Hürriyet

28 Ocak 2012 Cumartesi

KUZU TANDIRIN İÇİNE BİR PARÇA DA AŞK LAZIM

Yapacağı yemeğin mazlemelerini tezgaha çıkarmak için işe koyuldu.
Ahh şu kasaplar. Ne zaman aldığı eti şu şeffaf ve zar gibi naylonlara sarsalar önce pakedi düzgünce açmak için ucunca bir süre uğraşıyor en sonunda bir cinnet haliyle eline ilk gelen yerden pakedi yırtıyordu. Bu sefer de aynısı oldu. Kemiksiz kuzu kolu açmak bir sinir harbine dönüşüyordu ki parçalayarak açtı naylonu. Eti yıkadı. Bir yerlerden kulağında kalmıştı et yıkanmaz diye ama yine de içi rahat etmedi yıkamadan. Her et yıkadığında aynı şey aklına gelirdi ama herseferinde de yıkardı.
Süzülsün diye süzgece bıraktı. Süzgecin altını koymayı unuttuğunu tezgahı kaplamakta olan pembemsi suyu farkedinde anladı. Okkalı bir küfür savurdu. Tezhagı temizledi, süzgecin altını yerleştirdi ve soğanları soymaya başladı. 2 tane soğanı soyup çelik tencerenin içine bıraktı. O esnada su ısıtıcısının düğmesine bastı. Bir kahve içmeye istiyacı vardı. Eti tencereye soğanların yanına koydu.
Ocağın altını açtı. Yıllar önce tarifi veren ablası " mum gibi yanacak ocağın altı" demişti. " Mum gibi yak ocağın altını ve unut onu en az 3 saat"

Yapması çok kolay ama misafir ağırlamak için harika bir yemekti bu. Sıklıkla yapardı ve çok beğenilirdi yiyenler tarafından. Ocağın altını açtı keyifsiz ve isteksiz. Bugün canı yemek falan yapmak istemiyordu. Onun için bu uğraştırmayan ve kendi kendine pişen yemeği seçmişti zaten. Ateş çoktu, iyice kıstı altını ve kendi halinde pişmeye bıraktı söylene söylene.

Kafeinsiz kahvesinden attı fincana dolu dolu bir tatlı kaşığı. Üstüne de sıcak suyu boca etti. Dünden kalma krem şantinin bir kısmını da fincanın üstüne koydu ve salona geçti. Kitap okudu, dergileri karıştırdı, meftune diye bir tarif çarptı gözüne. Aklındaki denenecekler listesine yazdı. 3 saat geçmişti ama gidip yemek pişmiş mi diye bakası bile yoktu. İstemeye istemeye mutfaın yolunu tuttu. Hep böyle olurdu zaten ona. En basit şeyi bile canı yapmak istemediğinde eziyete dönüşür, gözünde büyütürdü. Ve en nihayetinde yaptığı şeyden de bir hayır gelmezdi zaten.

Mutfağa giderken annesinin bir sözü geldi aklına. " Yemeğe aşkını ve sevgini de katacaksın, o zaman birşeye benzer. Herkesin elinin lezzeti farklı derler kızım. İşte bundan. Yaptığın yemeği ne kadar seversen o kadar güzel olur" Geçekten de doğruydu. Birçok kez tecrübe etmişti. Severek yaptığı herşey çok güzel oluyor ama istemeden yumurta kırsa o bile birşeye benzemiyordu.

Tencerenin kapağını açtı. Et suyunu salmış ve çekmişti. Yemeğin en civcivli kısmına gelmişti sıra. Eti yakmadan karamelize etmek gerekiyordu. Bu da yaklaşık 10-15 dakika başından ayrılmamayı gerektiriyordu. Nazik ve eti dağıtmadan çevirerek karamelize etti eti. Tuzunu ve birkaç tane karabiberi etin içine attı. Ocağın altını kapattı. Soğanları etin yanından altı. Yemek hazırdı.

Ucundan tadına baktı. Tadı, tuzu, yumuşaklığı herşeyi yerindeydi ama farkediliyordu aşkını katmamıştı :)

Meraklısına Not : Yoğurtlu pazı çorbası ve bademli pilav ile iyi gidiyor..
Benim yemek tarifim de anca bu kadar oluyor :))))

7 yorum:

  1. en kötüsü bu galiba.Herşeyi bilmek ama o heyecanı kaybetmek.Yemeğe kadar giren bu aşkın eksikliği, tuzdan daha önemli.Onun hiç değilse telafisi var.

    YanıtlaSil
  2. bence çok keyifliydi.. sen yemekleri böyle tarif edersen benim aklımda kalır ve tüm çevremi de ne olduğu belirsiz yemeklerden kurtarırsın.. bayıldım yaw..

    YanıtlaSil
  3. jetlagis@ eksik aşkın telafisi yok dimi :(( Haklısın..

    YanıtlaSil
  4. Dayatılanla Yaşamak@ öykülü yemek tarifleri diye bir etiket mi yapsam acaba?

    YanıtlaSil
  5. bana daha çok gerilim gibi geldi.
    :)

    YanıtlaSil
  6. deeptone@ kemiksiz kuzu koldandır o, kemiksiz kuzu koldan :))

    YanıtlaSil