyorum arkadaş. En takmayan ben bile, bazen yakalıyorum ki kendimi ne hediye alsam diye düşünüyorum. Hani eskaza kocam bana birşey alırsa falan altta kalmayayım diye. Bu ne yapay bir duygudur arkadaş!

Son lafım da o gece hazırlanan, kalpli , böcüklü, kırmızılı masalara. Masalardan bir sevgi pıtırcıklığı hali akıyor da sizin aklının eriyor mu hangi erkek kalp şeklinde bir kurabiye yerken onun şekline hayran olsun,  hangi erkek uğurböcekli kırmızılı kalpli peçeteler kullanırken kendinden geçsin?

Biraz daha empati bayanlar , biraz daha empati yapmalıyız..:)

Sevgiyle..

10 Şubat 2011 Perşembe

SOKAK TOZU SARISI

Kimdir bana karşıdan bakan?
Sol kaşının üzerinde çakıl taşı yarığı,
Saçları sokak tozu sarısı
Dudağının kenarında horoz şekeri izleri
Dizleri yaralı, bereli.

Hey küçük kız
Sen aynı ben
Sen aynı benim geçmişteki izlerim
Sen benim binlerce dünkü hayatım
Sadece bir farkı var yaşadıklarımızın
Henüz senin benim gibi sürekli ağrımıyor sol yanın!

HAYDİ KADINLAR İŞE!

Kadınlar çalışmıyor deniyor, kadınların işgücüne katkısı çok az, eğitimli kadınlar bile evde oturup çocuk bakmayı tercih ediyor deniliyor.

Dünya istatistiklerinde çok gerideyiz diye söyleniyor, çalışan kadın oranımız çok düşük diye.

Hele ki çocuk olduktan sonra kadınlar sosyal yaşamdan ve hayattan soyutlanıyor, kendine ayıracak vakti bile kalmıyor deniliyor.

Bunun sonucunda mutsuz kadınların oranı artıyor diye yazıyor gazetelerin sosyal yaşam ekleri, kadının ekonomik özgürlüğü olmadığı için şiddete maruz kalıyor diye ortalığı ayağa kaldırıyor kadın dernekleri haklı olarak.

Çalışan bir kadın olarak söylüyorum ki, ekonomik özgürlüğü olan bir kadın olarak, şiddete maruz kalmayan, eğitimli, çocuklarına aile yakınları tarafından bakılan bir kadın olarak söylüyorum ki, biliyor musunuz ne haldeyim?

Biliyor musunuz çalışmak için nelere katlanıyorum, hergün kafamda kaç tilki dönüyor, kimleri mutlu etmek için bin takla atıyorum, ruh sağlığım her geçen gün nasıl daha da çok bozuluyor. Çalıştığım ve ekonomik özgürlüğüm olduğu için çok mu mutlu olmam gerekiyordu? Ama olamıyorum! Pardon ben biryerde yanlış mı yapıyorum?

Bir de yakınlarına çocuk baktıramayanlar var ki , düşünmek bile istemiyorum!

Siz bilir misiniz ki , çocuğun varsa çalışmak ne zordur? Bilir misiniz ki o çocuğu güvenle emanet edebileceğin birilerini bulmak ne güç iştir?

Hadi iyi bir bakıcı buldun diyelim, o bakıcının istediği en az 800 TL'yi verebilmek için kaç lira maaş almanız gerekir?

Kreşe göndermeye karar verdiniz bir özel kreş kaç paradır haberiniz var mı? İlköğretim okullarının kreşlerinin bir çoğunun yarım gün , yarım gün olmayanların 17.00'a kadar olduğunu ama iş çıkış saatinin yüzde 90 oranında 18.00 olduğunu, işten çıkıp yuvaya yetişmenin en iyi ihtimal 19.00 olduğunu biliyor musunuz?

Çocuğumuz okula gidiyorsa , etütlü bir devlet okuluna versek bile ödevler yapılacak diye bir de eve sayfalarca ödev geldiğini ve bizim minicik çocuğumuzla birlikte gece 10'lara kadar ödev yapmak zorunda kaldığımızı farkettiniz mi hiç?

Belediyelerin birçok ücretsiz etkinliklerinin hafta içi olduğunu, sinemalarda indirimli seansların haftaiçi gündüz olduğunu, veli toplantılarının sürekli hafta içleri yapıldığını ve nemrut patrondan izin almanın ne denli zor olduğunu, birtakım okul gezilerine velisiz öğrenci kabul edilmediğini çocuğumuz üzülmesin diye patronumuza ne yalan söyleyeceğimizi 1 ay öncesinden düşünmeye başladığımızı, hastalık aşı vb. nedenlerin birsüre sonra izin sebebi sayılmadığını ve sürekli göze battığını anlamlandırabilir misiniz?

Annelik ve iş kadını olmak arasında sürekli tercih yapmak zorunda olduğumuzu farkediyor musunuz. Kafamızın, ruhumuzun, bedenimizin rahat olmadığını en sonunda yapmamız gerekeni yapıp çocuklarımıza bakmayı tercih ettiğimizi anlamak bu denli güç mü?

İstatistikler, hesaplar, kitaplar, raporlar, seminerlerde tvlerde sürekli kadının iş hayatına katılımı konusunda ahkam kesenler. Sonuç ? Çözüm? Hani nerde?

Devlet uygun fiyatlı, temiz, şevkatli bakıcıları olan çocuk bakım evleri açtı da benim mi haberim yok?

İşsiz ve çocuk gelişim okullarından mezun olmuş gençleri eğitti, ve evlere uygun bir fiyat karşılığı bakıcı olarak mı göndermeye başladı?

Çalışan annelere okullarında, kreşlerinde daha uzun saatler kalabilmeleri için bir girişim mi başlattı?

Devlet hastaneleri, ssklar haftasonları çocuklar için poliklinik hizmeti veriyor da ben mi duymadım?

Kim ne yaptı? Kim ne yapıyor? Öyle ahlam kesmekle olmaz, aynası iştir kişinin lafa bakılmaz!

9 Şubat 2011 Çarşamba

ZORLUKLAR ÜLKESİ

Doğurmak zor bu ülkede... Hastane mikrobundan, yanlış teşhisten, yenidoğan servisinde yangından, ansızın yatağından kaçırılmasından , başka bir bebeklerke karıştırılmasından koruyacaksın bebeğini.

Bebek yetiştirmek zor bu ülkede... Bebek kaçıranlardan, organ mafyasından, yanlış teşhisten, hatalı aşıdan, aile büyüklerinin kundağıdan, şekerli suyundan, bin tane abuk subuk uygulamasından, bakıcının dehşetinden, yuvanın şiddetinden, mamanın gdosundan, bezin ve oyuncakların kanserojeninden koruyacaksın.

Çocuk yetiştirmek zor bu ülkede. Kapıcıdan, bakıcıdan, komşundan, akrabandan, öğretmenden, hademeden , abuk subuk derslerden, SBS'den, okul basıp öğretmen öldüren manyaklardan, dilenci mafyasından, tecavüzcüden, tacizciden  zarar vereceğin kim olduğunu bilmeden  en yakınından bile koruyacaksın.

Ergen yetiştirmek zor bu ülkede, internetten, aptal saptal dizilerden, okul kapısı önlerindeki uyuşturucu tacirlerinden, çetelerden, sahte Polatlar'dan, facebooktan, twitterdan, abuk subuk online oyunlardan, Üniversite sınavlarından, yökten, hergün değişen sistemden koruyacaksın.

Genç olmak zor bu ülkede. En başta işsizlikle mücadele edeceksin.

Kadın olmak zor, edebi var , adabı var, örfü var, töre cinayeti var, kayınvalide eziyeti var, koca dayağı var, çalışmak istiyorsan çocuğunu baktıramama derdin var, çalıştırılmama var, okutulmama var, taciz var, tecavüz var, hakkında atıp tutan var, camdan bile bakmama var, kadın bilmez var, kadın konuşmaz var, üstüne kuma getirilme derdin var, boşanamama var var da var.

Erkek olmak da zor, çalıştığını eve para yettirme var, erkek adam ağlamaz var, erkek adam öyle ulu orta yerde çocuk sevmez var, karısını öpmez var, erkek adamın erkek oğlu olurlar var, erkek adamın karısı çalışmaz var, erkek adamın illa ki çocuğu olacak iddiaları var, erkek sekse herzaman hazırdır görüşü var, uzuuun uzunn bir askerlik var var da var.

Yaşalanmak da zor bu ülkede, emekli maaşı var ( yok) , emekli maaşı kuyruğu var, yaşlıyken bakımevi bulmak var, hadi buldun şevkatlisini bulmak var, evlatlarının içler acısı haline üzülmek var, ben geldim gidiyorum ne olacak bu çocukların geleceği ülke hergün daha da kötüleşiyor düşünceleri var, yaşlısın diye itip kakanlar var, yaşlılara uygun olmayan toplu taşıma araçları var, yollarda kaldırımların olmayışı var, keskin nişancı gözüne göre ayarlanmış yazılar var.

Yok yok bu ülkede, yok yok!

4 Şubat 2011 Cuma

BİR SINAVDI VE HEPİMİZ BÜTÜNLEMEYE KALDIK

Hergün yüzlerce insan ölüyor, vahşice öldürülüyor, her dakika yüzlerce bebek annesiz babasız kalıyor, yüzlece anne baba bebeğini kaybediyor. Her dakika birileri doğuyor. Doğanlar ölenlerin sayısal boşluğunu dolduruyor. Biryerlerde patlamalar oluyor, insanlar mahsur kalıyor madenler göçüyor, tekneler devriliyor.
Tanıdığımız kişilerin ölmesi içimizi yakıyor, tanımayıp  duyduklarımız üzüyor.

Ama topluma malolmuş, tanınmış, ünlü kişilerin ölmesi o toplum için büyük bir sınavdır. Velevki o ölen kişi arkasında soru işaretleri bırakıp da gittiyse bu sınav verilmesi en güç sınavlardan biridir.

O saatten sonra en eğitimlisinden , en cahiline herkesin ağzından çıkana kulak vermek o toplumun insanlığını, nezaketini, saygısını anlamak için büyük bir fırsattır.

Genç bir kadının ölümünün arkasından Allah Rahmet Eylesin, Allah kalanlara sabır versin deyip susmak yerine, bu cümleleri söyleyip Amaaa ile arkasını getirenler, namus bekçiliğine soyunanlar, kendini savunamayacak kadar uzaklara gitmiş üstelik arkasında bir de bebe bırakmış bir kadını deyimi yerinde ise sözleri ile recm etmeye kalkanlar, Altan ailesi ile arasındaki husumette bir adım önde olabilmek ve gol atabilmek adına bu ölümü bir koz olarak kullanan gazeteciler( okumak için tıklayın), tv programları biraz daha raiting alsın diye bu konu ile ilgili dedektif kesilen sabah programı sunucuları, hesabı Allah'a bırakmadan günahını sevabını ölçenler biçenler, polise ifade verirken Defne Joy ile aralarında bir duygusal yakınlaşma olduğunu ama cinsel bir birleşme olmadığını iki lafında bir vurgulayan beyefendi (duygusal yakınlaşma kriminal bir olay değildir) hepiniz bu büyük sınavdan sınıfta kaldınız.

Hatta herhangi birimiz içimizden acaba diye bile geçirdiksek sınıfta kaldık.

Zira ölünün arkasından kötü konuşulmaz, sadece rahmet okunur. Gerisi yaradana kalmıştır.

Birkaç satır öncede yazdığım gibi, ünlü kişilerin ölümüne toplumun vereceği tepki , o toplumun yapısını gösterir, o toplum için büyük bir sınavdır. Biz bu sınavdan bütünlemeye kaldık!

Fotoğraf internetten alıntıdır.

2 Şubat 2011 Çarşamba

HİÇ AKLIMIZDA YOKTUN!

Ey ölüm! Yine hatırlattın kendini bize!

Milyonlarca insanın içine ölüm korkusu düştü yine...

Oysa 3 saat önce aklımızda bile yokken, hiç ölmeyecekmiş gibi sanırken kendimizi, yine geldin çöreklendin yüreğimizin bir köşesine.

Biz ölümü kimseye yakıştıramayan ölümlüleriz. Biz öleceğinimizi bile bile ölmeyecek gibi yaşayabilme yeteneği ile donatılmış yaratılmışlarız. Biz ölümü unutanlarız.

Ama ölüm kendini unutturmayan. Ölüm hep bir kapı arkasından, bir pencere kenarından sessizce bizi gözetleyen. Ölüm ansızın olmadık bir olayla kendini hatırlatan. Ölüm hiç acımadan alıp götüren, hayattan kopartan. Ölüm hep arkasında keşkeler bırakan.

Kim olursak olalım, ne yaşarsak yaşayalım, iyi, kötü, yaşlı, çirkin, genç, anne, baba, kardeş, en iyi arkadaş, kariyerinin zirvesinde, eğitimili, donanımlı yada beterin en beteri. Hepimiz ölümlüyüz, hepimiz her aldığımız nefeste aslında tükenip ölüyoruz. Hangi nefesin son, hangi kalp atışının bitiş olduğunu bilmeden zamanımızı tüketiyoruz.

Şundan öldü, bundan öldü, yapmasaydı, ahh keşke gitmeseydi, yemeseydi.. Di di , dı dı.. Keşkeler keşkeler..

Oysa ölüm keşkeleri kaldırmaz, oysa ölümü keşkeler engellemez, öülmün önüne hiçbirşey geçemez.

Ölüme bahane lazım, ölüme arkasına saklanabileceği bir kılıf lazım. O bahaneyi de kılıfı da bulmanın ustasıdır ölüm. Bir ipte iki cambaz oynamaz, ölüm zamanı geldiğinde hiçbirimizin gözünün yaşına bakmaz....

1 Şubat 2011 Salı

VARSAN KİME NE, YOKSAN KİME NE...

Bir varlık, bir benlik savaşı var dünya üzerinde. Herkes hep var olma peşinde, hepimizin egosu havada çarpışıyor, hepimizin ağzından çıkan ilk söz BEN.

"BEN, BENCE, BANA GÖRE" diye başladığımız, ....... ...........olmalı çünkü BEN BÖYLE İSTİYORUM diye bitirdiğimiz cümlelerimiz günlük konuşmamızın kimbilir yüzde kaçını kaplıyor.

Hiçbirimiz eksik, noksan, hatalı değil. Hiçbirimiz yenilgiyi, yanlış yapabileceğimizi kabul etmiyoruz. Hepimiz herşeyin en iyisini biliyor en iyisini söylüyoruz. Herşeye sahip olmalı, herşeyimiz tastamam olmalı, istediğimiz an istediğimiz şeye kavuşmalıyız. Nefsimiz susmak bilmiyor, kapılmışız gözü doymak bilmeyenin peşine ardı sıra koşuyoruz mola vermeden. İğneyi de çuvaldızı da başkasına batırıyor olmamız sanki marifet.

Sanki biz olmassak dünya dönmeyi bırakacak, sanki bizsiz yaprak kımıldamayacak, çiçek açmayacak.
Bu denli önemsiyoruz ki kendimizi hepimizin başı dik burnu havada, kusursuz yontulmuş heykeller gibi mağruruz. Oysa sadece baktığı yeri gören gözlerimiz, burnunun ucundaki kokuyu bile duymaktan aciz burnumuz, hırslara uzanan ellerimiz ve susmak bilmeyen, durmadan kendi için birşeyler isteyen iç sesimizden ibaretiz de farkında değiliz.

Oysa ki, ben yokum dediğinde başlamaz mı varlık. İstemekten gerçekten vazgeçtiğin anda seni bulmaz mı istediğin, ben hiçbirşey bilmiyorum diyen değil midir en çok bilen ve yana yana sönmek yoluna başını adayan değil midir gerçek aşık....

Yüz'de ısrar etme, doksan da olur. İnsan dediğinde, noksan da olur. Sakın büyüklenme, elde neler var. Bir ben varım deme, yoksan da olur.



Hz.Mevlana