Hürriyet

10 Ocak 2012 Salı

SANA CENNET GÖRÜNEN BENİM CEHENNEMİM ASLINDA

Sabahın sessizliğini bozan telefonun alarmını kapatmak için elini yorganın altından hızlıca çıkardı. Oda oldukça soğuktu. Telefonu alıp yorganın içine tekrar girdi.Burnuna gelen keskin alkol kokusu dün geceyi hatırlattı ona ve midesinin bulandığını hissetti. Yattığı yerde gerindi, gözlerini ovaladı. Yavaşça sıcak yatağından çıktı, üzerine sabahlığını aldı ve parmaklarının ucuna basarak kocasını uyandırmadan odadan uzaklaştı.

Günün en çok bu saatini seviyordu. Sessiz, sakin, huzurlu ve sadece ona ait olan saatlerdi bunlar. Su ısıtıcısının düğmesine bastı, mutfak penceresini araladı. Temiz ve soğuk hava ciğerlerine dolarken, kolundaki morluğu farketti. Dün gece olmuş olmalıydı. Su ısıtıcısının "takk" diye çıkardığı ses ile kendine geldi. En sevdiği fincanına kahve koydu, üzerine sıcak su. Fincanını alıp eline, giyinme odasına doğru yol aldı.

Bugün önemli müşterileri ile toplantısı vardı. Siyah önden yırtmaçlı kalem bir etek, kolundaki morluğu kapatmak için uzun kollu dar kesim uçuk mavi bir gömlek geçirdi üzerine. Siyah ince çorabı bacaklarında da olan morlukları kapatıyordu. El çabukluğu ile makyajını tamamladı, saçlarını tarayıp eliyle havalandırdı, en sevdiği parfümü olan hyponese'u sıktı, kahvesinden bir yudum aldı ve aynaya zoraki bir gülücük attı.

Yeni bir gün başlıyordu yine. Başarılı, modern, eğitimli iş kadını rolünü oynamak için kıyafetlerini giymiş, savaş boyalarını sürmüş, yüzüne sahte ama kendinden emin gülümsemesini yerleştirmiş evden çıkıp ofisine gitmeye hazırdı.

Oysa her yeni gün bir önce günün tekrarıydı onun için. Gündüzleri ruhunu yaralayan akşamları unutmak için kendini işine veriyor, tüm ruhuyla tüm gücüyle durmaksızın çalışıyordu. Bu çalışma şekli yöneticileri tarafından büyük takdirle karşılanıyor ve her sene bir terfi ile ödüllendiriliyordu.
Akşamları ise işten geldikten sonra hastalıklı bir şekilde saatlerini sofrayı hazırlamak için harcıyordu. Saatler boyu sofrayı kocasının kusur bulamayacağı hale getirmek için büyük çaba sarfediyor, kocası geliyor, nazik ve ateşli bir şekilde karısını öpüyor ve sofraya oturuyordu. Bir kaç kadeh içtikten sonra o nazik adam gidiyor yerine bir canavar geliyordu.

Her akşam türlü bahaneler ile tartışma başlıyor, tartışmanın şiddeti alevlendikçe kadın olduğu yere siniyor, sindikçe adam daha da kabalaşıp kadına vurmaya başlıyordu. Gece önce dayak devamında tecavüz ve nihayetinde adamın af dileyen ağlamaları ile son buluyordu.

Kadın bu gidişe bir son demek gerektiğinin farkındaydı ama nedense eli kolu bağlı bir cehennemin içinde yaşıyor, kimseye bu olanlardan söz edip yardım isteyemiyordu. Utanıyor muydu, korkuyor muydu yoksa yıkıp yeniden inşaa etmeye gücümü yoktu yorgun ruhunun.

Bir kurtarıcı bekliyordu kadın. Bir el. Bir ses. Bir yardım isteği, bir destek..

Emindi ..Bir gün birinin eli ona uzanacak ve içinde yaşamak zorunda olmadığı bu cehennemden çekip kurtaracaktı. Başka bir hayata adım atması için, yüreğindeki gücü bulmasını sağlayacaktı..

8 yorum:

  1. o kadar çok yaşayan vardır ki bu durumu...

    dışarıdan bakınca her şeyi yolunda zannettiğimiz insanların iç dünyalarında neler yaşadığını kimse bilemez.

    her şey ilk kez göz yumulduğu an başlıyor aslında. sevdiğinden, istediği için yapmadığına-elinde olmadığına inanarak, alttan alarak ya da muhtaçlık duygusu ile sessiz kalınıyor. gel gör ki her göz yumuş, yeni morluklar doğuruyor.

    ebebi her ne ise, dilerim bunları yaşayan herkes kendisinde vazgeçecek gücü ve imkanı bulur. dilerim yaraları kapanır...
    nasıl zor, nasıl çekilmez bir şey olduğunu gerçekten yaşamayan, şahit olmayan anlayamaz.

    YanıtlaSil
  2. nini@ sokakta hergün gördüğümüz gülen yüzlü kadınların kimbilir kaçı içinden ağlıyor böyle şeyler yaşadığı için. İstatistiklere göre eğitimli eğitimsiz farketmiyor kadınlar herşeyden önce utançlarından ses çıkaramıyorlar.
    Bu utancın sebebi de yine bizleriz aslında.
    Sözlerimizle olmasa bile gözlerimizle, davranışlarımızla ayıplayan, acımayı yardım ve merhamet zanneden bizler. Böyle birşey yaşayan hemcinsimizi duyduğumuzda üzülüyoruz ama ayıplıyoruz da, ona acıdığımızı göstere göstere belli ediyoruz, utandırıyoruz. Kendi kazdığımız kuyuya kendimiz düşüyoruz aslında..

    YanıtlaSil
  3. Bu postu okuduktan sonra gayet güzel kısa öyküler yazacağınıza inandım :)

    YanıtlaSil
  4. Bolat@ çok teşekkür ederim. Benim için ne gurur verici bir yorum ..

    YanıtlaSil
  5. Çok güzel yazmışsın Bozbek ve o kadar çok örneği olan bir konuya değmişsin teğet geçmeden. Maalesef utanma denilen aptal bir kavram dayatılmış kadına. Aslında utanması gereken bunu yapan Erkek/ler. Kadın değil ki.. Aciz olana el kaldıran aslında kendisine güveni olmayan hastalıklı insanlar.. Ama kadınlarımız bu hastalıklı insanlara tepki göstermedikçe bu böyle sürecek.. Kendisi savaşmadıkça da ne yazık ki hiç bir el uzanmayacak..

    YanıtlaSil
  6. Dayatılanla Yaşamak@ Utanmamayı öğretmek ve teşvik etmek gerekiyor bir şekilde..

    YanıtlaSil
  7. PENCERENİN DIŞINDAN BAŞKA HAYATLARA BAKINCA HERŞEY NEKADARDA FARKLI GÖRÜNÜR BAKANA , OYSA YAŞANANLAR KİMBİLİR NASILDIR... ANCAK YAŞAYAN BİLİR...
    Kİ BU YÜZDEN BAZI ŞEY ANLATILAMAZ YAŞANIR VE ANCAK O ZAMAN ANLAŞILIR...

    YanıtlaSil
  8. Elif@ çok doğru.. Dışı seni içi beni yakar demişler ya o yüzden yargılamadan önce 2 kere düşünmek lazım ...

    YanıtlaSil