Birden işyerinde olduğunu hatırladı. Küvetin kenarından kalktı , elini yüzünü yıkadı. Aynada gördüğü endişeli yüz onu uzun bir süre yanlız bırakmayacaktı.
Yeni bebek haberi tüm ailede sevinçle karşılanmıştı. Minik bebek annesinin karnında hergeçen gün biraz daha büyüyordu. Annesinin ona olan sevgisi ve gelecek hakkında ki endişeleri de öyle..
Kızını öyle çok seviyordu ki , bu sevgiyi ikiye bölebilecek miydi ? Minik bebeğini , kızını sevdiği kadar çok sevebilecek miydi acaba? Hem yeni gelecek olan bebeğe , hem de kızına haksızlık yapmaktan, onları incitmekten ölesiye korkuyor bu düşünceler onu yiyip bitiriyordu. Tüm bu düşüncelerin ortasındayken bir yaz akşamı küçük ama akıllı kız annesinin kendine bile itiraf etmekten çekindiği o soruyu çocuk masumluğu ile annesine soruverdi.
- Anne, ben kardeşimden önce doğdum. Kardeşim babamın gerçek çocuğu ama ben değilim biliyorum. Kardeşim gelince babam beni daha mı az sever?
Ve minicik gözlerinden inci tanesi yaşalar dökülmeye başladı. Annesinin yüreğini delen ikinci cümle arkadan geldi
- Anne, kardeşim doğunca ben fazla olacağım aranızda. Beni göndericek misin? Anne korkuyorum! Beni diğer babama gönderme!
Kadın, canından çok sevdiği kızının da içinde büyük fırtınalar koptuğunun farkına vardı. Minicik ruhu ne kadar büyük dertler ile uğraşıyordu böyle. Kızını kollarının arasına aldı , sıkıca sarıldı.
- Sen bizim biriciğimiz, ilk göz ağrımızsın. Minik bebeğimizin ablasısın. Önemli olan kim sayesinde doğduğun değil; sana kimin baktığı, sana kimin sevgi gösterdiği ve seni kimin yetiştirdiğidir. Sen babanın gerçek çocuğusun. Çünkü o seni çok seviyor ve senin için büyük emek veriyor. Bir çocuğun yetişmesinde emeği ve payı varsa o insanlar gerçek anne ve babadır. Bunu aklından sakın çıkarma. Büyüdükçe bunu çok daha iyi anlayacaksın. Bu konuyu ve endişelerini onunla da paylaşabilirsin. Sen hep bizimle kalacak ve asla bir yere gitmeyeceksin. Biz bir aileyiz ve hep öyle kalacağız. Sen diğer babanı görmek isteyene kadar, seni onunla karşılaştırmayacağım. Sakın korkma. Zaten nerde olduğunu ve ona nasıl ulaşabileceğimi de bilmiyorum. Sana daha önce de anlattığım gibi, sen daha küçücük bir bebek iken biz ayrıldık ve birdaha birbirimizi hiç görmedik. Biraz daha büyüyünce olanları sana daha rahat açıklayabileceğim ve sende daha iyi anlayacaksın.
Deniz mavisi gözlerini yumdu çocuk. Annesinin anlatıkları onu rahatlatmıştı. Yüzünde tatlı bir tebessümle uykuya daldı.
Devam edecek...
İnsan her durumda bir başkasıdır. Arthur Rimbaud
Hürriyet
30 Eylül 2009 Çarşamba
28 Eylül 2009 Pazartesi
İKİNCİ DEFA ( 2)
Kendide , bebeğide küçücüktü yeni hayatlarına başlarken. Deyim yerinde ise birlikte büyümüşlerdi. Yepyeni hayatlarına birlikte adım atmışlar, bir çok zorluğa birlikte katlanmışlardı. Taa ki, kadının karşısına hep beklediği hayat arkadaşı çıkana, çocuğuna babalık yapmaya başlayana kadar. Yeniden evlendiğinde kızının yaşı 3'ü biraz geçmişti. Herşey rüya gibi başlamış ve rüya gibi devam ediyordu. Kızı yeni babasını çok çabuk kabullenmiş, kabullenmekten de öte kalbinin en sevgi dolu yerine yerleştirmişti bile. Öyle içten baba diyordu ki, her duyanın gözleri doluyordu.Meğer ne kadar çok ihticayı vardı bu küçücük yüreğin baba demeye. Ağız dolusu baba diyor, yürek dolusu seviyor, öpücüklere boğuyordu yeni babasını. Babasının da ondan aşağı kalır yanı yoktu. Küçümenciğin ihtiyacı olan bütün şevkati veriyordu.
Kadın bulutların üstünde idi. İyi bir evliliği vardı. Aşık olduğu adam yanında idi. Aşık olduğu adam baba olmaya çok çabuk alışmıştı. Kadın mutluydu, çocuk mutluydu, adam mutluydu..
Şimdi ailelerine yeni bir üye daha katılacaktı. Acaba birşeyler değişecek miydi? Kadının aklına böyle bir cümle düşünce yüreği buz kesti. Elini şevkatle karnının üstüne koydu. Gözleri buğulandı. Kalbi bir başka deli atmaya başladı. Minik kızının yüzü geldi gözlerinin önüne. Masum, mutlu yüzü. Bu bebek bu mutluluğu gölgeler miydi acaba? Kafasını sağa sola sallayarak silkindi. Bu düşünceyi kafasından uzaklaştırmaya çalıştı. Hem böyle birşeyi düşünmekten kendini alıkoyamıyor hem de aklına böyle bir düşünce geldiği için kendinden utanıyor , karnındaki minicik bebeğine ihanet ettiğini düşünüyordu.
Devam edecek...
Kadın bulutların üstünde idi. İyi bir evliliği vardı. Aşık olduğu adam yanında idi. Aşık olduğu adam baba olmaya çok çabuk alışmıştı. Kadın mutluydu, çocuk mutluydu, adam mutluydu..
Şimdi ailelerine yeni bir üye daha katılacaktı. Acaba birşeyler değişecek miydi? Kadının aklına böyle bir cümle düşünce yüreği buz kesti. Elini şevkatle karnının üstüne koydu. Gözleri buğulandı. Kalbi bir başka deli atmaya başladı. Minik kızının yüzü geldi gözlerinin önüne. Masum, mutlu yüzü. Bu bebek bu mutluluğu gölgeler miydi acaba? Kafasını sağa sola sallayarak silkindi. Bu düşünceyi kafasından uzaklaştırmaya çalıştı. Hem böyle birşeyi düşünmekten kendini alıkoyamıyor hem de aklına böyle bir düşünce geldiği için kendinden utanıyor , karnındaki minicik bebeğine ihanet ettiğini düşünüyordu.
Devam edecek...
26 Eylül 2009 Cumartesi
İKİNCİ DEFA ( 1)
Kalbi hızla çarpıyordu. Acaba testin sonucu ne çıkacaktı? Bir kaç saniye sonra minik bir canlının daha dünyaya merhaba diyeceğinin habercisi olan o pembe çizgi beliriverdi.. Hamileydi..Kalbi atmaya , midesinde kelebekler uçuşmaya başlamıştı. Bu ilk tecrübesi değildi, bir kızı vardı 5 yaşında. Ama sanki ilkmiş gibi heyecanlanmıştı.
Küvetin kenarına oturdu. Biraz sakinleşmeye ihtiyacı vardı. Kafasının içinde binbirtürlü düşünce, sonu birtürlü gelmeyen cümleler dolanıyor, küçük küçük adamlar konuşuyordu. Heyecan, sevinç, korku, telaş, endişe ... Bütün duygular birbirine girmiş biri diğerinden birtürlü ayrılmıyordu.
Hamile olduğunu kocasına nasıl söylemeliydi acaba? Peki kızına bu durumu en doğru şekilde nasıl anlatacaktı? Acaba erken bir zaman mıydı bir çocuk sahibi daha olmak için? Doğru mu yapıyordu? Yoksa kimselere söylemeden bu hamileliğe bir son mu verseydi? Evet belki de en doğrusu buydu!
Bu ikinci evliliği idi. 5 yaşındaki kızına ilk evliliğine sahip olmuştu. Kızı onu annelik payesi ile taçlandırdıktan 6 ay sonra evliliğini bitirme kararı almış ve eski eşini birdaha hiç görmemişti.
Devam edecek..
Küvetin kenarına oturdu. Biraz sakinleşmeye ihtiyacı vardı. Kafasının içinde binbirtürlü düşünce, sonu birtürlü gelmeyen cümleler dolanıyor, küçük küçük adamlar konuşuyordu. Heyecan, sevinç, korku, telaş, endişe ... Bütün duygular birbirine girmiş biri diğerinden birtürlü ayrılmıyordu.
Hamile olduğunu kocasına nasıl söylemeliydi acaba? Peki kızına bu durumu en doğru şekilde nasıl anlatacaktı? Acaba erken bir zaman mıydı bir çocuk sahibi daha olmak için? Doğru mu yapıyordu? Yoksa kimselere söylemeden bu hamileliğe bir son mu verseydi? Evet belki de en doğrusu buydu!
Bu ikinci evliliği idi. 5 yaşındaki kızına ilk evliliğine sahip olmuştu. Kızı onu annelik payesi ile taçlandırdıktan 6 ay sonra evliliğini bitirme kararı almış ve eski eşini birdaha hiç görmemişti.
Devam edecek..
23 Eylül 2009 Çarşamba
GELDİ BAYRAM, GEÇTİ BAYRAM
Bayram geldi, geliyor, eski bayramlar, bozulan gelenekler derken bir bayram daha geldi ve geçti. Kiminin evlerinde büyük bayram sofraları kurudu, kimileri misafirler ağırladı, mini mini çocuklar bayram harçlıklarını cebe, şekerleri mideye indirdi, yeni yeni ciciler giydi. Ne mutlu bana ki bayramı coşku içinde geçirdim ben de ailemle birlikte. Ama bu coşkuyu yaşarken hep bir yanım buruktu.
Bir camın önüne oturup birisi kapısını çalsın diye bekleyen ihtiyarcıkları düşündüm, elini öpecek annesi babası olmayan minicikleri, çocuğuna yeni bir çorap bile alamayacak durumda olup buna kahrolan anne babaları, tüketimi körüklemek için bol bol duygu sömüren reklamları izleyipte eski hatıraları canlanan insanları, yetiştirme yurdundaki çocukları, huzur evindeki yaşlıları, bayram sofrasına yiyecek bir şey bulamayanları, kapı kapı dolaşıp topladığı şekerleri midesi bozuluncaya dek yemek yerine onları satıp kendine üç kuruş harçlık yapmaya çalışan çocuk adamları, sokak çocuklarını, evsizleri... Bayramı bayram olarak yaşayamayanlar hiç çıkmadı aklımdan. Sevincim buruk kaldı. Çocuğumun başını şevkatle okşayan elimden utandım. Annemin babamın ellerini öpen dudaklarım yandı.
Keşke hayat, HERKESE bayram olsaydı.
Bir camın önüne oturup birisi kapısını çalsın diye bekleyen ihtiyarcıkları düşündüm, elini öpecek annesi babası olmayan minicikleri, çocuğuna yeni bir çorap bile alamayacak durumda olup buna kahrolan anne babaları, tüketimi körüklemek için bol bol duygu sömüren reklamları izleyipte eski hatıraları canlanan insanları, yetiştirme yurdundaki çocukları, huzur evindeki yaşlıları, bayram sofrasına yiyecek bir şey bulamayanları, kapı kapı dolaşıp topladığı şekerleri midesi bozuluncaya dek yemek yerine onları satıp kendine üç kuruş harçlık yapmaya çalışan çocuk adamları, sokak çocuklarını, evsizleri... Bayramı bayram olarak yaşayamayanlar hiç çıkmadı aklımdan. Sevincim buruk kaldı. Çocuğumun başını şevkatle okşayan elimden utandım. Annemin babamın ellerini öpen dudaklarım yandı.
Keşke hayat, HERKESE bayram olsaydı.
18 Eylül 2009 Cuma
SABIR TAŞI
Türk Dil Kurumu'na çağrıda bulunuyorum. Annelik kelimesinin anlamına sabırtaşını da eklesinler. Hatta bu 2 kelime eşanlamlı kelimeler listesinde yer alsın bunda sonra. Çalışan ve çocuklarına annesi tarafından bakılan bir anne olarak olayın vehametinin farkında değilmişim meğer.
Evde iki adet canavar, iki adet saatli bomba varmış da ben anlamamışım. Canım anneciğimi akşamları eve geldiğimde pestili çıkmış vaziyette bulmamın elzem bir nedeni varmış anlaşılan.
Bu çocuklar bu enerjiyi nerden buluyor? Biz de çocukken böylemiydik? Öyle yaratıcılar ki anlatamam ..Koltuğun arka yastıkları kaydırak, çamaşır leğeni kaydırağın önündeki havuz oluveriyor bir anda. Çiçeklere su fısfısladığım alet duşa dönüşüyor hemen. Yerdeki kilim üstüne biri oturupta ucundan çekilmeye başlandığında alın size uçan halı. Müzik çalmak için oyuncağa ne gerek var.Bir tahta , bir metal ve bir plastik yemek kaşığı ile dünya müziklerini icraa etmeye başlıyorlar hemen. Legolar boşuboşuna alınmış, mandalları ucuca ekleyip değişik şeyler yapmak varken lego ile kim oynar. Masanın altı çadır, önü bahçe, süs çiçekleri bahçedeki sebzeler.
Ben çocuklar ninni ile uyur diye bilirdim benimkiler İzmir Marşı ile uyuyor.
İzlerken bir yandan gülüyorum, hoşuma gidiyor ama bazen de "imdatttt " derken yakalıyorum kendimi.
Acaba ben işte daha mı az yoruluyorum ????
17 Eylül 2009 Perşembe
MOLA BİTTİ, YAZMAYA DEVAM
Hayata verdiğim bu kısa molaya bir nokta koyuyorum ve yavaş yavaş geri dönmeye başlıyorum. İnsanoğlu herşeye alışır derler ya hakikaten doğruymuş. O kadar zor ve bir o kadar da acılı günler yaşadıktan sonra sağlığıma yavaş yavaş kavuşuyorum. Bu dönem içerisinde sürekli yatmak zorunda idim. Ne zormuş meğerse sürekli yatmak. Yatağımda yatar iken bir ömür yatmak zorunda olanları düşündüm. Hapşırdığımda acıyan dikişlerim açık kalp ameliyatı olan insanları getirdi hep aklıma. Yemek yiyemez, su içemez durumda iken bir lokmacık ekmek yiyebilmenin , onu hazmedebilmenin değerinin hiç birşeye değişilmeyecegini anladım bir kez daha. Tuvalete gidebilmenin, ayağa kalkıp bir adım atabilmenin, hatta yatakta yüzükoyun yatabilmenin çok derin anlamları var artık benim için. Koltukta ağrısız sızısız oturup bir fincan kahve
içebiliyorsanız gerisi boşmuş anladım ki. Meğer gün içinde yaptığımız ve önemini farketmedğimiz ne kadar çok şey varmış.
Artık döndüm. Umarım herkes bıraktığım yerdedir.Umarım herkes mutlu, huzurlu ve sağlıklıdır..
içebiliyorsanız gerisi boşmuş anladım ki. Meğer gün içinde yaptığımız ve önemini farketmedğimiz ne kadar çok şey varmış.
Artık döndüm. Umarım herkes bıraktığım yerdedir.Umarım herkes mutlu, huzurlu ve sağlıklıdır..
2 Eylül 2009 Çarşamba
BİRAZ MOLA
Hayata, telaşa, işe , güce biraz ara verme zamanı. Soluklanmalı, dinlenmeli, yepyeni ben olarak geri dönmeliyim.
Tam yenilenme vakti şimdi. Yeni bir mevsim, yepyeni ve daha sağlıklı bir ben.
Nicedir ihmal ettiğim sağlığımla ilgilenmem gerek. Allahın bize emanet verdiği bu vücudu ne kadar hor kullanıyoruz insan sağlığını kaybedince bunu daha iyi anlıyor.
Yeniden sağlığa kavuşma döneminin ( nekahat dönemi deniliyordu galiba) de keyfini çıkaracağım kendimce. Bol bol kitap okuyup, bol bol film seyredeceğim. Bedenim iyileşirken , ruhuma da iyi gelecek birşeyler yapacağım. Yatmaktan sıkılmak yerine yattığım yerden defterime yazacağım bu kez dönünce sizlerle paylaşmak üzere. Örgü örerim belki, kızlarıma bezden bebek dikerim oturduğum yerde. Geçer gider vakit..
Bir süre yediklerime dikkat etmem gerekecek ya şimdiden bunun endişesi sardı beni. Benim gibi yemek delisi bir insanın yemekle sınırlanması bir felaket. Bu akşam 21.00'den sonra birşey yememem gerekiyormuş öyle dedi doktor. Aklıma geldikçe acıkıyorum desem hiç abartmamış olurum. Birde hastanede kalma süresi var tabii. Şimdiden itilaf halindeyiz doktorumla. Ben bir gün sonra çıkacağım diye diretsem de o üç günden önce çıkarmam diyor. Bakalım bu savaşı kim kazanacak.
Bir süre yokum buralarda. Dönünce herkesi bıraktığım yerde , bıraktığımdan daha çok mutlu ve umutlu bulmak dileği ile..
1 Eylül 2009 Salı
ZAMANSIZ
Uyumuşsunuzdur bu saatte çoktan.Küçüçük başlarınız pamuk yastıkta, minik elleriniz başınızın altında, deniz gözleriniz yumuk kimbilir hangi yemyeşil bahçede , hangi rengarenk topun peşinden koşuyorsunuz. Birbirinizi gıdıklıyor, kıskanıyorsunuz belki de. En az elli cümle yazdım sizi anlatan ve tam elli kere sildim. İnsan çok sevdiğini anlatamıyormuş, hiç bir kelimeyi yakıştıramıyormuş sevdiceğine meğer.
Kitlendi beynim. Sözcükler akmıyor aklımdan ,klavyedeki parmaklarıma.
Hiç korkmazdım ölümden.Taa eskiden, anne olmadan önce. Anne olmak korkmak demekmiş aslında . Seni şimdi anlıyorum Anne! Ölmekten korkmakmış anne olmak, kaybetmekten korkmanın ne demek olduğunu öğrenme zamanıymış. Er meydanıymış annelik. Korka korka korkmamayı öğretmekmiş. Gelecek endişesinin en dibiymiş, bazen en yakınındakinden şüphe etmekmiş. Çocuklarının sağlığı için dua ederken, Allahım zamansız alma beni, ben gidersem ne yapar onlar diye yaradana sitemmiş annelik.
Allahım zamansız alma beni. Bilirim ki en doğrusunu bilir, en hayırlısını verirsin. Yazgına karşı çıkmak değil niyetim. İki küçük meleği ayakta durana kadar tutabilmenin peşindeyim.
Allahım zamansız alma beni. Daha kirletecekleri çok koltuk, kıracakları çok bardak var. Hepsini görmeliyim, tek tek ellerime temizlemeliyim. Temizlerken canları sağolsun demeliyim. Daha makyaj malzemelerimizi paylaşacağız, ana kız sokaklarda dolaşacağız. Köpüklü bir Türk Kahvesi içeceğim ellerinden. Yemek yapmayı öğreteceğim, sevgiyi , kadın olmanın güzelliğini anlatacağım. Erkekleri çekiştireceğiz birlikte. Küseceğim , anne olunca anlarsınız diyeceğim. Bir öpücüklerine kanacak anne yüreğim.
Daha çook gezinmeli elim ipek saçlarında, gece tutacak çok ateş nöbetim var daha. Yapmadığım bir sürü yemek, söylemediğim bir dolu şarkı, okunacak masallar bekliyor sırada. Daha bölmeyi öğretmedim, ilk sınav notunu göremedim abla meleğin. Ufaklığın daha saçları uzamadı, aldığım tokalar çekmece bekliyor. Yeni yeni cümle kuruyor, bir şiirini bile dinleyemedim. Birkaç sene sonra anaokuluna başlayacak, ilk gösterisi olacak.
Allahım zamansız alma beni. Ben anneyim..
KELİMELERİN BİTTİĞİ YER
Ruhum huysuz bugün. Kelimelerin tıkandığı , kafanın karıştığı, doğru ile yanlışın birbirine girdiği, haksız yere yargılamamak için empati yapmaya çalışıp da yapamadığın bir yer var ise tam da oradayım işte.
İki kızım var. Dünden beri düşünüyorum. Bir çöp konteynırında kafası kesilmiş olarak ölü bulunsa içlerinden biri bu acı bana neler yaptırır diye?
Böyle bir durumda insan nasıl uyur? Önündeki bir kase çorbadan bir kaşık alabilir mi? Hergün sokakta gördüğü konteynırlar onun mezarı olur mu? Kendi boynuna dokunup dokunup o acıyı kendinde hissedip hergün kafası bedeninden ayrılır mı? İnsan günde bin kere ölür mü? Evlat acısını hissetmeden bir an bile olsa bir nefes alabilir mi?
Mantıklı bir cümle kurması beklenebilir mi?
Bu acı adamı öldürmez belki ama süründürür. Ölmekten beter yapar. Ölmeyi ister ama davan uğruna yaşamak zorunda olduğunu haykırır kendine bin kere ölürsün günde. Gözünden yaş akmaz, ağzından söz çıkmaz olur belki de..Bu acı adamı delirtir, ne yaptığını ne söylediğini bilmez hale getirir. Ama bir gerçek daha var ki aynı zamanda bu acı adamı dimdik yapar. Kininden , öfkenden güçlendikçe güçlenirsin. Davanın peşinden sürüklenirken kimseye , kimsenin beş kuruş parasına tamah etmezsin. Dünyaları verseler de helal etmezsin..
İki kızım var. Dünden beri düşünüyorum. Bir çöp konteynırında kafası kesilmiş olarak ölü bulunsa içlerinden biri bu acı bana neler yaptırır diye?
Böyle bir durumda insan nasıl uyur? Önündeki bir kase çorbadan bir kaşık alabilir mi? Hergün sokakta gördüğü konteynırlar onun mezarı olur mu? Kendi boynuna dokunup dokunup o acıyı kendinde hissedip hergün kafası bedeninden ayrılır mı? İnsan günde bin kere ölür mü? Evlat acısını hissetmeden bir an bile olsa bir nefes alabilir mi?
Mantıklı bir cümle kurması beklenebilir mi?
Bu acı adamı öldürmez belki ama süründürür. Ölmekten beter yapar. Ölmeyi ister ama davan uğruna yaşamak zorunda olduğunu haykırır kendine bin kere ölürsün günde. Gözünden yaş akmaz, ağzından söz çıkmaz olur belki de..Bu acı adamı delirtir, ne yaptığını ne söylediğini bilmez hale getirir. Ama bir gerçek daha var ki aynı zamanda bu acı adamı dimdik yapar. Kininden , öfkenden güçlendikçe güçlenirsin. Davanın peşinden sürüklenirken kimseye , kimsenin beş kuruş parasına tamah etmezsin. Dünyaları verseler de helal etmezsin..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)